1300’lerde kaleme alınan İlahi Komedya bugün dahi pek çok esere ilhâm veren bir baş yapıt. Kasvetli Orta Çağ İtalyası’nda yaşamını sürdüren unutulmaz şair Dante’nin ölümsüz eseri İlâhi Komedya birçok eserin referansı olarak görülüyor. İtalyanca Cehennem anlamına gelen Inferno bölümü ile başlayan yapıt, günaha susayan vahşi yaratıkların kasvetli dünyasından Purgatorio (Araf) ve Paradiso (Cennet) ile ölüm sonrası yaşama uzanan kasvetli bir dünyayı konu ediniyor.
İlâhi Komedya, yazıldığı dönemden itibaren birçok betimlemenin esin kaynağı oldu. Kimi sanatçılar Dante’nin eserini çalışmalarına olduğu gibi aktarırken kimileriyse Hristiyanlık öğretilerini tasvir ederek ünlü şiire göndermeler yaptı. Pek çok sanatçının kasvetli iç dünyasından beslenen cehennem tasvirlerinde bile Dante’nin İlâhi Komedya’sından izler görmek mümkün. Bugün sanat tarihinin başyapıtı olarak kabul gören 11 cehennem tasviri de elbette ki Dante’ye ve İlâhi Komedya’ya uzanıyor.
Giotto, The Last Judgment (1307)
Floransalı ressam Giotto, pek çok çağdaşı gibi 14. yy’ın sanat anlayışına uyarak toplumun zengin zümreleri için duvar resimleri yapardı. The Last Judgment adlı çalışma ise sanatçının kariyerinde oldukça önemlidir. Özellikle kırmızı huzmede yer alan figürlerin devinimli görünümü resme çarpıcı bir etki katarak insanın acımasız duygularını tasvir eder.
The Last Judgment, Padova’daki Scrovegni Şapeli’nde bulunmaktadır. Yeni Ahit’te dünyanın sonunu anlatan pasaj, Giotto’nun hayal gücüyle şapelin duvarlarında hayat bulur. The Last Judgment, dünyanın sonu geldiğinde Tanrı’nın kullarına anlattığı gökyüzündeki cennet ile yer altındaki cehennemi tasvir eder. Freskin sağ alt köşesine baktığımızda şeytana benzeyen bir figür görürüz. Korkuların karanlığında hapsolmuş çıplak kadın ve adamları büyük bir iştahla yiyen şeytan figürü, günah işleyen ruhları cezalandırmaktadır. Buradaki cehennem tasviri alışık olduklarımızdan biri gibi görünse de kimlerine göre Dante’nin fikirleriyle şekillenmiştir. O dönemler Giotto ve Dante’nin yakın arkadaş olduğu ve söylentilere göre Dante’nin freskin yapılış sürecinde Giotto’yu ziyaret ettiği bilinmektedir. Bu veriyi doğrulayan başka bir nokta ise Dante’nin ünlü eseri İlâhi Komedya’yı yazarken Giotto’nun The Last Judgment üzerinde çalışmasıydı.
Jan van Eyck, The Last Judgment (1440–41)
Giotto’dan neredeyse 100 yıl sonra, Kuzey Avrupa’da yaşayan yağlı boyanın öncü isimlerinden Jan van Eyck, kendi tasvirlerinden oluşan yeni bir The Last Judgment yaratır. Diptik bir eser olarak tasarladığı The Last Judgment’tın sağ köşesinde İsa’nın çarmıha geriliş anı olan ve The Crucifixion ismiyle bilinen olayı da tasvir eder.
Resmin sağ alt köşesinde iskelet devin kanatlı kolları altında kalan ters dönmüş beden formları görülür. Günahkâr ruhları temsil eden bu bedenler farklı cezalarla kıvranırken tasvir edilmiştir. Örneğin, resmin sağ alt köşesinde, bir yılan tarafından karnı deşilen ve bağırsakları çıkarılan bir adamın acı dolu feryadı görülür. Biraz daha ilerde ise jaguarı andıran iki hayvan figürünün keskin dişlerle parçaladığı kemik ve et formları göze çarpar.
Fra Angelico, The Pains of Hell, from The Last Judgment (1431 dolayları)
Yaşarken Fra Giovanni adıyla bilinen Dominikli rahip Fra Angelico, The Last Judgment freskinde yer alan bir sahneden esinlenerek yarattığı The Pains of Hell isimli korkunç bir tasvir ile karşımıza çıkıyor. Ölümünden sonra “Melek Yüzlü Angelico” olarak anılan rahibin Santa Maria degli Angeli bazilikası için hazırladığı eser, bugün Floransa’daki San Marco Müzesi’nde sergilenmektedir.
