Hüseyin Arıcı, yeni kişisel sergisi “Merhamet” ile x-ist’te sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçı ile yeni sergisi kapsamındaki düşünceleri, sanatındaki dönüşümleri ve “merhamet” düşüncesi etrafında biçimlendirdiği son dönem çalışmaları üzerine konuştuk.
“Merhamet” birçok açıdan ön plana çıkan, gerek Türk-İslam kültüründe, gerekse diğer kültürlerde kendisine geniş kapsamda yer bulan bir kavram. Bu kavram, şüphesiz gerek yazınsal anlamda gerekse sanatsal üretim konusunda sanatçıları oldukça derinden etkileyen de bir unsur. Hüseyin Arıcı da son sergisi “Merhamet” ile bu kavrama oldukça yakın bir yerden oldukça içsel bir bakış sunuyor. Arıcı ile bu kavramı ele alış biçimi, merhamet duyusunun kendisinde ne anlama geldiği ve bu unsuru işlerine nasıl yansıttığı hakkında konuştuk.
İlk olarak şüphesiz serginize adını veren “merhamet” kavramından söze başlamak gerek. Merhamet her ne kadar evrensel bir kavram olsa da her kültür, coğrafya ve toplumda farklı bir şekilde de tanımlanıyor. Ona dair yaklaşım ve ifadeler de farklı süreçlerde farklı biçimlerde değerlendirilebiliyor. Peki Hüseyin Arıcı’nın “merhamet” tanımı nasıl ve siz merhametten söz edince biz ne anlamalıyız?
Merhamet duygusu empatiyle gelişiyor çoğu zaman. Bir canlının yaşadığı felakete ve çektiği ıstıraba tanık olan birçok kişide merhamet hissi uyanır. Canlının çektiği acıyı hissetmeye başladığımda merhamet dileme ihtiyacı duyuyorum. Bazen acıya tanık olmadan da merhamet diliyorum. Hatta güzel, mutlu, sağlıklı, naif ve duyarlı olan her şey için daha çok merhamet diliyorum. Karamsar bir öngörüye sahip olmasam da güzel olduğu için güzelliğinin çalınacağına, huzursuz edileceğine ve bu sebeple sağlığından olup naifliğini kaybedeceğini, sonrasında duyarsızlaşacağını düşünüyorum canlı yaşamın. İyi durumda oldukları için de merhamet diliyorum bozulmasınlar diye… Benim için merhamet iyi olana iyiliğini koruyabilmesi için bir dilek. Bu sergide iyi olan her şey için “merhamet” diledim, ileride kötü olmamaları için…
Özellikle dikkat çektiğiniz konulardan birisi de insanın diğer varlıklarla ilişkisinin “sahte”, doğanın diğer unsurlarla olan ilişkisinin ise “gerçek” oluşu. Peki biz bu sahtelik ve gerçekliği nasıl birbirinden ayırt edebiliriz ve neden bu tür bir ayrım gözetiyorsunuz?
İnsanın yarattığı hiçbir şeyi doğaya yakıştıramıyorum. Uymuyor ve buraya ait değil gibi. Biz doğal canlılar olmamıza rağmen yapaylık diye bir şeyi keşfetmişiz. Doğa tarafından yaratılmamıza rağmen, yapay, suni icatlar çıkarmışız. Doğaya ait üretimlerimizi de yapaylaştırmaya çalışıyoruz. Tarlaları nizamlı ekiyor ve diktiğimiz ağaçları sıra sıra ormanlara dönüştürüyoruz. Faydalandığımız havyaların yaşamını bile daha sistematik bir şekle sokuyoruz. Ben canlı yaşamın endüstrileşmesine karşıyım. İnsanı sahte ve sahtekâr olmakla da suçluyorum çünkü ben bir insan olarak karşı olduğum şeyi tüketiyor ve kullanıyorum. Şehrin merkezinde yaşıyorum, ürettiğim kadar tüketmiyorum, tek başıma yaşayarak bir sürü kaynağı adaletsizce harcıyorum, hiç kullanmadığım tuvaller yaptırıyor, kağıtları özensiz harcıyorum, yediğim etin daha önce bir canlı olduğunu unutup saygısızca onu tokatlayan bir kasabın şovunu alkışlıyorum, altın seviyorum, açlıkla savaşan insanların varlığını bildiğim hâlde tabağımı yarım bırakabiliyorum. Bunları düşündüğümüzde ben “merhamet” isimli bir sergi açıp benim dışımdaki bütün canlılar için yardım diliyorum. Bunu “ben”(insan) yaptığım için yapmacık geliyor, işte yeryüzündeki insanları da benim gibi görüyorum.
