Her sergi öncesi büyük heyecan duyduğunuzu söylüyorsunuz, nedir bu heyecanın sebebi?
Her sergi öncesi heyecanlanıyorum. Ancak bu defa biraz daha fazla heyecanlı olduğumu hissediyorum. Farklı bir döneme giriyorum bu sergi öncesi yaşadığım heyecan biraz bu durum ile de ilgili olabilir.
Ne tür bir dönem farklılığından bahsediyorsunuz, teknik anlamda mı yoksa ele aldığınız konular mı değişti?
Non figuratif ve soyuta yöneldim. Soyuta kaçmak çok kolay olmadı. Usta ressamların hepsine bakarsanız önce figuratif çalışmalar ile pratik yaptıklarını, ustalaştıkça soyut resme yöneldiklerini görürsünüz. Birtakım şeyleri aşmak lazım soyuta geçmek için. Ben 55 yaşındayım, daha yeni bu yola giriyorum. Kolay değil. Birtakım şeyleri hazmedip yutmuş olmak lazım.
Sanat kariyerinize oldukça genç bir yaşta başlamışsınız. Siz belki bu konuyu anlatmaktan sıkılmış olabilirsiniz, ancak ben ilginç bulduğum için değinmek istiyorum. İlk serginizi 11 yaşında açmışsınız. Merak ediyorum, resime birini örnek alarak mı başladınız?
Birini örnek almadım. Ancak allah vergisi bir yetenek olarak tanımlayabiliriz belki bunu. Elim kalem tuttuğundan beri resim yapıyorum. Okuldan önce resme başladım. Tabii bütün çocuklar resim yapar, önemli olan bunu devam ettirebilmek. Eğer bir yeteneğiniz ve bu işe genetik olarak kabiliyetiniz varsa zaten devamı geliyor.
Rahmetli Hasan Kavruk Güzel Sanatlar Akademisi’ndeyken hocamdı. Beni o keşfetti. Ardından Nuri İyem, Bedri Rahmi Eyupoğlu, Nurullah Berk beni cesaretlendirip desteklediler. Ben 11 yaşında ilk sergimi açtığımda, hocam ile beraber, hocamın bana öğrettikleri ile başladım. İlk sergimi Beyoğlu Güzel Sanatlar Galerisi’nde açtım. Bu bir çocuk sergisi değildi. Hiç unutmuyorum rahmetli annem yaşımı yazmak zorunda kalmıştı. Çünkü gelenler bilmedikleri için, normal büyük bir insan sergisi zannediyorlarmış.
Bir çocuk olarak o yıllarda resim yapmak, sergi açmak sizi nasıl etkiledi?
Resim yapmak benim için bir iş değil, bir yaşam tarzı. O şekilde doğdum çünkü. 11 yaşında resim yapıp, sergi açarak büyük insan muamelesi görüyordum. İlk sattığım resim ile Amerikan Pazarı’ndan oyuncak tabanca aldım. Bir resim daha sattım, koştum bisiklet aldım. Çocuktum çünkü. Altı, yedi yaşımda Bağdat Caddesi’nde yere resimlerimi dizip, çekirdek çiğneyerek resimlerimi satıyordum.
Aileniz de size desteklemiştir diye düşünüyorum.
Kesinlikle. Onların desteği olmasa ben bugünlere gelemezdim. Hocalarım gelir, bana ücretsiz ders verirdi. Yarışmalara girerdim, dünya birinciliklerim ve ödüllerim oldu. Bir top oynadım, bir resim yaptım.
O yıllarda ilk serginizi açarken ressam olacağınızı hissediyor muydunuz, yoksa bunu sadece bir hobi olarak mı görüyordunuz?
Tabii ki hissediyordum. Öyle büyüdüm. Bana 14 yaşımda Harika Çocuklar Kanunu ile burs verdiler. Belki de çocukken yıldız olmak iyi bir şey değil, çünkü her zaman aynı ilgiyi bekliyorsunuz. Ancak herzaman olmayabiliyor. Bazen kötü tepkiler de aldım, böyle şeyler de olabiliyor.