The Pains of Hell adlı eserinde Angelico’nun, Dante’nin tasvir ettiği günahkârlarla dolu mağaraya gönderme yaptığı görülür. İşledikleri suça göre gruplandırılan günahkârlar, onlar için verilen cezaların uygulandığı anlarda tasvir edilmiştir. Örneğin, dünya üzerinde açgözlülükle suçlanan bir kişi, kaynar bir kazanda bulunan erimiş altının boğazından iç organlarına dökülmesiyle cezalandırılmaktadır. Asabiyet ve hiddet günahlarıyla yargılanan ruhlar ise ceza olarak birbirlerini ısırarak yaralamaya zorlanmışlardır. Bu yaralamalar, kıyamet gününe kadar devam edecektir. Karanlık mağaranın en dibinde ise şeytanı günahkâr ruhlarla dolu bir çukurda yıkanırken görürüz. Şeytan bir yandan yıkanırken bir yandan da kararlı bir görev bilinciyle suçlu bedenleri büyük bir iştahla yemektedir.
Hieronymus Bosch, The Garden of Earthly Delights (1490–1500)
Cehennem tasvirlerinden söz ederken şüphesiz ki Hieronymus Bosch’un The Garden of Earthly Delights eserinden bahsetmemek olmaz. 14. yy ortalarında yaşayan ünlü ressam Bosch, dönemin dini alandaki reformist düşüncelerini kendi bakış açısıyla yeniden betimler. İnsanların kilise öğretileri yerine tanrının ne anlama geldiğini sorguladığı o süreçte Bosch’un cennet-cehennem tasvirleri, alışılmışın dışında bir savaş alanına denk gelir. Güçlü ve oldukça heybetli sürreal yaratıklarla dolu savaş alanında yarı insan yarı hayvan görünümlü kuşlar, insan bedeniyle dolu kanlı çukurlar ile ok saplanmış kulakların ezip geçtiği günahkâr bedenlerin tasvirini görürüz.
Pieter Bruegel the Elder, Dulle Griet (Mad Meg) (1561)
Ünlü Hollandalı ressam Pieter Bruegel the Elder, köy hayatlarını betimlediği kompozisyonlarıyla biliniyor. Bruegel’in biyografisini yazan Leen Huet, sanatçının bir korku filmini yönetircesine yarattığı bazı köy betimlemelerinden bahseder. O dönemler en öne çıkan eserlerinden 1561 tarihli Dulle Griet (Mad Meg), Bruegel’in Bosch’a göndermeler yaptığı ve dönemin çağdaş Hollanda’sında cehennemin ne olabileceğine dair tahminlerde bulunduğu bir yapıttır.
Yapıta adını veren ve resimde yer alan folklorik karakter Dulle Griet, cehennemi yağmalamak için bekleyen ve tamamı kadınlardan oluşan bir ordunun lideridir. Bu resimde, Bruegel’in betimlediği Hollanda manzaralarının sonu gelmiş gibidir ve fantastik şeytanlarla dolu bir dünyada Griet, takım arkadaşlarını bile gölgede bırakacak kadar güçlü bir şekilde betimlenmiştir. Gerçek dünya tüm fantastik ögelerle birleşmiş ve korkutucu bir hâl almıştır. Resimde dikkat çeken diğer bir unsur ise Griet’e doğru koşmakta olduğunu düşündüğümüz alışılmadık bir canavar tasviridir. Balık pullarına benzeyen tuğlalardan oluşan ve kocaman ağzıyla düşmanlarını yiyen bu figür, cehennemin kapılarını çağrıştırmaktadır.
Kimi bilim insanlarına göre Pieter Bruegel’in Dulle Griet (Mad Meg) tablosu, 16. yy Hollandası’nda kadına bakışı yansıtmaktadır. 1568’e ait bir sözlükte kadınlar şu şekilde tanımlanır:
“Bir kadın gürültü eder, iki kadın belaya sürükler, üç kadın berekettir, dördü kendi arasında çekişir. Beş kadın ise koca bir ordu gibidir ve karşılarında şeytan bile duramaz!”
William Blake, The Punishment of the Thieves (1824–27)
Çizgili hatları ve yumuşak renk dokunuşlarıyla bilinen İngiliz sanatçı William Blake’in cehennemi, acı çekmenin görkemine ve gösterişli sahnelere vurgu yapar. Burada, The Divine Comedy isimli kitabın kapağı için tasarlanan bir illüstrasyon görürüz. 19. yy İngilteresi’nde sosyal ve ekonomik ortamın para hırsına dayandığını düşünen ressam, bu sahnede Dante’nin 24 ve 25. kantosunu resmeder. Rubens’in tablolarından fırlamış gibi görünen bedenler, yeryüzünde açgözlülük ve hırsızlık yaptıkları için yılanlar tarafından sıkıca sarmalanmakta, vücutlarında delikler açılmaktadır.
