Seydi Murat Koç ile kendine özgü tekniğiyle ürettiği, hayvanların ve bitkilerin hakimiyeti ele geçirdiği bir distopyadaki modern kent manzaraları sunan çalışmalarından oluşan son sergisi “Ertesi Gün” üzerine konuştuk.
Sanatçı Seydi Murat Koç, eserlerinde geleneksel yöntemleri ardında bırakıp kendine özgü bir teknikle çizim ve resmin sentezini kuruyor. Bunun hem eserleri hem de kendisi için bir tür derinleşme çabası olduğunu belirtiyor. Ferda Art Platform’da 30 Nisan’a kadar ziyaret edilebilecek “Ertesi Gün / The Day After” sergisinde doğa ve insanlık arasındaki varoluşsal mücadeleye dikkat çekiyor. Koç ile sergide yer alan üretimlerine, üretirken kullandığı tekniğe, ele aldığı meselelerin derinliklerine indiğimiz bir sohbet gerçekleştirdik.
Sevgili Seydi Murat, uzun yıllardır çalışmalarını takip ediyorum, şimdiye kadar birçok sergide iş birliği yaptık. Bu ay Ferda Art Platform'da yeni bir seçki sunuyorsunuz. Şu anki sergide odaklandığınız teknik ve kavramsal konuları bize özetleyebilir misin?
Son serim “Ertesi Gün”de, homo sapiens’in bilindik dünyasının sonuna doğru hızlı adımlar ile ilerleyişini konu alıyorum. “Vertigo” serisinde ortaya çıkmaya başlayan tasarım harikası fakat insansız şehirler, mekânlar ve izleyicisiz sanat yapıtları bu seride yine gündemimde ancak bu seride eşsiz insan tasarımları kendisinden çok daha büyük bir güç olan doğa tarafından ele geçirilmiş hâle geliyor. Bitkilerin kapladığı, terk edilmiş bir İstanbul kurguluyorum, bu yüzden de resimlerimde insan tasarımının altında kalmış doğa tekrar uyanıyor. Ben de boya katmanlarını kazıyarak aynı şekilde altta kalan doğayı ortaya çıkarıyorum.
Çalışma yönteminizi biraz açıklar mısın? Çizim ve resim arasında bir sentez oluştururken aynı zamanda gizleme ve açığa çıkarma arasında da bir yol bulmuşsun gibi görünüyor.
Evet çizim ve boyamanın ikisini de kapsayan bir yöntem geliştiriyorum. Uzun yıllar gravür de çalıştığım için gravürden de bana miras kalmış bir teknik diye düşünüyorum. Resimleri önce tuval üstüne boyuyorum sonrasında yaptığım resmi boya ile kaplıyorum. Son kat ıslakken çizim süreci başlıyor, en üstteki ıslak boyayı ince çizgiler hâlinde kazıyarak alttaki boyayı görünür kılıyorum.
Neden bu karmaşık ve oldukça zaman alan tekniği tercih ediyorsun? Geleneksel teknikleri kullanmak çok daha kolay olmaz mıydı?
Kesinlikle benim için daha kolay olurdu. Ancak uzun süre aynı işe odaklanmak, tekrar eden hareketler yapmak, iş ile daha uzun ve daha derin bir süreç geçirmek beni farklı biçimde etkiliyor. Aynı şeyi sürekli farklı biçimlerde görmek benim gerçeklik ve dünya algımı da değiştiriyor.
Bu tekniğin avantajları neler?
Tekniğin avantajı yukarıda da bahsettiğim gibi öncelikle beni derinleştirmesi ve umuyorum ki, bu işlerime oradan da izleyiciye geçiyordur. Bu tekniği sadece çok emek isteyen bir teknik olarak değerlendirmemek lazım, bunun ötesinde evrenin çok katmanlılığı ve insan algısı üstüne de bir deneyim yaratma çabası ile geliştirmekte olduğum bir teknik diyebiliriz.
Sergide, insanlığın geliştirdiği her türlü teknolojik yeniliğin ve başardığı her kültürel devrimin üstesinden gelen doğanın ezici gücünün altını çiziyorsunuz. Seçkideki insansız manzara görünümleriyle de manzara resim sanatına atıfta bulunduğunuz görülüyor.
Aslında benim resimlerimde oldukça uzun süredir insan figürü geri çekiliyor, görünmezleşiyor. İnsandan geriye kendi yaptıklarının manzarası kalıyor. Öte yandan yaptıklarımın yeni bir tür manzara resmine doğru ilerlediğini hiç düşünmemiştim ancak yorumuna katılıyorum, bence de işlerimi artık bu perspektiften değerlendirmeye başlamak oldukça doğru. Öfkeli ve güçlü doğa imgesi benim için gitgide tinselliği barındıran bir tasvire dönüşüyor. Sanırım kullandığım, geliştirmekte olduğum bu kazıma tekniğini de aynı biçimde daha tinsel bir eylem olarak yaşamaya başlıyorum.
Görünüşe göre çalışmaların karşı karşıya olduğumuz COVID-19 hakkında eleştirel bir yorum yapıyor.
Seriye başlarken hedef doğrudan COVID’i konu almak değildi. Burada da rastlantısal bir paralellik ortaya çıktı. Serinin ilk resmini tamamladığımda henüz pandeminin ilk günleriydi ve neyin içine girdiğimizin farkında bile değildik ancak bahsettiğim serinin ilk işiydi, ben de henüz nereye doğru gittiğimi fark etme, anlamaya çalışma dönemindeydim. Belki de gitgide derinleşen bu tabiat krizi, seriyi de “insanlığın sonu” sorunsalına daha fazla odaklamış olabilir. COVID-19 yaşanmasaydı belki de serinin iç yolculuğu farkı bir yöne kayacaktı.
