İstanbul'da şimdiye kadar gerçekleşen en kapsamlı fotoğraf organizasyonu olma iddiasıyla yola çıkan Fotoİstanbul 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali, en azından boyutları itibarıyla bu iddiasının altını doldurur nitelikte bir festival. Aslında İstanbullu fotoğraf izleyicisi, benzer fotoğraf organizasyonlarına çok da yabancı değil. İFSAK Fotoğraf Günleri, özellikle 2000'li yılların başında, konuk ettiği isimler ve düzenlediği atölyelerle Türkiye fotoğrafında bir kırılma başlatmış ve bugün Türkiye'nin önemli fotoğrafçılarından olan birçok isme ilham kaynağı olacak buluşmalara ev sahipliği yapmıştı. Fakat dernek yapısı altında gerçekleşen bu organizasyon, ekip değişiklikleri ve zaman içerisinde önceliklerin farklılaşmasıyla o dönemde yakaladığı ivmeyi takip eden yıllarda devam ettiremedi. Fotoğraf Vakfı'nın 2007 Mayıs'ında Selanik Fotoğraf Müzesi ve Noorderlicht Fotoğraf Vakfı ortaklığıyla düzenlediği, İstanbul'un pek çok noktasına yayılan ve hacim olarak Fotoİstanbul'la kıyaslanabilecek ULİSfotoFEST de uzun bir hazırlık süreci ve uluslararası işbirliklerine rağmen yeterli ekonomik koşullar sağlanamadığından sadece tek bir edisyonla yetinmek zorunda kalmıştı. Geçtiğimiz yıllarda Bursa FotoFest'i düzenleyen ekipten Utku Kaynar'ın koordinatörlüğü, yine aynı festivalin 2012 edisyonunun küratörlerinden Jason Eskinazi ile fotoğrafçı Attila Durak ve yayımcı Hüseyin Yılmaz'ın küratörlüğünde hazırlanan Fotoİstanbul ise en azından ekonomik devamlılığını sağlama garantisi olan bir yapının bünyesinde, Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenleniyor. Bu noktadaki en büyük çekincem, festivalin belediyenin desteğiyle değil belediyenin adına düzenliyor olması. Umuyorum ki bu sahiplenme, Türkiye'deki yerel yönetimlerin sıklıkla değişebilen politikaları ve kadro değişiklikleri nedeniyle sekteye uğramaz ve Fotoİstanbul içeriğini de her geçen yıl kuvvetlendirerek yoluna devam etme şansı bulur.
Yağmurlu mevsime nazire yapan fotoğraf sağanağı
İlk olarak 2015 yılı sonbaharını hedeflemiş olsa da belediyenin de teşvikleriyle 3 ay gibi kısa bir sürede hayata geçirilen Fotoİstanbul'un küratörleri, 'Şehirler ve Hikâyeler' gibi geniş ve nispeten altı daha kolay doldurulabilir bir konuyu tema olarak seçerek hazırlık sürecinin kısalığı dezavantajını bertaraf etmiş gözüküyor. Festivalin belkemiğini oluşturan ve "Doğu'yla Batı, klasikle modern, ustayla öğrenci arasında bir köprü inşa etmek" hedefiyle bir araya getirilen elliyi aşkın fotoğrafçının işleri, Beşiktaş'taki Barbaros ve Demokrasi meydanlarındaki açık hava sergilerinde ve Ortaköy'deki metruk yetimhane binasında izlenime sunuluyor. Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Cem Ersavcı'nın üzerinde çalışmakta olduğu son işi 'Kuzey Ormanları' ise fotoğrafçının yüksek lisansını tamamladığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde sergileniyor. Açık hava sergileri festival için tasarlanan konstrüksiyonlarda ve konteynerlerin üzerinde/içinde gerçekleşirken, bir dönem Ermeni daha sonra da Yahudi yetimhanesi olarak kullanılan ve şu anda atıl durumda bulunan binadaki sunumlar mekânın tüm katlarına ve farklı noktalarına konuşlandırılmış durumda.
