İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, yılın ikinci yarısında, bir kez daha müzenin fotoğraf koleksiyonundan yapılmış bir seçkiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Merih Akoğul’un yaptığı ve Türkiye fotoğrafının yaklaşık son 80 yılında insana odaklanan işleri içeren bir seçkiden oluşan “İnsan İnsanı Çekermiş: Othmar Pferschy’den Günümüze Türkiye Fotoğrafında İnsanın Serüveni”, 18 Aralık 2016 tarihine dek devam edecek.
İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, ilk fotoğraf sergisi “Bizden Görünenler: Cumhuriyet Sonrası Türk Fotoğrafından Bir Seçki”yi de dahil ettiğimizde, İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu’ndaki eserlerden oluşturulmuş bir sergiyi üçüncü kez duvarlarına taşıyor. “Bizden Görünenler”, o dönemki Fotoğraf Danışma Kurulu’nun belirlediği 44 sanatçının müzeye bağışladığı 312 eser arasından seçilmiş 66 fotoğraftan oluşuyordu ve müzenin 2004’ün son günlerine denk gelen açılış sergilerinden biri olmuştu. Müzenin fotoğraf koleksiyonundan derlenen bir sonraki sergiyse Engin Özendes’in küratörlüğündeki 2012 tarihli “Dünden Sonra” başlıklı sergiydi. Özendes, 7.300’ü aşan esere ulaşan fotoğraf koleksiyonunun yapısını yansıtmayı öngördüğü seçkide, Osmanlı’dan günümüze uzanan süreçte -tematik bir bağlamdan ziyade- Türkiye'de fotoğrafın teknik/kavramsal gelişimini ortaya koymayı amaçlamış ve çoğu fotoğrafçının birden fazla işine yer vererek daha bütünlüklü bir portre çizmeye çalışmıştı.
2 Haziran tarihinde açılan “İnsan İnsanı Çekermiş” ise “Türkiye coğrafyasında görünen insanların neredeyse bir asra yaklaşan serüveni”ni göstermeyi hedefleyen bir seçki. Müzenin fotoğraf koleksiyonundaki sekiz bine yakın eser arasında insana odaklanan fotoğraflardan yapılmış bir kürasyondan oluşan “İnsan İnsanı Çekermiş”, küratör Akoğul’un sözleriyle: “...fotoğrafçıların kendilerine özgü bakış açılarıyla, izlenimcilikten anlatımcılığa, belgeselden sanata, Anadolu fonundan stüdyonun gelişmiş olanaklarıyla üretilen çağdaş portrelere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Sergi, dinağimini, içinde insanın yer aldığı fotoğrafların birlikte yarattığı genel hissiyat ve aralarında kurduğu ilişki üzerinden alıyor.” Sergi, bu doğrultuda, fotoğraflarıyla genç cumhuriyetin dünyaya tanıtılmasında büyük rol oynayan ve arşivi kızı tarafından 2005 yılında İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu’na bağışlanan Othmar Pferschy'nin fotoğraflarından başlayarak ağırlıkla kronolojik ama siyah beyaz ve renkli fotoğraflar olarak ayrışmış iki ayrı koldan/duvardan ilerliyor. Her iki duvarda da fotoğraflar, konu, üslûp ya da kompozisyona dayalı yakınlıklar üzerinden eşleştirilmiş.
Serginin hemen girişindeki dört adet Othmar Pferschy fotoğrafıyla başlayan siyah beyaz fotoğraflar duvarında ağırlıkla İstanbul’da ya da Anadolu’nun farklı yerlerinde daha çok kamusal alanlarda çalışan/eğlenen/zaman geçiren insanları ve yaşamlarını konu alan işler, ‘karar anı’ fotoğrafları, Depo Photos’un arşivinden seçilmiş sosyal/sportif/magazinel olaylara dair belgesel fotoğraflar, yine dış mekânda genelde kendi -çalıştıkları, vakit geçirdikleri- ortamlarında poz veren insanların portreleri ve ünlü isimlerin stüdyoda çekilmiş portreleri yer alıyor. Bunlar arasında Zeki Faik İzer’in Micheline İzer portresi, Ozan Sağdıç’ın Diplomatlar’ı, Şahin Kaygun’un -Manuel Alvarez Bravo’nun La Hija de los Danzantes fotoğrafına göz kırpan Galata Rıhtımında Ayrılık isimli Ara Güler fotoğrafıyla yan yana sergilenen- Kuşçu’su, Ersin Alok’un 1968 tarihli Aliye Berger portresi ve hemen yanındaki Sebla Selin Ok’un Being Star serisinden Greta Garbo’su, Gündüz Kayra’nın Aslı Erdoğan portresi ve Yusuf Darıyerli’nin Lodos Fırtınası akılda kalan işler.