John Martin, Pandemonium (1841)
19. yy İngiliz ressamlarından John Martin, gösterişli cehennem tasvirleriyle bilinmektedir. Dünyanın sonunu dramatik biçimde resmettiği, ateşler içindeki cehennem tasvirleri birçok resminde ana temadır. İngiliz yazar John Milton’ın 1667’de yazdığı ustalık eseri Paradise Lost, Pandemonium adlı eserde bir tür Martin uyarlaması olarak karşımıza çıkar. Martin’in gözünden gördüğümüz dünyanın sonunda ıssız şehri görkemli kırmızı lavlar kaplarken şeytanın göğe yükselttiği kollar, gizemli melekleri göreve çağırır gibidir.
William-Adolphe Bouguereau, Dante and Virgil (1850)
O dönemler yeniden yükselişe geçen Dante esintisi, ressam William-Adolphe Bouguereau’yu derinden etkilemiş ve tuvalinde hayali bir Dante sahnesi yaratmıştır. Bu tasviriyle yıllardır arzuladığı Prix de Rome ödülünün de sahibi olmuştur.
Bouguereau, günahkâr ruhların çektiği acıyı vurgulamak için Dante’nin şiirinden esinlenir. Dante ve Virgil’i seyirci konumunda izlediğimiz eserde simyacılıkla suçlanan Capocchio ile hırsızlıkla suçlanan Gianni Schicchi arasında geçen şiddet dolu sahneye tanık oluruz. Dante, başyapıtı İlâhi Komedya’da Inferno’yu (Cehennem) “bitmek bilmez bir savaş” olarak tanımlarken Bouguereau’nun tasvir ettiği alan tam da buna gönderme yapmaktadır. Gianni Schicchi, Capocchio’nun boynundan ısırırken Capocchio ise Schicchi’nin saçlarından çekmektedir. Bedenlerin çıplaklığı, acıyla kıvrılan hatlara dikkat çekebilmek için ressam tarafından özellikle vurgulanmıştır.
Edvard Munch, Self-Portrait in Hell (1903)
Norveçli ekspresyonist ressam Edvard Munch, psikolojik ruh hâllerini anlatan portreleriyle bilinmektedir. Kırmızı-siyah arka fonun kasvetli devinimiyle hastalıklı çıplak bedenin yarattığı atmosfer, yer altındaki bir cehennemde acı çeken bir ruhu anlatır. Ünlü ressam henüz çocuk yaşlarında bile melankoliyle çevrili bir dünya ile kutsal kitapta tasvir edilen ölüm sonrası vaatleri düşünürdü. Küçükken yazdığı dizelerde hastalık ve cinneti beşiğinin başındaki melekler olarak tanımlayan Edvard Munch için cehennem, annesinin olmadığı ve hasta olduğu bir dünyada hiç durmadan acımasızca yargılanacağı an demektir.
Franz von Stuck, Inferno (1908)
Franz von Stuck resmi tamamladıktan bir yıl sonra Metropolitan Müzesi’nde gerçekleşen 1909’daki “Inferno” sergisinde izleyiciyle buluşan Inferno adlı resim, soylu bir vahşet olarak değerlendirilir. Sıklıkla öznelerinin çektiği fiziksel ve psikolojik acıya odaklanan sanatçı, buruşmuş yüzleri ve acıdan kıvrılan bedenleri resmeder. Kontrast renklerle çarpıcı bir cehennem görünümü yerine kendi hislerini anlatan Stuck, bu resminde ise günah dolu kaderiyle yüzleşerek onu kabullenmiş bir kadının en dramatik anını yansıtmıştır.
Jake & Dinos Chapman, Fucking Hell (2008)
İngiliz sanatçılar Jake & Dinos Chapman, izleyicileri büyüleyen groteskleri ve eriyerek iç içe geçmiş insan tasvirleriyle biliniyorlar. Bazı eserlerinde tarihin utanç dolu anlarına göndermeler yapan ikilinin Fucking Hell adlı çalışması da bunlardan biri.
İlk bakıldığında minyatürleri andıran bu eser, Nazi Almanyası’nın II. Dünya Savaşı’nda yaptıklarını konu ediniyor. Yaklaşıldıkça korkunç detaylar göze çarparken kan sıçramış ve üst üste dizilmiş kuru kafalar, mutant yaratıklar ve çeşitli formlarda figürler savaşın vahşetini anlatmak için gözler önüne seriliyor. Vitrini andıran dokuz bölümden oluşan eserde savaşın kazanını belirsizken Nazi Almanyası’ndan askerlerin katledildiği tasvirlere de yer veriliyor.
İçerik kaynağı için tıklayınız.
Çeviri: Özüm Ceren İlhan