Yusuf, C.A.M Galeri’deki Furkan “Nuka” Birgün ile ortak sergininiz “Koklayarak Duyuyorum”da tüm işlerin bir hikayesi var. İzleyiciyi en çok etkileyen de bu hikayeler oluyor. Hikayeleri oluştururken nelerden etkileniyorsun?
Semt kültürünün hâlâ yoğun olarak yaşandığı Kocamustafapaşa’da doğdum, büyüdüm. Bu çok katmanlı kültürün hem kişilik özelliklerime hem de işlerimde yakalamak istediğim o samimi hikayeye boyut kazandırdığına inanıyorum. Bu şuna benziyor; taksiye bindiğinizde arka koltuğa mı yoksa şoförün yanındaki koltuğa mı oturursunuz? Ben hep ön koltuğa otururum. Sohbet ederim. Onun yaşantısının derinliğine inmek isterim. Taksi şoförü demek şehrin muhtarı demek. Taksiciler her gün en az 20-25 insan hikayesiyle karşılaşıyor, gece direksiyon sallayanlar ise şehrin öteki yüzüne tanık oluyor. İnsan sarrafı olmuşlar artık. Sabah annesi ölmüş bir çocuğu da görüyor, akşam partiye gidecek bir kızla da karşılaşıyor. Bu duygu geçişleri arasında duyarsızlaşıyor, hissizleşiyorlar. Bir sanatçı olarak insanlardan ve onların yaşanmış ya da tamamen kurgusal hikayelerinden besleniyorum.
Ressam olmaya nasıl karar verdin?
İstanbul Davut Paşa Lisesi’nde sayısal öğrencisiydim.Lisenin tam karşısında bir morg vardı. -Bence güzel metafor, bunu yazalım.- Orada ilk kez bir arkadaşım sayesinde kadavra gördüm, kasları resmettim. Lise sırasında aklımda ressam olma düşüncesi henüz yoktu. Çevremi, etrafımda olan biteni gözlemliyordum. En yakında arkadaşım bir Yahudi’ydi. Sanırım bu da çok kültürlülüğün bir parçası. Tüm inanışları, dinleri, gelenek ve görenekleri gözlemlediğim bir dönemdi. Stencillerle sokakları boyadığım, Marvell karakterleri ile içli dışlı olduğum dönemin sonunda iç mimarlık bölümünü kazandım, çok kısa süre sonra daha fazla pafta çizemeyeceğimi anlayıp Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar fakültesi Resim Öğretmenliği bölümünü kazandım. Yaklaşık dört ressamın asistanlığını yaptım. Okulu altı senede bitirdim.
Akademi hayatı nasıldı?
Bir atölyeyi 16 kişiyle paylaşırsın. Hocanı model örnek alırsın. Hangi atölyenin öğrencisi olduğun çizginden, anlayışından anlaşılır. Okuldan çıkınca kendi stilini oluşturmalısın. Herkes çeşitli “şeyler” apartmaya çalışıyor. Çalmak ve esinlenmek arasında çok ince bir çizgi var. Atölyeden, o 20 kişiyle olduğun küçük alandan çıktıktan sonra 300 - 400 kişiyle karşılaşıyorsun.
Okuldan mezun olduktan sonra birlikte çalışacağın galeriyi nasıl seçtin? Bir sanatçı ve galeri birlikte çalışmaya nasıl karar verir?
Belli bir seviyeye geldiğinde ya da kendini hazır hissettiğinde galerilerle kontağa geçersin ve anlaşırsan çalışmaya başlarsın. Ben ilk olarak C.A.M ile yaptığım bir seriyi e-mail ile paylaşmıştım. Sonra beni tanışmak için çağırdılar. O zaman yaptığım seriyi ve sonrasında neler yapacağım hakkında konuştuk. Tüm süreçlerden sonra da sözleşme imzaladık. Böylece C.A.M Galeri’ye geçtim.
Ürettiğin işler yeni ve teknik açıdan kuvvetli olmalı. Yani aslında piyasaya bir 10 yıl sonrasını vaad edebilen sanatçılar daha kolay seçilyor.
Benim için dönüm noktası Christie’s Dubai Çağdaş Sanat Müzayedesi oldu. Müzayede ile beraber Türkiye’deki ve yurt dışındaki piyasayı araştırmaya başladım.
Galeri ve sanatçı ilişkisini nasıl buluyorsun?
Galerilerin olmaması halinde sanatçılar ciddi bocalama yaşayabilirler. Sanatçının adına biri işin fiyatını belirlemeli. Bir sanatçı olarak benim böyle bir dünyam yok. Ben fatura kesemem. Galeriler sanatçının prestijini, kariyerini koruyor ve sanatçıya yön veriyor.
Geçmiş ve günümüz sanata bakış açısı hakkında ne düşünüyorsun? Türkiye’yi nerede görüyorsun?