Özellikle açık hava sergilerinde, hazmetmesi zor sayıda fotoğraf yer alıyor. Her işe özel dinamik bir sergileme kurgusu ve farklı sunum teknikleri uygulanmış olmasına rağmen, bazı serilerde kimi zaman elliyi aşan fotoğraf sayısı toplamda o işin etkisini azaltıyor ve izleyicide tekrar hissi uyandırmaya başlıyor. Halbuki küratörler, fotoğrafçıları seçerken yaptıkları gibi seçtikleri isimlerin sergilenecek serilerindeki işlerin sayısını belirlerken de biraz daha seçici davranabilir ve bu fotoğraf bombardımanını hafifletebilirdi. Bu noktada bir parantez açarak, iki yılda bir Paris'te, Seine Nehri'nin kıyısındaki bir rıhtımda düzenlenen ve 'Batı' dışı fotografik keşiflere yer veren Photoquai Fotoğraf Bienali'ni, izleyici dostu sergi konstrüksiyonları ve her fotoğrafçıdan işinin özünü yansıtacak sayıda esere yer veren küratöryel seçimi ile açık hava sergileri konusunda çok dozunda bir örnek olarak anmak gerek. Söz hazır küratöryel seçimden açılmışken, hem mekânlarda hem de katalogta yer alan fotoğrafçı özgeçmişleri ve sergi tanıtım metinlerindeki editoryal özensizliğin de rahatsız edici bir eksiklik olduğunu vurgulamalıyım. Tıpkı sergi tasarımları gibi sunumların önemli bir parçası olan açıklayıcı metinlerin ve festival kataloğunun tasarımının da kurumsal kimliği tamamlayıcı öğeler olduğu ya unutulmuş ya da zaman darlığı nedeniyle bu detaylar atlanmış.
Açıkhava sergilerinden akılda kalanlar
Gelelim festivalin öne çıkan isimlerine... Festivalde en fazla sergiyi barındıran, tam ortasındaki kitap dükkânı ve kafeyle açılış haftasında festival izleyicileri için bir buluşma noktası da olan Barbaros Meydanı'ndan başlarsak: Çocukluğunun geçtiği taşranın peşinden giden ama giderek betonlaşan, insansızlaşan, sevinçten çok hüznü çağrıştıran bir taşrayla karşılaşan Yusuf Darıyerli'nin 'Taşra Fısıltıları'; Aras Nehri'nin kıyısında biri Ermenistan diğeri Türkiye tarafındaki iki köyde yaşayan insanların sınır deneyimlerine ve
gündelik hayatlarına oldukça kişisel bir belgesel tavrıyla yaklaşan Ali Saltan'ın 'Nehrin Öteki Yakası'; geçtiğimiz yıl ABD hükümetinin kepenk kapatması sırasında gerçekleşen olayları dramatik ve mizahî bir şekilde fotoğraflayan Mark Peterson'ın 'Politik Tiyatro'su; yurtdışında da büyük ilgi görüp fenomen haline gelen Türk televizyon dizilerinin setlerinde çekim yaparken sezonun sonuna denk gelen günlerde patlak veren Gezi Direnişi'ndeki gençleri de adeta bir dizide rol alan aktörlercesine fotoğraflayan ve bu iki farklı dünyayı bir arada kurgulayan Guy Martin'in 'Rüya Şehri'; Londra topografyasındaki farklılıkları ve insan çeşitliliğini otobüs penceresinden çektiği fotoğraflarla gösteren George Georgiou'nun 'Son Durak Londra'sı; önü alınamayan kentsel dönüşümün neden olduğu zararının altını fotoğraflarına yaptığı dijital müdahalelerle kalın bir şekilde çizen Murat Germen'in konteynerlere sıvanmış kıvrımlı halleriyle etkilerini bir kat daha artıran 'Muta-Morfoz'u ve esrarengiz, dokunaklı ve bol grenli siyah beyaz fotoğraflarıyla hayata dair rahatsızlıklarının ve şüphelerinin peşine düşen Michael Ackerman'ın kariyerinin ilk yıllarında gittiği Hindistan, Benares'te çektiği fotoğraflardan oluşan ve kitabıyla ona Nadar Ödülü'nü kazandıran 'End Time City'si...
Yolun hemen karşı tarafında yer alan Demokrasi Meydanı'ndaysa festivalin onur konuğu, yirminci yüzyıl fotoğrafının yaşayan efsanelerinden William Klein'ın 'Moskova, Roma, Tokyo, New York' kent serilerinden yapılan seçki; Amerika'ya seyahat edip, hiç tanımadığı yabancıların evlerinde geceleyen Bieke Depoorter'in kendisini misafir eden insanları özel eşyalarıyla bezeli ortamlarında fotoğrafladığı 'Bu Günlük Benden Bu Kadar'ı ve ‘tecrübeye dayalı dokümantasyon’ olarak adlandırdığı belgesel stiliyle ün yapan Christopher Anderson'ın Venezüella'nın şiddet ve duygusallık sarmalıyla örülü Karakas kentine dair 'Capitolio'su dikkat çeken işler olarak akılda kalıyor.