Bir Şakir Eczacıbaşı fotoğrafıyla başlayan renkli fotoğraflar duvarı ise yine karşı duvardaki gibi tematik ya da kompozisyona dayalı benzeşmeler üzerinden ilerlerken bu kez yakın dönemden daha fazla ismin çalışmalarıyla karşılaşıyoruz. Anadolu’dan insan manzaraları, gündelik hayattan kareler, miting alanında toplanmış insanlar ya da bir devlet büyüğünü karşılamak üzere bekleyen korumalar gibi kalabalık insan gruplarını konu edinen fotoğraflar ve moda fotoğrafları gibi birbirinden çok uzak tarzlardaki bu renkli fotoğraflar arasından ise Ahmet Sel’in Oryantal Yanılsamalar serisinden bir tellak portresi, Saygun Dura’nın Nemrut Krater Gölü’nde elinde bir sarkaçla poz verdiği arkadan çekilmiş Denge isimli otoportresi, Oğuz Nusret Bilik’in 60 yaş üzerindeki tatilcileri çektiği Summer 60+ serisindeki dört fotoğraftan oluşan kolaj dikkat çekiyor.
“İnsan İnsanı Çekermiş”, tek tek etkileyici ve ilginç fotoğraflardan oluşsa da toplamda -basın bülteninde belirtildiği üzere- Türkiye’nin fotoğraf tarihini yansıtma iddiasını karşılamaktan uzak bir portre çiziyor. Buradaki muhtemelen en temel neden, İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu’nun halen ağırlıklı olarak bağış yoluyla eser toplamaya devam etmesi ve bu nedenle özellikle de günümüz fotoğrafçılarından akla ilk kertede gelebilecek pek çok ismin işlerinin koleksiyonda yer almaması. Aslında bu tespiti yapmak için çok da fazla çabalamaya gerek yok: Son beş-on senedir ticari galerilerde ya da başka kurumlarda kişisel sergi açmış ve fotoğraflarını satışı sunmuş isimleri gözden geçirip kaçının “İnsan İnsanı Çekermiş” seçkisinde yer alabildiğine bakmanız yeterli. Bu noktada aklınıza, “belki de son dönemde üretim yapan isimlerin büyük çoğunluğu ‘insan’a odaklanmıyor olabilir mi?” sorusu gelebilir. Ama Merih Akoğul’un sergi sunum metninde altını çizdiği gibi “Türkiye’de çekilen fotoğraflarda da insansız fotoğraf neredeyse yok gibidir” tespiti geçerliyse, bu soru otomatikman yanıtlanmış oluyor. Eğer bu bir küratöryal tercih değilse, günümüzün önde gelen fotoğrafçılarından pek çoğunun işlerinin “İnsan İnsanı Çekermiş”teki yokluğu, müzenin fotoğraf koleksiyonunu oluştururken önceliği halen bağışlara veriyor olduğuna dair önyargıları destekler nitelikte ve bu durum, koleksiyonun Türkiye’nin fotoğraf tarihini yansıtma idealini gerçekleştirme konusunda halen önünde uzun bir yol olduğuna işaret etmekte.
IstanbulArtNews’un Şubat 2015 sayısı için hazırladığımız “Fotoğrafın Türkiye’deki Sancılı Yolculuğu” başlıklı dosyada, kurumsal koleksiyonların problematik yapısından bahsetmiş ve sanat profesyonellerinin bu konudaki yorumlarını da aktarmıştık. Genel kanı, müzelerin koleksiyon oluşturma mekanizmaları konusunda yeterince şeffaf olmadığı, ayrılan bütçelerin muğlak kaldığı, koleksiyonların envanterlerinin hakkıyla yapılmadığı, koleksiyondaki eserlerin doğru değerlendirilmediği ve bilgi alışverişinin sağlanmadığı yönündeydi. Elbetteki o yazıda söz konusu olan sadece İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonu değildi ama fotoğrafa bünyesinde özel bir galeri ayıran -ki bu galerinin varlığı ve müze içerisinde bir nevi ötekileştirilmesi de oldukça problematik- tek mekân olması sebebiyle İstanbul Modern de bu şeffaflık ve bütçe yokluğu iddialarından nasibini almakta.
İstanbul Modern’in içeriğini kendi ürettiği “Yakın Menzil”, “Tekinsiz Karşılaşmalar”, “Habitat” gibi grup sergilerinden neredeyse hiçbir fotoğrafın yer almaması, Laleper Aytek’in geçtiğimiz günlerde sosyal medyada altını çizdiği gibi yaşayan kadın fotoğrafçılardan sadece tek bir ismin (Sebla Selin Ok) yer alması, yakın dönem sosyal/politik olayları konu alan fotoğrafların azlığı, ‘insan’ gibi çok genel bir bağlayıcılık unsuru dışında daha derin ve özel bir bütünleştirici bağlamın eksikliği ve -günümüzde pek çok sanatçı bir ifade biçimi olarak çok farklı sunum biçimleri ve tekniklerini araştırır ve yeğlerken- sergideki fotoğrafların büyük çoğunluğunun nedense yaklaşık aynı boyutlarda olması ve tekdüze bir şekilde siyah çerçevelerde sunulması, “İnsan İnsanı Çekermiş”in diğer aksayan ayakları.
Bir koleksiyondan bu minvalde bir sergi hazırlamanın pek çok kriteri göz önünde bulundurmayı gerektirdiğini ve önünüzdeki malzemenin kimi zaman elinizi kolunuzu bağlayabileceğini unutmadan, her ne kadar kendi başlarına ‘güzel’ fotoğraflar olsalar da bir araya geldiklerinde söyledikleri “İnsan İnsanı Çekermiş” cümlesinin -belki de biraz aceleye gelmiş olabileceğinden- devrik durduğunu ve serginin yaratmak istediği etkiyi tam anlamıyla yakalayamadığını söyleyerek bitirelim.