Bir “güç kaynağı olarak insan” ve “zulmettikleri” (doğa-canlılar) denkleminden/çatışmasından söz edebiliriz. Üstelik bu durum zaman içerisinde güce dayalı hiyerarşik bir ilişkiye de neden oluyor. Peki bu süreç sizce nasıl gelişti ve bu çatışma sizin eserlerinize nasıl yansıdı?
Bu süreci geliştiren anladığım kadarıyla doğadaki her şeyin insanlar için yaratıldığı düşüncesine inananlar veya bunun ne demek olduğunu anlayamayanlar. Ben bu söylemin ne anlama geldiğini bilmiyorum. Güç insana verilmiş mi, yoksa insan doğa karşısında güçsüz olduğu için mi güçlenmiş? Sanırım insanın güçlü olduğuna inanması büyük bir yanılsama. Bu yanılsama ile uygarlığını geliştirmeyi başarmış. Benim çalışmalarım, yanılgılardan, yalanlardan, yansımalardan ibaret, çalışmalarıma böyle etki etmiş olabilir.
Her sanatçı kişisel üretimlerinde farklı konulara farklı bir açıdan yaklaşmayı dener şüphesiz. Daha geniş bir planda, bir sergi meydana getirirkenbu durum daha da farklılaşabilir. Bu açıdan siz, “Merhamet”i belirli bir konsept etrafında, merkezinize aldığınız temel bir düşünce etrafında ördünüz. Peki sizi bu kavram ve bu kavramı doğa-insan çatışması üzerinden ele almaya iten ne oldu?
“Merhamet” serisini sadece doğa ve insan çatışması olarak adlandırmak istemem. Burada İnsanın kendi türünün zorbalığı karşısında bir mücadele de var. Benim yıllardır not aldığım defterlerim var. Birçok projemi gerçekleştirmesem de yazıyor ve geliştiriyorum. Bu yıl yapmak istediğim neredeyse bütün sergilerimi karamsar bir ruh hâliyle oluşturduğumu bilerek, bu ruh hâlinden uzak yeni bir projemi geliştirmekle başladım. Yeni yılla birlikte pek iç açıcı olmayan gelişmelerin yaşanması beni de hâliyle çok etkiledi. Bir yandan sosyolojik sorunlar, salgın, sanatın ilerleyişi, pop kültürün duyarsızlığı, bitmeyen savaşlar derken bu can sıkıcı atmosferden gene kurtulamadım. Bu kadar sorunun için de tek bir soruna da odaklanamadım. Bu sebeple her sorun için kısa bir duayı not alarak iki yıl önce yazmış olduğum ve hiç gerçekleştirmediğim bu projemi oluşturdum. Seride oluşan çalışmaları daha iyi kavramak için sizle bu dua metnini de paylaşmak istiyorum.
Bütün kâinatın yaratıcısı,
Bana ve yarattığın dünyana merhamet et.
Beni affet.
Nereye baksam kederle dolmuş, gözlerim iyiyi görmüyor artık. Kaldır perdelerimi kurtulayım bu kasvetten.
Neyin içine düştüm? Neyle mücadelem?
Merhamet et ve al beni bu insanların yanından ya da beni de onlar gibi “bağışla”! Bağışla ki ben de bunca sorunu görmeyeyim, gören gözlerime rağmen… Ben de onlar gibi duymayayım kötü sözleri, duyan kulaklarıma rağmen…
Merhamet et ve öldür beni, canım yanarken yarattığım dünyamı izleyenleri, dünyamı eleştirenleri sevdirmeyeyim.
