11 MART, ÇARŞAMBA, 2015

İnisiyatifler: Dünyalı mı, Marslı mı? III – REC Collective

İnisiyatif söyleşilerime REC Collective ekibinden Sevim Sancaktar ve Selim Süme ile görüşerek devam ettim. Dışarıda hafif kar atıştırmayı sürdürürken Sevim’in Galata’daki bir dağ evini andıran atölye-evinde buluştuk ve ev sahibinin elleriyle hazırladığı bitki çaylarımızı yudumlarken ‘inisiyatif’ konusunu masaya yatırdık. Türkiye’de ve dünyada sanatçı kitapları, inisiyatiflerin sanat piyasasıyla ve mekânla ilişkisi üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

İnisiyatifler: Dünyalı mı, Marslı mı? III – REC Collective

Bir araya gelme kararını nasıl aldınız? Motivasyonlarınız nelerdi?

Sevim: Fotoğraf ve film alanında bireysel üretimler yapan, dayanışmanın önemine inanan bir grup sanatçı olarak  ortak üretim yapacak bir mekân ihtiyacıyla 2008 yılında yan yana geldik. Ortak bir çalışma alanı yaratacağımız  ve üretimlerimizi paylaşacağımız bir platforma ihtiyaç duyuyorduk. ‘Birlikte neler yapabiliriz?’ diye sorduğumuzda üretim süreçlerimizi paylaşma ve işlerimiz üzerine konuşma fikri bizi motive etti. Bireysel üretimlerimizin yanında kolektif olarak üretmek istediğimiz yayınlar bizi basılı mecra üzerine odaklanmaya yönlendirdi. Ve süreçte özellikle işbirlikleri yapabileceğimiz üretimleri önemsemeye başladık.

Sevim Sancaktar ve Selim Süme @Korhan Karaoysal

İnternet sitenizde de mekân isteğinizden bahsediyorsunuz... Ortak bir mekâna sahip olmak sizin için ne ifade ediyor?

Sevim: Evet bir mekân istiyoruz. Ortak mekân hâlâ zaman zaman gündemimize gelen bir konu çünkü mekânın güçlü bir etkileşim oluşturduğuna ve diğer sanatçılarla ortak üretim yapma fırsatı yaratabileceğine inanıyoruz. Mekân yürütmenin zorluklarını da biliyoruz. Ancak şu ana kadar buna gerekli zaman ve finansmanı yaratamadığımız için maalesef gerçekleştiremedik.

Selim: Sonuçta ihtiyacımız olduğunda mekân bulabiliyorsak, yatırımda bulunmak ve ekstra sorumluluk almak bana anlamsız geliyor. İstanbul’un artık bu imkânları yaratabildiğini düşünüyorum. Örneğin, son bir kaç sene içinde, İstanbul’daki sanat fuarları bizi davet etti ve bizde onların alanlarını kendi mekanımız gibi kullandık. Kitap lansmanı yapmak istediğimizde bazı mekânlar da bize kapılarını açtı. Bunların yanında zaten birkaçımız galerilerle çalışıyor, bu sayede işlerini gösterebiliyorlar. Ama bazen hâlâ atölyede ortak vakit geçirebilmek ve üretim süreçlerimizin daha sık içinde olabilmek için ‘Mekânımız olsa mıydı?’ diye sorguladığımız oluyor.


Sevim: Bu aslında bir tercih. Başlarda sergi yapmak istediğimizde, Karaköy henüz bu kadar dönüşmemişken kısa süreliğine bir mekân kiralayıp başka kolektifleri de davet ederek “İmkansız Mekân” isminde bir sergi yapmıştık. Beraber çalışmayı önemsiyoruz. Selim’in bahsettiği gibi birkaç kez fuarda kolektiflere ayrılan alanlara da katıldık ama oralarda işbirliği içinde olmak ve o motivasyonun oradan doğmasını beklemek oldukça zor. Özellikle fuar mekânlarındaki son birkaç tecrübemize dayanarak bu fikre artık pek sıcak bakmıyoruz.