Böyle doğdum, böyle büyüdüm, böyle yaşadım. 20 yaşındaki sergim artık benim için olgunluk dönemiydi. Bütün duygularımı resim yaparak ifade ediyorum.
Resim yaparken nelerden etkileniyorsunuz?
Özel bir şeyden değil. Hepimiz aynı hayatta yaşıyoruz. Hepimiz bir şeylerden etkileniyoruz. Sadece bunları ifade etme biçimimiz farklı. Kimisi bir şeye sinirlendiğinde oturup bütün gün yemek yapabilir, kimisi evi temizleyebilir, kimisi kavga edebilir. Ben ise resim yaparak kavga ediyorum. Bunu yaparken de farkında olmuyorum, çok ifade edebileceğim bir süreç değil. Yaptığım işlerde bilinçaltımın da çok etkisi var.
O halde anlıyorum ki resim yapmadan önce çok fazla plan yapmıyorsunuz. Üretimleriniz olağan sürecinde gelişiyor.
Evet. Hepsi o anlık, o günlük yaşadıklarımdan ortaya çıkıyor. Hiçbir zaman ben bu resmi yapacağım diye masaya oturmuyorum. Resim yapmak benim için tuvalin karşısına geçtiğim zaman başlıyor. Uzun saatler geçiriyorum, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Gecenin bir yarısı uyanıp resme devam ettiğim de oluyor. Nasıl yaptığımın farkında da değilim, başka bir boyut gibi.
“Umudun Işığı” isimli serginizi biraz anlatabilir misiniz. Sergi fikri nasıl gelişti?
Bu serginin artık zamanı gelmişti. Son üç, dört senenin birikimlerinden oluşuyor “Umudun Işığı”. Sergiler için özel resim hazırlamıyorum, bu bana çok doğal gelmiyor. Burada gördüğünüz her şey doğal. İnci Aksoy ve Yahşi Baraz’ın da desteğiyle gelişti sergi süreci. Benim için Ekavart Gallery’nin Vakıf galerisi olması farklı bir anlam taşıyor. Buradan eser alanlar aynı zamanda geleceğin sanatçılarına destek olmuş oluyorlar.
Sergideki işlerin ortak bir teması var mı?
Ortak bir tema kesinlikle var. Serginin ismi olan “Umudun Işığı” resimlerime de yansıyor. Baktığınız zaman her resimde karanlığın içinde yer alan bir ışık ile karşılaşıyorsunuz. Bu ışık, umudun ışığı. Bu detayı resimleri yaptıktan sonra farketim.
Sergide ne tarz eserler karşımıza çıkıyor?
Sergide yağlı boya tablolar, heykeller ve çini mürekkebi çalışmalarım yer alıyor. Sergideki her çalışmada bir mesaj var. Her iş belli bir anlam taşıyor. Anlam ve ruhun olmadığı hiçbir çalışma sanat eseri değildir. Malzeme çok önemli değil. Ben kese kağıdına da resim yapıyorum, inşaattan tahta parçası alıp ona da resim yapıyorum. Önemli olan nereye ve neyle yaptığınız değil, nasıl yaptığınız. Dışarıya ne verdiğiniz ve sizin ne aldığınız önemli.
Evet serginin ismi çok şey ifade ediyor zaten. Bir nebze umut arayışında olduğumuz şu günlerde de bu başlığı duymak insana iyi geliyor.
Aynı ülkede, beraber yaşıyoruz. Kimisi miting yapıyor, kimisi tencereye vuruyor, ben resim yapıyorum.
Yakın zamanda içinde yer alacağınız başka projeler var mı?
Ben dediğim gibi hayatı hep akışına bırakıyorum. Biz bir ekip çalışması yapıyoruz. Çeşitli fikirleri gözten geçirip, gelecekte farklı projeler için de çalışıyoruz. Onlar beni hep devam etmem yönünde destekliyorlar.