Batı biliminin aşırı tanımlayıcı olma çabasından global olarak şikayet etmeye başladığımız bu dönemlerde, sanatsal araştırma da Batı bilimini yeniden yorumlamalara açarak, bizleri yeni deney alanlarıyla tanıştırıyor. Svenja Schüffler, sanat pratiğiyle kendi hakimiyet alanından bilim ve sanatı bir değişim platformuna oturtup buradan dünyayı, insanoğlunu ve de kişisel olarak içinde bulunduğu çıkmazları yeniden değerlendiriyor. Kendisiyle Berlin’deki stüdyosunda görüştük.
Svenja, sanat eğitimi dışında bir eğitim daha almış olduğunu biliyorum. Farklı disiplindeki okul yıllarının sanattaki pozisyonunu nasıl etkilediğinden bahseder misin?
Evet Ece, bu önemli bir soru, çünkü aldığım eğitim belli fenomenlere belli bir perspektif ve derinlik ile bakmamı sağlıyor. Benim sanattaki bakış açımı ve sanata yaklaşımımı biçimlendiren şey bu eğitimdi. Uzun zamandan beri dünya ile ilgili sorular çalışmalarımın ana konusunu oluşturuyordu. Bu yoğun konuyla çalışmaya yeltenmek ise Jeoloji eğitimim ve de Coğrafi Bilgi Bilimi ve Sistemleri üzerine yüksek lisans yapmamla mümkün oldu.
Bu konu geçtiğimiz senelerde doğal bilimlerin bir kolu olan Anthropocene [anthropo- (insan) ve -cene (yeni, çağ)] söylemi ile sanat ortamının odağı oldu. Berlin’deki Haus Der Kulturen der Welt de üç senedir süren Anthropocene projesini yeni tamamladı.
Kesinlikle, yerbilimciler yeni bir jeolojik dönemi tartışıyorlar: Anthropocene. İnsan aktivitesinin gezegenimiz için ana jeolojik faktör haline geldiği bir dönem bu. Ve bu dönem bilim adamları tarafından yer katmanından da okunabilir. Aynı zamanda bu konsept dünyanın bizim istismarımıza ve de iklim, yemek gibi konularla ilintili yaşama koşullarımızı değiştirmeye tenezzül etmiyor olmamıza karşı verdiği reaksiyonu da görünür kılıyor.
Peki bir yerbilimci uzmanı yerine seni bir sanatçı olmaya iten hangi olaydı?
Coğrafi bir haritada heybetli bir dağın sınırını nereye koyman gerektiğini düşündüğün anı düşün. Yıllar önce Sardinya’da haritalama tezimi yaparken bu küçük hareket beni çok büyük ama aynı zamanda da ürkütücü bir heyecanın içine itti. Bana bakış açımı değiştiren antropolojik bir katmanı gösterdi. İç güdüsel olarak kendime sordum: Bu basit bir çizgi çizme eylemi aslında önemli bir insani pratiğini yansıtmıyor mu? Agresif ve progresif bir karar insanoğlunun dünyayı ele geçirmesinin tarihini anlatmıyor mu? Bu olay ile kariyerimi sanatçı olmaya doğru yönelttim.
Bu bağlamda bilim ve sanat arasındaki çok katmanlı bir biçimde pozisyonunu koruyorsun. Bu yaklaşımla HKW’de geçtiğimiz Ağustos ayında geçekleştirilen Forecast Forum programına 70 ülkeden 360 başvuru arasından seçilen 30 kişiden birisi olarak yer aldın. Hangi proje ile başvurmuştun?
Proje, İstanbul’un sismik riski konusuna iletişim ve algı açısından yaklaşıyor. Türkiye deprem açısından yüksek tehlike arz eden bir ülke, ayrıca İstanbul da hızlı gelişmesinden dolayı yüksek risk altında. Bu problemin farkında olunmasına rağmen, sismik riskin topluma ve karar mercilerine iletilmesi konusunda ayrı bir problem var. Bilimsel olarak tam da kesin olarak bilinmeyen, olasılıklar biçiminde bir bilgi ile bize naklediliyor. Gelecekteki olası depremlerle olası binaların çökmesi gibi. Peki ama önemli sonuçları olan bu düşük olasılıkları nasıl algılamalı ve haklarında nasıl karar vermeliyiz? Benim projem sergi mekânına gerçek bir risk yerleştirerek bu tür bir algıyı deneyimleme olanağı sunuyor. Bunu yaparken de betonarmenin bir yapı malzemesi olarak tarihi ve kültürel rolünü de hesaba katmayı amaçlıyor.
Proje dahilinde bilimadamları ile de çalışıyor musun?
Potsdam’daki German Research Centre for Geoscience GFZ’deki sismologlar ile işbirliği yapıyorum. GFZ resmi olarak projemi destekliyor, zaten İstanbul ve Marmara Denizi’ndeki sismik risk üzerine çalışıyorlar. Ayrıca iletişim ve deprem mühendisliği konularında da Potsdam’daki Institute of Advanced Sustainability Studies ve Berlin Teknik Üniversitesi’yle çalışıyorum.
Anthropomorpha projen de yine bilim ile sanat arasına duruyor. Maymunlar ve insanlar arasındaki ince çizgiye nasıl yaklaşıyorsun?