Bu önceki inisiyatif sohbetlerinde de bahsettiğimiz konuydu, o yüzden biraz daha açmak istiyorum. O halde sizin için inisiyatif nedir ve galerilerle, fuarlarla ilişkileri nasıl olmalıdır? Siz bu süreçte neler yaşadınız?

Sevim: Bizim yapılanmamızı kolektif olarak tanımlamak daha doğru olabilir. Bize göre kolektif, bileşenlerinin bağımsız olarak sanatsal üretimde bulunduğu bir yapı, bu üretimlerin gerçekleşmesi için bir dayanışma odağı, adeta bir fikir kooperatifi. Toplantılar yapıp işlerimizi paylaştığımız, hepimizin projeleri hakkında ortak fikir yürüttüğümüz bir platform. İnisiyatifler daha çok bir mekân üzerinden şekilleniyor ve başka sanatçıların işlerini de sergileyen bir yapı olabiliyor. Kolektiflerin fuarla olan ilişkisiyse çok başka. Fuar sonuçta piyasanın baş aktörlerinden, kolektiflerse bu yapının içinde ama farklı bir noktada konumlan(dırıl)maya çalışılıyor. Orada önemli olan bence kolektiflerin yan yana olması. Sonuçta motivasyonumuz kendi işlerimizi görünür kılmak ve beraber üretimlere alan açmak. Benim fuarlarda gözlemlediğim temel sorun işbirliğinin çok belirsiz olması. Bir temsiliyet sorunu yaşanıyor. Bazen herkese bir stant verilip ‘istediğinizi yapın’ denebiliyor. Bu mekânı sadece bir vitrin gibi kullanma yaklaşımı bu fikri aslında temelden değiştiriyor. Sanata pozitif katkısı olabilecek anlamda Türkiye’de kurumsal yapılardan bahsetmek oldukça güç. Dolayısıyla kurumların içinde alınan bireysel inisiyatifler çok önemli bir hale geliyor. Mesela 2013 yılındaki Art International fuarında inisiyatifler kısmının küratörlüğünü Özkan Cangüven, sonraki yıl Merve Ünsal ve Özge Ersoy yapmıştı. Fuarın içinde kendi alanını yaratmaya çalışan önemli çabalardı ve içinde yer almak bizim için önemliydi.

Selim: Her birimizin birbirine yakın hayat görüşleri olmasına rağmen kolektif olarak ortak bir politik söylemden yola çıkmadık. Daha çok üretimlerimizi paylaşmak, birbirimizi eleştirebilmek ve bir yerine beraber olmanın gücünden faydalanmak için bir araya geldik. Bazılarımız galerilerle, fuarlarla, bienallerle, müzelerle ve kurumlarla sürekli iş yapıyor. O yüzden sadece fuara kötü demek bana doğru gelmiyor. Örneğin, ben ticari işler de yapıyorum ve işlerimi alan kişileri ya da beraber çalıştığım firmaları her defasında sorgulamıyorum. Bence dengeli ve samimi bir şekilde ilişkileri kurmak gerekiyor.

Sevim: Zaten iyi-kötü veya siyah-beyaz olmak zorunda değil. Çalıştığımız kurumların ortak paydada nerede durduğu üzerine düşünmek istiyoruz. Ve ortak politik bir söylemimiz de olması gerekmiyor. İşlerimize ve sanatımıza olan yaklaşımımız da başka bir duruş olabilir. Sonuçta, fotoğrafa dair ortak bir söylemimiz var.

Selim: Fuarın bize yaklaşımı da bu noktada önemli oluyor. Son birkaç senedir üretimimiz için bir destek almadan fuarlara katılmamızın yanlış olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü kolektifleri, inisiyatifleri işin içine katarak sosyal sorumluluk yapmış, programlarını genişletmiş böylece sanat izleyicisine hoş gözükmüş oluyorlar. Diğer yandan içeriğe katkıda bulunan bizim gibi sadece özveriyle ayakta kalmaya çalışan yapılarla galerileri eş tutuyorlar. Galerilerin tüm talepleri yerine getirilirken bizim isteklerimiz önemsenmeyince açıkçası hoş olmuyor. Gezi’den sonra bir şeyler değişti! Burayı al, kullan deyince, karşılığında minnet duygusu bekliyorlarsa bunun içinde yokuz.