Merhamet et ve öpsün beni. Ben de bir prens ya da prenses olayım. Tıpkı kendini güzel saymış, üstün görmüş insanlar gibi… Al kamburumu sırtımdan. Ben olmaktan çıkayım ve onlar gibi olayım.
Merhamet et ve aşık et beni de… Kumrular, güvercinler gibi dolanayım sevgilimin boynuna. İnsanlar bizi izlerken doysunlar aşkımızın meyvesine, yarattığımız esere…
Merhamet et ve aksın sütüm ayaklarına kadar. Hiçbir inanç helal olmasın bana, yarattığın kullarına… Ne ben ne de kulların bilir inancın kıymetini. Kıymet bilen bulunmaz bu merhametsiz cağda…
Merhamet et ve yok et artık doğal kaynaklarını. Bir altın, biraz fosil için, bir taş için ezilmesin günahsız karıncalar.
Merhamet et ve utandır beni. Yabanıl hayatı zevk uğruna avlayan kullarından olduğum içim… Utandır beni zevkle parçalara ayırıp şovla tükettiğim canlıların için. Onların cansız bedenlerini sergilediğim için…
Merhamet et ve sevmesin beni insanlar. Bozmasınlar ağımı, kendimle kurduğum bağlarımı… Sevdir onlara örümceği. Affet örümcek kafalılığımı, insana olan korkumu, yargılarımı…
Merhamet et, yaşasın şahmeran. Kucağında ölmüş diğer yarısı… “Canavar” dediği varlıktan daha fazla canavar olan insanlarını…
Merhamet et olur olmaz her yere yuva yapan kuşlarına. Her yeri yok et ki bir yuvaya ihtiyaç duymasın canlıların. Bozulacak hiçbir şey kalmasın artık bu dünyada.
Merhamet et ve affet kurumak zorunda olan çiçeklerini, affet onları susuz bırakan yağmurları ve etrafında gezinen örümcekleri…
Merhamet et ve hiç et beni… İçim de dışım da bir olsun artık.
Bağışla beni ve bütün sevdiklerimi…
Bütün sergi yazdığım bu dua ile şeklendi.
Sergi kapsamında gösterilen çalışmalarınızda sadece insan ve öteki canlılar arasındaki ilişkiye değil, canlı olmayan diğer doğa unsurlarına ve ölü varlıklara da değiniyorsunuz. Sözgelimi farklı element ve maddelere. (Merhamet Et ve Affet Kurumak Zorunda Olan Çiçeklerini III-IV, Merhamet Et ve Sevmesin Beni İnsanlar I-III gibi) Peki, bizim “cansız” olarak tanımladığımız bu varlıkların evrendeki ve sizin sanatınızdaki yeri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
İlk sorularınızda iyi olduğuna inandığım şeyler için merhamet dilediğimden bahsetmiştim. Bunu üzerinden anlamak istiyorum. “Affet Kurumak Zorunda Olan Çiçeklerini” burada bağışlamasını istediğim çiçeklere sahip olmak için koparan insan. Çiçek güzelliğinin kurbanı. İnsan güzel olan her şey için bunu yapmıyor mu? Güzel olan her şeyi toplamak için çalışıyor ve hatta savaşıyor. Bunun üzerine çalıştığım “Güzellikler için Savaştı Medeniyetin Güzelleri” isimli sergimde daha geniş bir yelpazede değerlendirmiştim. Yeni güzeller inşa etmek için yok ettiğimiz başka güzelleri düşünerek “Sevmesin Beni İnsanlar” ile dileğim şudur, insanlar beni kötü ve çirkin bulsun benden hoşlanmasın, benimle ilgilenmesin ki yaşamayı başarayım. Çiçekler, hayvanlar, ormanlar, madenler için yok edilen habitat gibi birçok şeyi sayabiliriz. İnsanlar karıncanın da altın kadar değerli olduğunu anlayamazlar. Güzel ve değerli olduğunu düşündüğü altın için karıncanın yok olmasını önemsemezler.