Yetimhane binasında mekânla bütünleşen işler
Ortaköy'deki yetimhane binası ise aksayan birkaç iş dışında genel olarak başarılı bir seçkiye ev sahipliği yapıyor. Bugüne dek herhangi bir festivalde ya da bienalde kullanılmayan binanın tek başına kendisi bile Fotoİstanbul'un İstanbul'a sunduğu en büyük keşiflerden biri. Kimi zaman mekânın büyüleyici havası sergilerin önüne geçiyor hissi yaratsa da buradaki sergilemelerin hem nicelik hem de mekânla bütünleşme açısından daha başarılı olduğu söylenebilir. Sinem Dişli ve Ata Kam'ın mekâna özel yerleştirmeleri, Arjen Zwart'ın 'Roman Düğününde Kimse Ölmez'de yaptığı ufak müdahalelerle mekânı bir Roman evine çevirmesi, Aykan Özener'in 'Metruk Kent'i ile Emin Altan'ın 'Narcissus'u gibi tematik olarak birbirine yakın çalışmalarının aynı odalarda ya da Ken Schles'in 'Gece Yürüyüşü' ile 'Onur Özen'in 'Floransa'sı gibi benzer tavra sahip işlerin aynı katta bitişik odalarda sergilenmesi ve yaratıcı sergileme biçimleri, yetimhanedeki sunumları daha keyifli bir hale sokuyor.
Japonya dışında çok tanınmayan Seiji Kurata, 70'li yılların ikinci yarısında Tokyo'nun gece hayatını fotoğrafladığı 'Flash Up' serisiyle sadece bu mekânın değil tüm festivalin en çarpıcı isimlerinden biri. On yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığı Tarlabaşı serisinden 'Cennetin Dibi' başlıklı seçkisiyle Gökşin Varan ile 1930'lardan itibaren Sovyet Rusya tarihini ve sosyal hayatını belgeleyen -bir nevi resmî- fotomuhabiri Anatoly Garanin ise yukarıda ismi geçenlere ek olarak yetimhanedeki sergilerin iz bırakanları. GAA'nın (Gençler Aralarında Anlaşmış) gerilla sergisi de mekânın hoş sürprizlerinden.
İlk sınavın ardından...
Yazının girişinde de belirttiğim gibi festivalin açılış haftası, Bahçeşehir Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin salonlarında gerçekleşen yoğun bir paralel etkinlikler programına sahipti. 'Fotoğraftan Fotoğraf Kitabına', 'Fotoğrafın Geleceği' ve 'Sosyal Etki Fotoğrafı' gibi konulardaki yuvarlak masa toplantıları ve festivalde işleri bulunan fotoğrafçıların söyleşileri hafta içi gündüz saatlerine denk geldiğinde genelde belli bir izleyici kitlesinin ve festival konuklarının katılımıyla sınırlı kalırken akşamları yapılan -festivalin temasıyla ilişkili- fotoğraf gösterileri ve ustalarla söyleşiler daha yoğun bir katılıma sahipti. Daha çok kitap formu üzerine yoğunlaşan ve katılımcıların olumlu izlenimlerle ayrıldığı atölyelerin tek handikabı ise yoğun paralel etkinlikler programıyla çakışmamaları adına kısa zaman aralıklarıyla sınırlandırılmış olmalarıydı.
Sonuç olarak Fotoİstanbul, kısa sürede hazırlandığı ilk sınavından eksiklerine rağmen başarıyla çıkmışa benziyor. Önümüzdeki yıllarda hazırlık aşamasında -yerel ve uluslararası- daha geniş bir yelpazeden ismin önerilerini ve katkılarını alması, hem tema hem de fotoğrafçı seçimlerinde daha cesur adımlar atması, içerik olarak uluslararası fotoğraf gündemine katkıda bulunabilecek ve yeni fotoğrafçılar üzerinde kalıcı etkiler bırakacak karşılaşmalara sahne olması dileğiyle...