@Korhan Karaoysal

Peki sizin zorlandığınız zamanlar oldu mu? Örneğin, işbirlikleri yaparken fon bulabiliyor musunuz? Gerçi kiminiz galeriler tarafından temsil ediliyor, belki bu durum biraz daha rahatlatıcı oluyordur. Ama mesela Elipsis kapandı ve siz hepiniz fotoğrafla uğraşan sanatçılarsınız. Gelecekten umutlu musunuz?

Sevim: Hepimizin tepesinde karamsar bir havanın dolaştığı bir dönemde olduğumuzun farkındayız. Bence buna ihtiyacımız da vardı. Herkes biraz kabuğuna çekildi ama elbet tartışabileceğimiz ve bilgilerimizi paylaşabileceğimiz bir platform gelecek ve önemli olan o gün kendimizi hazır hissetmemiz ve yalnız hissetmememiz. İşbirlikleri tabii zor ama genele baktığımızda özellikle fotoğraf anlamında iyiye gidiş var. İletişimsizlikleri aştığımız bir dönemdeyiz. Türkiye’de, fotoğraf 90’lardan sonra keşfedildi gibi bir yaklaşım var ama onun öncesinde de çok iyi işler yapıldı. Bu yaklaşım bazen fotoğraf alanı için zorluk yaratabiliyor. Oturmamış bu piyasanın içinde çok fazla yaşayamayan Elipsis’in kapanması kesinlikle çok büyük bir kayıp oldu. Ben bunu bir dönüşüm olarak görüyorum. Elipsis kapandı ama ileride farklı ve yeni yollarla devam edecek ya da başka platformlar açılacaktır. Bireysel üretimlerimizde galerilerle çalışıyoruz ama kolektifin üretimlerini çalıştığımız galerilerden bağımsız yürütüyoruz. Bir kumbaramız var dönem dönem içerisine para atıyoruz, her proje için koyduğumuz asgari bir bütçe var. Bu sayede, o proje için gerekli ilk adımı atmış oluyoruz.

Selim: Günümüzde fon bulmak, projelerimizi destekleyecek kaynaklar yaratmak 5-10 sene öncesine göre nispeten daha kolay. Konuk sanatçı programları, kamusal veya kâr amacı gütmeyen kurumların verdiği fonlar, proje davetleri eskisine göre daha fazla. Ve internet sayesinde daha kolay ulaşılır durumda. Artık fon için arkadaşlarınızdan veya projenizi beğenenlerden destek isteyebileceğiniz kitlesel finansman (crowdfunding) siteleri de var. Eskiden hiç fotoğraf işleri göstermeyen galerilerin programlarında fotoğrafa daha fazla yer verdiklerini görüyoruz. Evet, bir galeri kapandı ama bir sürü yeni alanlar olacak.

Sevim: Projeye kaynak yaratmanın çok çeşitli yöntemleri var. Senelerce çalışıp kendi fonunu yaratanlar da var, kapı kapı dolaşıp sponsor arayanlar da... Biz kitaplarımızın bir yayınevinin bandrolüyle çıkması için uğraşmadık. Daha çok kolektif üretimlerin içinden çıkacak ulaşılabilir kitaplar yapıp dilediğimizde ücretsiz ya da uygun fiyatlarla dağıtabileceğimiz yapılar bizi heyecanlandırıyor. Fon bulmaya çalışmak yerine güçlerimizi birleştirmeyi seçtik bu zamana kadar.

Bandrol konusu açılmışken, Bandrolsüz’le nasıl bir ilişkiniz var?

Bandrolsüz, kitap ve çoğaltmaların satışı ve dağıtımı için bir imkân oluşturmayı amaçlayan bir kolektif. Beş bileşenden oluşuyor, biz de onlardan biriyiz. Diğer bileşenler: Bakkal Press, Too Many Books, folio ve OnaGore. Bandrolsüz, tam bir kooperatif gibi çalışıyor, kendi ismi altında üretim yapmıyor, üretilen kitapları bir araya getiriyor ve bunlarla çeşitli etkinliklere eklemleniyor. Güzel tarafı, herkese açık olması, bileşen beş yapıdan birisine dahil olmasanız bile kitaplarınızı gönderebiliyor ve sergilere katılabiliyorsunuz.