80’ler zamanında sanatçılar oturdukları zaman “fikir” üretirlerdi. Şimdi fikirden önce işin fiyatı gündeme geliyor. 1900’lerde ciddi çalışmalar yapılmaya başlandı. 1950’lerde müzayede sorumluları Sanayi-i Nefise, yani şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi akademisyenleriydi. 2010 yılından itibaren sanat satışında büyük bir patlama oldu. Küresel anlamda sanat piyasası 43 milyar Euro’ya yakın bir ciro elde etti. Türkiye bu cironun 300 milyon Euro’sunu oluşturuyor. Türk ekonomisine baktığımızda dünya sıralamasında 16. sıradayız.
Bir sanatçının işinin fiyatı nasıl belirleniyor?
Sanatçıların işlerinin her sene fiyatları değişiyor.Bunu daha çok koleksiyonerler belirliyor. Örneğin Ömer Uluç’un işleri sanatçının yaşadığı dönemki fiyatlarına göre düştü. Bunun sebebi öncelikle Ömer Uluçları elinde tutmak istemeyen koleksiyoneler olduğundan daha düşük fiyata satıldı. Murat Germen’in bir sözü var “elinde bir koleksiyonerin yalnızca beş işi olsun” işin maddi yönüne işaret ediyor. Çok üreten az sanatçı var. Genç sanatçıların galerilerde satılan işleri de yüksek fiyatlı. Sanatçının işleri satıldıkça galeri de kendi komisyonunu alıyor. Bir sanatçıyı dış dünyayla tanıştıran da galeri oluyor. Bir sanatçı ne kadar çok sergi açarsa o kadar tanınıyor.
İşler nasıl değer kazanıyor?
Piyasaya, zamana, isme, girdiği koleksiyonlara... Cem Yılmaz’ın aldığı bir isim ikiye katlanıyor. Sen hangi koleksiyondasın dediğinde o insanın sana bakışı değişir. Fiyat artma oranı koleksiyon sayısına göre değişir. Geçen sene satıldığı resmin fiyatı bu seneyle aynı değilse bunu piyasa belirler.
Sanat fuarları için ne düşünüyorsun?
Tüyap İstanbul Sanat Fuarı her ne kadar son iki yıldır sansür olaylarına maruz kalsa da sanat piyasına ciddi anlamda bir canlılık kattı. 130 sanatçı katılımı, 503 bin ziyaretçi... İnanılmaz. Art International da öyle. Contemporary İstanbul’da insiyatifler geride kalmıştı ama toplumun her kesiminden ziyaretçiyi ağırladı. Bu çok sevindirici.
Yurt dışında düzenlenen fuarlar ve Türkiye’dekiler arasında bir fark var mı?
Yurt içi yurt dışı fark denildiğinde, fark çok fazla kalmadı. Türkiye’de çok iyi noktalara geliyor. Contemporary’de 20’ye yakın yabancı galeri geldi.
Mesela artık Türkiye’den yurt dışındaki fuarlara gidiş ve müzayedelere katılım kolaylaştı. İsveç’te Skopp Fuarı Art Besell’ın çatısında. Genç sanatçı var, ilgi çok yüksek. Buna rağmen hâlâ özgüvensiziz. Biz “aza tamah etmeyen çoğu bulamaz” düşüncesiyle yetişiyoruz. Bu görüş değişmeli.
Uygulanan sansür için ne düşünüyorsun?
Azade Ramazeni atölyeye ziyaretinde İran’daki sanat piyasasından bahsetti. Rejim zamanında belli yasaklamalar geldi. Ürettiğin işi hükümete gönderiyor, önce onay alıyorsun. Bu yasağı aşmak için sanatçılar ve alıcılar çeşitli yöntemler geliştirdi. El altından gösterimler satışlar yapılmaya başlandı. Türkiye’de bu kadar sert yasaklamalar olmasa da; sanatını belli bir kesimin beğenisine göre şekillendiren sanatçılar var. Oysa farklı görüşler, farklı bakış açıları çok sesliliği de beraberinde getirir. Türbanlı sanatçılar da var. Hat sanatıyla kuru kafa yapanlar da var. Dans eden peçeli iki modelin üstünde hat yazıları olan resimler var; bu olayın modernleşme hali. Arap harflerinin resme girmesine karşı duruyorlar. Bunların girmesi lazım. Belli bir kesimin beğeni anlayışına bağlı kalmamak lazım.
Türkiye ekonomi ve sanat piyasası aynı anda gelişiyor mu?
Ekonomi ne kadar çökerse çöksün sanat piyasasını etkilenmez. 90’lar sonrasında ve 2000’ler sonrasında sanat eserleri alım satımı inanılmaz yükselişe geçiyor. 2000’ler öncesinde alınan eserler tamamen el değiştirdi. İnsiyatifler artmaya başladı, galeriler bilinçlenmeye başladı. Bu dönem gençlerin yükselişi Amerika’daki sanatçıların fiyatların yükselmesi Türk sanatçıları olumlu yönde etkiledi.