Bizler bir sınıflandırma yaptığımız için bu çizgi çok ince. Aslında da her sınıflandırma yeniden tartışılabilir ve değiştirilebilir. Peki eğer böyle yapılırsa bunun sonucu bizleri nereye götürür? 2011’de kariyerimi bu deneyle sanata yönlendirdim. Kendimi insan ve hayvanın arasındaki bu ince çizgiye yerleştirdim. Defunct Taxon adıyla kendi boyutumda kendimi yaptığım çizim bu döneme denk gelir. Bir anlamda Carl von Linné’yi takip ediyordum.
İsveçli biyologdan mı bahsediyorsun, 18. yy. da modern bilimsel taksonominin en önemli ismi olan?
Evet, Carl von Linné bilimsel olarak Homo’yu (insan cinsi) maymun ile beraber “insan gibi” anlamına gelen Antropomorfa kategorisine koymuştu. Homo’yu kendisinin farkında olabilen, insan olabilmek için ilk önce insan olmadığının farkında olan bir hayvan olarak sınıflandırdı… Sınıflandırmada ve sınır çizmede paradoksal bir mekanizma bu. Benim yapmış olduğum otoportre, kati bir sınıflandırmaya direnerek bu paradoksal sınıflandırmayı ve sınırı bir dengeye koyuyor. Bunu da sadece sanatın yaratabileceği bir alan ve açıklık sunarak yapıyor.
Anthropomorpha projende yokluk (absence) konusuna nasıl yaklaşıyorsun?
Maymunları tekinsiz yaratıklar olarak görüyorum. Büyük ihtimalle bizim kendi cinslerimize benzedikleri için. İnsan ve hayvan arasındaki kati ayırımın var olmadığını, yani yokluğunu gösteriyorlar. Tam da -yokluğun sembolü olarak- tekinsiz özelliğinden dolayı (Apo)tropaion işimde maymunları kullandım. Çizdiğim maymunların yokluğu geri püskürtme görevleri var, burada aşk objesinin yokluğundan bahsediyorum, yani birinin yokluğundan. Aslında kötülüğe karşı koruyucu pratik çok eski bir şey. Hayvansal büyü “işlerim” kendimden uzakta tutmak istediğim şeylere yöneliyor.
Ayrıca işleri üretirken tekrarlayan eyleme verdiğin özel konsantrasyon da ilginç. (Apo)tropaion için kağıttan 50.000 yara bandı yapıp, bıçakla kağıdın üzerinde milyonlarca çizgi oydun.
Bu, durumla baş etmek için yapılmış bir şey. Yoklukla baş etmek için ona bir varlık verme metodu. Bu aynı zamanda fetiş objesinin muğlak rolü ile de ilgili. 50.000 yara bandı, milyonlarca darbe ile kağıdı yaralayarak yaptığım çizgiler ve tekinsiz maymun çizimleri aslında başka bir şeyin yerine geçme eylemi. Bunlar yokluğun aslında hiçbir zaman üstesinden gelinemeyeceğini ve hiçbir zaman bir tatmin hissinin elde edilmeyeceğini temsil eden eylemler. Bu yüzden bu kadar obsesif bir biçimde tekrarlamalar var.
Peki bu tekrarlar üzerinden işin kontrolünü sağladığını söyleyebilir miyiz? İşlerinin ne kadarı planlı, ne kadarın tesadüflere olanak vermekte?
Ben kontrol ve plan yerine ciddi araştırma demeyi tercih ederim, ki bu benim bilimsel araştırmamdan çok da farklı değil. Spekülatif muhakeme, hipotez geliştirme ve perspektivizmi yaratıcı metod olarak kullanıyorum. Yeni bağlantılar ve zıtlıklar için bir araştırma, ki bu da daha önce bir araya getirilebileceğini düşünmediğimiz şeyleri bir araya getirmek anlamına geliyor.
Bu aralar hangi temalar üzerine çalışıyorsun?
Aslında son yıllarda birbirine paralel olarak çalıştığım üç tema var. Birisi iş ve değer konusuna odaklanıyor, bir diğeri geleceğin politik toplumları için mültecilerin sahip olması gereken kabul edilebilir yasal ve toplumsal statülere yönelik. Önümüzdeki sene ise deprem projemi geliştirip, enstelasyonlar ve çizimlerle Erken Deprem Uyarı Sistemleri ile ilişkimize ve deneyimlerimize doğru yönelmek istiyorum. Benim ilgim fark etme mekanizmasına ve otonom karar veren teknik ortamlara yönelik. Bu ortamlar bizleri sadece birkaç saniyelik önemli uyarı sensörlerini algılamamızdan ve bu konu ile ilgili ilişki kurmamızdan doğan problemlerle yüzyüze getiriyor. GFZ İstanbul’daki bu teknolojik ortamlar üzerine çalışmalar yapıyor, ben de onların deneyimlerinden yararlanmayı umuyorum.
Yakında gerçekleşecek sergilerin, projelerin var mı?
Bu yeni araştırmanın sonuçlarını 2016’nın sonunda Galeri Gerken’deki sergimde göstermeyi planlıyorum. Bahar ayında HKW’deki Anthropocene Campus: The Technosphere Issue programına katılacağım, eminim buradaki seminerler gelecekteki projelerime katkıda bulunacaktır. Önümüzdeki Ocak ayında ise Dresden’de Anthropomorpha projemi gösterebileceğim bir solo sergim olacak. Deprem riski projesi için İstanbul’dan küratörler ve şehir plancıları ile işbirlikleri yaratmayı da umuyorum.
http://svenja-schueffler.de/