Naz Cuguoğlu, Serkan Taycan ve Sevim Sancaktar @Korhan Karaoysal

Peki sanatçı kitaplarına ilginiz nasıl başladı? Yurt dışında ‘Printed Matters’, ‘LA Art Book Fair’ ve ‘Motto’ gibi çok iyi örnekler var. Oldukça yükselmekte olan bir alan gibi gözüküyor...

Sevim: Bu konudan bahsedip de BAS’a değinmemek olmaz, BAS’ın sanatçı kitabı üretimine yoğunlaşmasıyla beraber, bu kitaplar üzerine bir koleksiyonunun da oluşmasıyla bugün sanatçı kitabı üzerine düşünen birçok sanatçıya ilham verdiğini düşünüyorum. Kolektif olarak bir araya geldiğimizde süreci paylaşabileceğimiz üretimler yapmak istiyorduk, kendi üretimimiz devam ederken bir yandan da sanatçı kitabı üzerine çalışmak isteğimizi fark ettik; çünkü kitap belli alanlarda yaptığımız üretimleri sınırlandırmayan bir alan ve daha demokratik. Kitapla karşılaşmanız her yerde olabilir, bir kafede veya bir rafta. Ulaşılabilir olması çok önemli. Bir hiyerarşisi de yok. Okumaya ister sondan ister baştan başlayabilirsiniz.

Selim: Kendi işlerimizi basmak ve dolaşıma sokmak istiyorduk. Biz başlarken sanatçı kitapları için bir basım ya da dağıtım mecrası da yoktu. Biz de ‘Fon bulmadan nasıl yapabiliriz?’ diye düşündük. Bandrolsüz de işin içine girince biraz daha rahatladık. Sanatçı kitabı yapmak için şirket olmamız gerekmediğini fark ettik. Bazı kriterlere uygunsanız, kitabınız bandrol almadan da kitapçılarda satılabiliyor. Kitap üretim aşamasında da özgür bir mecra. Bazı sergilerde küratör ya da galeri sahibi, veya basılı yayınlarda editör sizi yönlendirmek isteyebiliyor. Kendi yaptığınız sanatçı kitabındaysa tamamen özgürsünüz.

Sevim: Kitabın deneyselliklere açık olması da önemli. Bir sergide çok ciddi terminler ve sorumluluklar var.

Selim: Almanya’nın önemli bir fotoğraf kitabı yayıncısı Markus Schaden bir söyleşide anlatmıştı; on sene önce, o sene hangi renk modaysa sanatçıdan kitabının kapağını o renk yapmasını istiyorlarmış. Belki roman yazan bir kişi bu durumu çok önemsemeyebilir ama bizim gibi kitabın bütünüyle ilgilenen, onun kendi başına bir eser olduğunu düşünenler için önemli.

Sanatçı kitapları dünyasında ne gibi gelişmeler var?

Sevim: Artık dünyada sanatçı kitapları koleksiyonları ve sergileri yapılıyor. Mesela Indie Photobook Library adında bir internet sitesi var, sanatçı kitapları toplanıyor ve satışı için bir link ile paylaşıyor. Başka oldukça enteresan projeler de mevcut. Mesela Viyana’da yaşayan sanatçı/koleksiyoner Bernhard Cella, ‘NO_ISBN’ isminde ISBN numarası olmayan sanatçı kitaplarını topladığı projesi ile kaydı olmadan üretilen sanatçı kitapları üzerine çeşitli etkinlikler düzenliyor. Aynı zamanda aklıma gelen, yakın zamanda da e-flux’ta da sanatçı kitapları fuarlarıyla ilgili bir tartışma başladı. Bu tartışmalar önemli ve bu alanin ne kadar yayıldığının göstergesi bir anlamda. (http://conversations.e-flux.com/t/why-has-there-been-such-a-boom-in-art-book-fairs/948)