Günümüz sanat anlayışı ve işlerde kullanılan malzemeyi nasıl buluyorsun?
Artık işlerde kağıt kaybolmaya başladı. Resimdeki belli ana malzemeler kiş, mermer, kağıt, boya, tuval. Günümüzde 40 sanatçı varsa 2 kişi gravür yapıyor. Kavramsal sanata dem vurduğumdan değil, ciddi bir şekilde malzeme farklıları çıktı. Ben de üretirken yağlı boyanın içine çeşitli malzemeler koyuyorum. Hızlandırıcılar, kıvam arttırıcılar,yurt dışından gelen yağlar, spreyler. Bu pazarı sağlayan kapitalizm.
Gün geçtikçe gelişen teknoloji sence sanata nasıl dokunuyor?
80’ler zamanında yabancı sanatçılar daha lezzetli ve sorgulayıcı işler yapıyordu. Heykel var, stenciller var, heykelin modellemesi var. Mermer kesen var, ahşap yapan var, plastiği şekillendiren var. Piyasa bunu sanat olarak alıyor. Endüstriyel olsa da. Peki geleneksel sanat anlayışı değer mi kaybediyor? Pentur hiç bir zaman değerini kaybetmez.
Renoir zamanında Fransa’da çağdaş sanat yapmıyor, eskiye dönük üretiyor. Şimdi biz Indie kuşağıyız ondan kağıt ile olan ilişkimiz kopma aşamasında. Fotoğraf alanında, heykel alanında da tamamen teknolojiye bağlıyız, teknoloji ile doğru orantılı gelişiyor sanat.
Sen nasıl etkileniyorsun?
Anakronizm yapıyorum. Varolan bir şeyi kendi çağıma uyarlıyorum. Leonardo’nun Son Akşam Yemeği tablosunda masada portakal var. Fakat yaşadığı dönemin Avrupa’sında portakal yok. Varolmayan bir “şeyi” resmediyor. Benim yaptığım resimlerde de bu var.
Teknoloji sanatı geliştiriyor diyebilir miyiz?
Çağın getirmiş olduğu akımlar var, mesela; 3Dfoto optic art sanat. Geçmişte kendi coğrafyamızdaki geri kalınmış olmasının en önemli sebebi teknoloji takip edilmemiş, klasik görüşten vazgeçilmemiş. Şimdi bu düşünce aşılmaya başlandı. Benim kuşağım, alttan gelen kuşak, çok acayip çocuklar var. Benim üniversitede yapamadıklarımı yapanlar var. Ben en basitinden güzel sanatlar lisesinin varlığından bile habersizdim, bilmiyordum.
“Benim jenerasyonumönemsediği en önemli unsur “maliyet”. Sergi açılışlarına yalnızca satış kağıdını görmek için gelenler var. “
Koleksiyonerler hangi kriterlere göre resim satın alıyor?
Resimler revize almaya başladı. Biz buna sipariş resim diyoruz. Galeri, atölye maliyetlerini, malzemeyi sağlıyor. Sanatçı da çoğunluğun istek ve beğenisine göre resim yapıyor.
Bu işi gerçekten sanat için yapan çok az insan var. Bilinçli ya da bilinçsiz sanata hizmet ediyorlar. Sanat tarihi bilmeyen iş almasın diyemeyiz elbette. Bir sanatçının işini alan koleksiyoner o sanatçıyı tanıyor. Sanatçılar koleksiyonerlere bir anlamda yol gösterici oluyor.
“Çağdaş sanat şişen bir balon ve patlamaya başladı diyorlar ya. Şişsin bence yani bunda ne zarar olabilir.“
Özellikle Tophane’ye çok fazla galeri açıldı. Bunun için ne düşünüyorsun?
Keşke her yerde bir galeri olsa. Ben isterimki her sokakta bir sanat merkezi olsun. Eğitim verilsin. Ismek gibi. Evde oturan kadınlara resim dersi verilsin.
40- 50 yaşına gelmiş kendine bir hobi arayan kitle var. Evde oturup evlilik programı izleyeceğine, eli çalışır, görme biçimi değişir.
Koleksiyoneler sanat piyasasını nasıl etkiliyor?
Kendini açığa vurmak istemeyen bilinçli koleksiyonerler var.Kendi koleksiyonlarını halka açıyorlar, müze oluyor. Sokaktan geçen herhangi bir insan bu müzelere girip gezebiliyor. Örneğin İstanbul Modern’in en güzel günü halk günüdür!
Genç koleksiyonerler de var. Bu işe yeni başlayan koleksiyonerleri biz de sanatçı olarak teşvik etmeye çalışıyoruz. Bunun adını Start koyduk. Start’taki maksimum iş fiyatı 4 bin. Start’a koyduğumuz işler insanlara resim almanın imkansız olmadığını göstermeyi amaçlıyor. Koleksiyon yapmak Football Manager oyununa benziyor. Tamamen stratejiye bağlı.