Aynı zamanda eserlerin I am Legend, The Road ve The Walking Dead gibi kıyamet filmlerine de atıfta bulunuyor gibi görünüyor.
“İnsanlığın sonu” sorunsalı aslında insanlık tarihi süresince kendinden söz ettirmeyi başarmış bir konu. Birçok din, öğreti veya kültte dünyanın sonu gelecekte olacak bir olay olarak kutsal metin, mit veya folklorlerinde ciddi yer tutuyor. Hatta bu konu felsefede de eskatoloji olarak adlandırılıyor. İnsanlığın nihai kaderi veya dünya tarihinin sonuçlandıran olaylar, daha kaba bir tabirle dünyanın sonu ile ilgileniyor. Tabii bu konu sinema için de çok cazip olmuş. Senin de bahsini ettiğin; I am Legend, The Road, The Walking Dead gibi yapımları, yarattıkları kıyamet sonrası evrenlere referans gösterdiğimi söylemek çok doğru olur.
Serginin ismi, The Day After filmiyle de bir ilişki yaratıyor.
The Day After, seriye isim ilhamı olan film. Bir televizyon filmi olmasına rağmen 80’lerde çocukluğunu yaşayan pek çok insanın zihninden anısı silinmemiş bir kült yapım. Seriye bu filmin ismini vermek aslında benim fikrim değildi, ancak bu öneri ile karşılaştığımda hiç düşünmeden, serinin adının bu olması gerektiğini düşündüm. Bence bu isim içinde bir umut da barındırıyor, çünkü kıyametten sonra bile bir “ertesi gün” var ve her yeni gün bir umut var.
Serinin ilginç bir yönüne işaret ediyorsunuz. Birçok izleyici sergiyi distopik bir dünya görüşü olarak görebilirken, bazıları eserleri yeni bir başlangıç umudunun sembolleri olarak değerlendirebilir.
Bence bu resimlerde biz göremesek de insanlar hâlâ oralarda bir yerdeler ve gizlendikleri yerden çıktıklarında doğa ve kendileri arasında daha dengeli bir hayat kurmayı öğrenecekler. İnsanların saklandıkları yerlerden çıkacağı başka bir seriyle ileride karşınıza çıkacak mıyım ben de merakla bekliyorum.
Resimlerinde karakteristik kentsel referansları da ortaya çıkarıyorsun. Kullandığın köprüler, arabalar, endüstriyel yapılar gibi figüratif unsurlara nasıl karar verdin? İşler için temel olarak gerçek fotoğraflar veya görüntüler kullandın mı?
Öncelikle fotoğraflardan yola çıkıyorum, farklı elemanları dijital olarak bir araya getirerek bir kompozisyon oluşturuyorum. Sonrasında dijitalde çalıştığım resmi hareket noktası olarak alıp tuval üstüne boyuyorum. Dijitaldeki kompozisyon bu sırada renk, doku olarak oldukça farklı bir noktaya gidebiliyor. Daha sonrasında resmi tek renk ile kapatıyorum ve kazıyarak yeniden ortaya çıkarıyorum. Her aşamada resim değişime uğruyor, her aşama benim için de sürprizler barındırıyor.
Kentsel referansların yanı sıra, bir dizi küçük çiçek portresi gösteriyorsunuz. Sergide bunların anlamı nedir?
O işlerde Anadolu endemik çiçeklerinden hareket ettim. Bunlar sadece Anadolu’da bulunan bazı çiçekler… Aslında bakarsak bu serimde çoğu resim İstanbul’u anlatıyor daha öncesinde de dünyadaki farklı binalar, mekânlar resmimin konusu oluyordu. Resimlerdeki bitkilerle de tamamı olmasa da elimden geldiğince Anadolu’ya has bir bitkisel doku yaratmayı seçtim. Bu bitkilerin nadide olanlarına ise bir tür “close up” yaptım diyebilirim. Kurgusal mahşeri anlatan resimlerimin ötesinde bu çiçeklere daha derinden bakan, sadece onlara odaklanan ve yine biraz tinsel içerikli işler olarak serinin içinde bir küçük seri olarak ayırdım onları.
Tinsel ile ne demek istiyorsun? Natürün romantik bir fikrinden mi bahsediyorsunuz?
Şimdiye kadar genelde çok figürün bulunduğu, örneğin binalar, heykeller, ağaçlar ve bitkilerden oluşan kompozisyonlar yaptım. Ancak bu sergide ilk defa tek bir odak noktasına yoğunlaşıyorum, çiçeklerin durumunda görüldüğü gibi. Hatta çerçeveyi bile dışarı atıyorum ve çok uzun süre tek bir çiçeğe bakıyor, onu işliyorum. Bu elbette ki tinsel bir süreç… Gittikçe daha içeri, daha yalına ve daha derine gidiyor.
Son olarak, bu serinin öğrenme pratiği hakkında sana bir soru sormak istiyorum. İnsan ve şehir arasındaki ilişkinin yanı sıra insan ve doğa arasındaki ilişkiyi de de uzun bir süredir sorguladığını görüyoruz. Bu sergi de sanatsal araştırman için bir sonuç gibi görünüyor.
Kendi açımdan baktığımda bir sonuca vardığımı söylemek için henüz çok erken ancak benim için oldukça ilginç bir macera olduğunu söyleyebilirim. Resimlerimde şehir, doğa tartışması hep vardı. Kendi sürecimde sanırım bu teknik gibi hep farklı bir katman var ama hep aynı tartışmaya devam ediyorum.