Ben de e-flux’ta okumuştum, bu fuarların çok revaçta olduğundan çünkü kitapların satılabilir yapısı sebebiyle sanatçılara maddi destek sağladığından bahsediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Selim: Bu tarz fuarlarda satılan sanatçı kitaplarının üretilmesi için gereken bütçeleri bulmak hiç kolay değil. Burada kitabının baskı sayısı (edisyonu) da önemli. Sınırlı sayıda kitap üretiyorsanız belki bir destek söz konusu olabilir ama bir baskı sınırı olmadan üretiyorsanız işiniz zor. Fuarlardaki satıştan gelen destek ile hem kitabınızın masrafını karşılamak hem de bir sonraki projenize destek sağlamak neredeyse imkânsız. Ekonomisi güçlü Avrupa ülkelerinde insanların alım gücü bize göre daha yüksek, fuarlarda kitap satmak buraya göre nispeten daha kolay. Ama diyebilirim ki; çevremde sanatçı kitabı üzerinden para kazanıp yaşayan kimse yok. Keşke olsa!

Sevim: Bir yandan da basılı kitap fikri artık tüketilmeye başlandı. Evet, imkânlar arttı ve günümüzde çok daha fazla kitap basılabiliyor, ama az basılanlar hâlâ daha değerli.

Naz Cuguoğlu @Korhan Karaoysal

Evet, sanatçı kitapları henüz Türkiye’de yurt dışındaki kadar piyasalaşmış değil. Belki şu an sanatçıların böyle bir piyasalaşma talebi de yok. Ama ileride olur mu dersiniz?

Selim: Biz Türkiye’de gerçekleştirilen hemen hemen tüm sanatçı kitapları organizasyonlarına katılıyoruz ancak gözlemlerime dayanarak pek fazla bir ilginin olmadığını söyleyebilirim.

Sevim: Yurt dışında fuarlar çok ticarileştiği için de farklı sorunlar doğuyor. Phaidon gibi büyük yayınevleriyle kendi imkânını yaratan küçük yayıncılar yan yana durunca, tılsım bozuluyor. Ama beş sene sonra ne olur bilemiyoruz. Belki tamamen elektronik kitaplar online olarak satılmaya başlanacak. Belki de herkes kütüphanelerindeki kitapları imha edip onlardan objeler yapacak, bilemiyorum.

Selim: Zaten kütüphanesi olan evlerin sayısının azaldığını da üzülerek görebiliyoruz.

Evet, daha çok dekoratif kütüphaneler söz konusu...

Selim: D&R’da en çok satılan sanatçı kitapları, coffee table diye sınıflandırılan kitaplar. Geçen sene lüks evleri fotoğrafladığım bir ticari iş yapıyordum ve gördüm ki çoğu evde aynı kitaplar var. Büyük ve heybetli kitaplar; tabi masada güzel duruyorlar, muhtemelen o kitapların üretimi çok uzun süre devam edecektir ama bizimki gibi sanatçı kitaplarının ömrü ne kadar olur açıkçası öngöremiyorum. Belki Sevim’in dediği gibi sanatçı kitapları da bir süre sonra tamamen online olur. Bu durum sanatçıyı özgürleştirebilir. Açık fikirli olmak ve işin mecrasını ona göre seçmek zorundayız.

Sevim Sancaktar, Serkan Taycan ve Selim Süme @Korhan Karaoysal

Daha eğlenceli olur belki ama ben sanatçı kitaplarının samimiyetini seviyorum. Ipad’de kitap okuma fikrine bir türlü alışamıyorum, kitapların kokusunu seviyorum.

Selim: Benim de ipad’le olan ilişkim, annemin telefonla olan ilişkisine benziyor. Ama bizden sonraki nesil zaten onlarla doğdu. Örneğin, okuduğum bir habere göre İzlanda’da artık el yazısı yerine klavye öğretilecekmiş. Kitabın da bu yönde değişeceği öngörülüyor. Tabii ki bizim gibi kitaba tutkuyla bağlı kişiler üretmeye ve kitap almaya devam edecektir. Sayımızın hiç de az olmadığına inanıyorum!

0
10264
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage