İstanbul Bienali’nin bu yılki en gözle görülür farklarından biri 30’dan fazla mekana yayılıyor olması. TUZLU SU başlığından yola çıkılarak bu bir yol çizildi sanırım...
14. İstanbul Bienali, TUZLU SU başlığıyla, denize, dalgalara, gözyaşına ve düğümlere gönderme yapıyor. Bienal şehre, ortasından geçen Boğaz’ın üzerinden yayılıyor. TUZLU SU, Boğaz’ın ritmini takip ederek şehri akışkan bağlarla dolaşıyor. Karadeniz’in Marmara Denizi’ne kavuştuğu Rumeli Feneri’nden Kadıköy’e, Şişli’den Haliç’e ve Adalar’a denizde ve karada 30’un üzerinde mekanda düşünce biçimleri üzerine yepyeni bir teori kuruyor. Mekanların sayısı ve dağılımı izleyicilere bu serginin üzerinde düşünecek vakti de tanıyor ve sergi izleme deneyiminin hızını yavaşlatıyor. İstanbul Modern, ARTER, İtalyan Okulu ve Galata Rum Okulu’nda yer alan karma sergilerin yanı sıra içlerinde faaliyette olan ve olmayan okulların, eski garajların, otel odalarının, depoların, eski konutların da olduğu mekanlarda sanatçıların solo sunumları gerçekleşiyor. Bu bienal, sanatçılarının işlerinin rahat nefes aldığı, kendi alanlarını yarattığı ve belirli ortaklıklar ve zıtlıklar üzerinden birbirleriyle ilişki kurdukları bir bienal.
Bahsettiğiniz gibi bienal mekanları arasında otopark, otel, ada gibi aslında sergi mekanı olmayan pek çok yer var. Buraları, sergi alanı haline getirmeye nasıl hazırlıyorsunuz?
Bu bienalde müzeler, sanat kurumları gibi sergi mekanları olarak kullanılan yerler dışında izleyicilerin karşısına sergi izlemek için alışıldık olmayan mekanlar da çıkacak. Denizin ve karanın üstünde geçiciliği ön plana çıkan otel odaları, balıkçı tekneleri, otoparklar gibi mekanların her birinde bir sanatçının işi izlenebilecek. Sanatçıların üretimlerine ve işlerine uygun olarak mekanlar seçildi.
Peki tüm bu mekanlar nasıl seçildi, hangi kriterler göz önünde tutuldu, ortak noktaları var mı?
Mekanlara ulaşım için deniz taşıma araçlarının kullanılması ve denizin üstünde vakit geçirilmesi, izleyiciler için de bu bienali şekillendiren ilham kaynaklarına yakınlaşmakta önemli rol oynuyor. Mekan seçimlerinin belki de en kritik hamlesi, tarihinde ilk kez bienalin rotasına alınan Adalar. Neredeyse 100 yıl önce yaklaşık 80 bin köpeğin ölüme terk edildiği Sivriada, bir travmanın sanat aracılığıyla dönüştürülme ihtimalini tartışmaya açıyor. Diğer yandan 1929-1933 yılları arasında sürgün kaldığı Büyükada’da otobiyografisini yazan Troçki de adada yeni iş üreten sanatçıların ilham aldıkları bir düşünür.
Bienalle birlikte Büyükada’nın turizm trafiği de artacak yüksek ihtimalle. Bu konuda Ada’da bir çalışma var mı biliyor musunuz?
Büyükada’da Kent Konseyi, Belediye ve Ada sakinleriyle bienalin bu sene Ada’da da gerçekleşeceği bilgisini önceden paylaşarak desteklerini aldık. Bienal izleyicisinin, Ada’daki yedi mekanda sanatçıların işlerini izlemek için eylül ve ekim aylarında adayı ziyaret edeceklerini düşünüyoruz. Adanın yüksek sezonu dışındaki bu sonbahar aylarında farklı bir şekilde deneyimleneceğine inanıyoruz.
Bir de bienalin ziyarete açık olmayan binaları var. Casa Garibaldi binası ve Riva kumsalı gibi... Bunların hikayesi nedir?
Bu bienalin araştırma sürecinde bienali şekillendiren Carolyn Christov- Bakargiev ve sanatçıları etkileyen ve ilham veren mekanlardan Casa Garibaldi, Riva Kumsalı ve Fransız Yetimhanesi ‘hayali mekanlar’ olarak tasarlandılar. Bu mekanlar çeşitli nedenlerden ziyarete açık değil ama süreçte önemli rolleri olduğundan izleyicilerle paylaşmak istedik.