Genel olarak tablolarınıza hâkim olan “beyaz” bir fondan söz edebiliriz. Bu fon/renk, ön plandaki öğeleri daha da belirgin kılarken izleyiciyi huzurlu bir âna hazırlıyor, sözgelimi Merhamet Et ve Âşık Et Beni de gibi üretimlerinizde. Peki siz, üretimlerinizdeki temel renk olan beyaz (fon) ile neye işaret etmek istiyorsunuz?
Beyazı kasıtlı seçmedim. Ben kavramları biçimlere dönüştürürken hâliyle vurgulamam gerekenleri merkeze alırım. Bu merkez kompozisyonu tasarlayış biçimime göre değişir. Beyazın sterilliğini, düşünce ile kirletmek hoş bir his tabii. Her çalışmanın ismi onun için hazırladığım duadan geliyor demiştim. Verdiğiniz örnek çalışmanın duası şöyle devam ediyor “Merhamet et ve aşık et beni de… Kumrular, güvercinler gibi dolanayım sevgilimin boynuna. İnsanlar bizi izlerken doysunlar aşkımızın meyvesine, yarattığımız esere…”. Kısaca çerçevenin merkezindeki beyaz alan kumruların dışkılarıyla pislenirken, beyaz dışkıyla özdeşleşen aşk meyvesi ve sanat eseri imajını da kirlenmiş oluyor. Sergiyi karanlık ve füme duvarlar üzerine kurguladım. Aslında ben fon olarak fümeyi kullandım. Kasveti arttırmak ve ruh hâlimi izleyiciye mekânla birlikte yaşatmak içim.
Sanırım Merhamet Et ve Öldür Beni başlıklı eseriniz siyahın/karanlığın ön plana çıktığı tek çalışmanız. Bu eserinizde karanlığa karışmakta olan bir insan bedenine rastlıyoruz. İnsan ve insan bedenine dair bu imgeniz oldukça dikkat çekici. Peki bu noktada insanoğlu neden karanlıkta? O da diğer canlılar gibi aydınlığa/beyaza kavuşamaz mı?
Daha önce de söylediğim gibi bunu çok da bilinçli tasarlamadım ama sizin okumanızı da çok yerinde buluyorum. Bu amaçla kurgulanmış olsaydım (siyah ve beyaz yüzey) şöyle yanıtlardım; hayır kavuşamaz! Ben bu çalışmayı Hans Holbein’in 1521 yılında yarattığı Mezarındaki İsa isimli çalışmasından referansla hazırladım. Bu resimde biçimle ilgili güzel bir deneyim var. Bir göz aldanması (tromp ı’oeil) ve yanılsama üslubu içinde gelişmiş bir resim. Geçmiş çalışmalarımda bu tutumla yaptığım pek çok çalışmam var. Bu sergide ben İsa’nın ölü bedeni yerine, can çekişmekte olan bir insanı kurguladım. Daracık bir sandık içine tıkılmış ölmesi bekleniyor gibi. Sanatçının bir temsili olan bu efeminen beden şöyle söylüyor, “Merhamet et ve öldür beni, canım yanarken yarattığım dünyamı izleyenleri, dünyamı eleştirenleri sevdirmeyeyim.”
Son bir soru olarak, “Merhamet” ile kimden merhamet istiyorsunuz ve dilediğiniz/istediğiniz merhameti bulabileceğinizi düşünüyor musunuz?
Büyük yaratıcı olarak inandığım Tanrıdan ve onun yarattığı insanlarından. Dileğim ise artık güzel ve iyi olan her şeyi yok etmesi çünkü dünyada iyi olan şeyler açı çekiyor ve hayatta kalmak için kıvranıyor. İyi olanın yaşamda kalmasını ve korunmasını hep diledim ama gerçek olmadı. Ben de dileğimi iyinin yaşamını sonlandırması isteğiyle değiştirdim. Hiç değilse iyilik daha fazla acı çekmeden yok olsun ve dünyanın bütün kötüleriyle kötülükleri baş başa kalsınlar.
“Merhamet”, 10 Ekim 2020 tarihine kadar x-ist’te ziyaret edilebilir.