İşin organizasyonu açısından da zor olmalı bu kadar fazla mekanda birden düzenlemeler yapmak... Biraz bienal ekibinden bahseder misiniz bize?
Tabii ki 30’un üzerinde mekanda yaklaşık 60 yeni prodüksiyon gerçekleştirmek çok dikkatli bir planlama ve kusursuz bir uygulama gerektiriyor. Bienal ekibinin adanmışlığı ve heyecanı, bu zorlu gözüken süreci keyifli bir hale de getiriyor. Bienalin başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için ekip çalışması ve dayanışma çok önemli; inanılmaz harika bir ekip sayesinde umarım tarihe geçecek bir bienal, izleyicisini bekliyor.
Sizden biraz ipucu istesek.. Örneğin sizi en çok heyecanlandıran bienal mekanı neresi? Nereleri sabırsızlıkla bekliyorsunuz?
Bu soru benim için gerçekten zor. Her mekanın ve her sanatçının yeri benim için özel; bu bağlamda bir ayrım yapmam zor, ama Adalar’ın bienal rotasına girmesinin beni çok heyecanlandırdığını söyleyebilirim.
2003 yılından beri İstanbul Bienali’nde çalışıyorsunuz... Geçen 12 yıllık süreçte bienalin nasıl değiştiğini birebir yaşayan biri olarak sizden öğrenmek isteriz. Bienal teknik ve sanatsal açıdan nasıl gelişti?
2003 yılından beri ekibinde bulunduğum ve 2008 yılından beri direktörü olduğum İstanbul Bienali, son 10 sene içinde sanatsal olarak yeni formlar, yeni kavramlar sunduğu ve farklı tartışma alanları açtığı için uluslararası sanat dünyasının en merakla beklenen sergisi haline geldi. Ve izleyici sayısı geçen bienal itibariyle yaklaşık 340 bin kişiye ulaştı.
Şu an hazırlıklar ne durumda? İşin en gergin zamanında mısınız yoksa en rahat zamanı mı şu an?
Sergi kurulumu, iki yıllık hazırlık çalışmalarının mekanlarda ayağa kalktığı, sanatçıların İstanbul’a işlerini yerleştirmek için geldiği ve tüm konuların aynı anda çözülmek zorunda olduğu bir dönemdir. En heyecanlı, en yorucu, bir o kadar da en keyifli zamanların içindeyiz, diyebilirim.
Aynı zamanda Uluslararası Bienaller Birliği’nin başkan yardımcısısınız. Bu birlikten ve buradaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Kar amacı gütmeyen bir sanat birliği olan Uluslararası Bienaller Birliği (IBA), güncel sanat dünyasında profesyonel bir network oluşturarak, bienaller, trienaller ve sanatla ilişkili diğer disiplinler arasında küratoryel, sanatsal ve deneyime dayalı bilgi paylaşımı sağlamayı amaçlıyor. Bu birlikte başkan yardımcılığının yanı sıra “Programlama, İçerik ve Pedagoji” çalışma grubunun moderatörü olarak bienaller arasında içeriğe bağlı işbirliklerinin geliştirilmesi üzerine çalışıyorum.
“Bienaller Nasıl Özeleştiri Yapabilir?” başlıklı bir panelin moderatörlüğünü yapmıştınız. Türkiye ve özeleştiri, yan yana çok da kolay duramayan iki kelime. Yine de sizden Türkiye’deki güncel/kavramsal sanatta bienalin yerine dair bir özeleştiri istesek...
Özeleştirinin her çalışma için yapıcı olduğuna inanıyorum. Bienalin uluslararası ve yerel alanda yapılan tartışmalar ışığında her seferinde kendini doğruları ve hatalarıyla yeniden değerlendirdiğini ve çalışmalarını bu şekilde sürdürdüğünü söyleyebilirim.
Diğer taraftan “Çocuklar için İstanbul Bienalleri” başlıklı bir kitap hazırladınız. Sizce çocuklar bienalleri neden ve nasıl gezmeli?
“Zaman Makinesi ile Renkli Bir Gezinti: Çocuklar İçin İstanbul Bienalleri” başlıklı Süreyyya Evren ile birlikte hazırladığımız kitabımız güncel sanata dair merak uyandırmayı amaçlıyor. İstanbul Bienalleri’nin tarihiyle bu şehirde farklı mekanlarda gerçekleştirilmiş işlerin hafızasını çocuklarla paylaşmak istedik. Çocukların hayal gücü inanılmaz geniş. Bienal izlemenin ya da daha genel anlamıyla sanatın hayatlarında yeni keşifler yapmalarını, dünyayı anlamlandırmakta farklı ufuklar açtığını ve onları bizzat sanat üretmeye teşvik ettiğini düşünüyorum.