Geçtiğimiz Eylül’de İspanya’ya gitmemin sebebi turistik değildi. Birbirinden farklı iki festivale davet edildim: Sea Arts Balearic Performing Arts ve 25th Mercat de Música Viva de Vic.
Yurtdışı festivallerini çok geç tecrübe edebildim. 2011 yılında. Ancak kendimi bildim bileli İstanbul’daki irili ufaklı hemen her festivalin içerisinde ya izleyici ya da görevli olarak hep yerimi aldım. Bu sebeple kesinlikle Alper Maral’ın Festivalizm tanımına canı gönülden katılıyorum:
“Hatırı sayılır bir hazırlık ve beklentinin ardından, bir süreliğine, neredeyse hayatın tüm olumsuzluklarından koparak, bambaşka bir devrana geçmek; en kaba özetiyle, kendini bu sürece bırakmak; temaşaya katılmak, kapılmak…”
İlk yurtdışı festival deneyimimden bugüne kadar ise amacım daha çok festivale kendimi bırakmak, kapılmak oldu hep. Bundan sonrasında da farklı olacağını zannetmiyorum.
İlk başta İspanya’nın coğrafik koşullarıyla, iklimiyle, mimarisiyle iki farklı şehrinde gerçekleşen içerik bakımından birbirinden apayrı yerlere denk gelen bu iki festival, içimde kabaran heyecanın yanı sıra koşturma telaşesinde çok yorulacağımın kaygısı ile türlü karışık hisler oluşturdu. Ama meraklı bir insan bilinmeyenin cazibesinden kendisini nasıl uzaklaştırabilir ki?
Sea Arts Balearic Performing Arts
Bu sene ilki düzenlenen sirk gösterilerinden, çağdaş dansa, yeni trendlerden pantomimlere uzanan geniş yelpazesi ile Sea Arts, adını sıkça duyduğumuz partileri ve plajı ile ünlü İspanya’nın en büyük adası Mayorka Adası’ndaydı. Gösteriler adanın eski şehrinde yer alan Xesc Forteza tiyatrosu başta olmak üzere 5 farklı sahnesinde, sokaklarda, avlularda ve arka bahçelerde gerçekleşti. Bu tiyatronun ismi Mayorka tiyatrosunun öncü isimlerinden tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Xesc Forteza şerefine verilmiş.
Sea Arts Balearic Performing Arts, benim gibi davet edilen alanındaki profesyonellere bölgenin performans sanatçıları ve kumpanyalarının bir temsili niteliğindeydi. Bölge halkı ve turistler için ise adanın son sıcak günlerinde festival ruhunu canlandırdı. Özellikle Xesc Forteza’da gündüzleri sadece profesyonellere sahne sanatları sektörünün olumlu gelişmeleri, ekonomisi ve sorunları üzerine konferanslar düzenlenirken, akşamları bölgedeki halkın da bilet alarak dahil olabileceği oyunlar sergilendi.
Ada, beklenmeyecek oranda genç bir oyuncu nüfusa sahip. Birkaç oyuncu ile sohbet ettiğimde bunu fark ettim. Çünkü bu festival için farklı şehirlerden geldiklerini düşünüyordum. Ancak hepsi adalı sanatçılar. Tam bu noktada imrendiğimi itiraf etmeliyim.
Katılımcıların hepsiyle gösterimler sonrasında beklenildiği üzere kibarca söylenişi fikir alışverişi olan, tiyatro ekiplerinin dedikodularını yaptık. Benim seyretme şansı bulduğum gösterimlerde hepimizin kani olduğu tek bir ekip vardı: Vuelta y Vuelta. Beş kadın ve bir erkekten oluşan dans tiyatrosu soluklarımızı tutmamıza sebep olurken diğer taraftan kalp atışlarımızı hızlandırdı. Benim Vuelta y Vuelta ile tanışmamı sağlayan parçaları Boleros, nostalgia y algu?n que otro cafe?, bir yatak, bir tezgah, kağıt çiçeklerle insanın kendi tükenişini, aceleciliğin sonsuzluğunda kırışan kalplerimizi saniye saniye betimliyor. Genel olarak varoluşsal değerlere odaklı işler sergilerken samimi ve özgün dilinden ödün vermeyen Vuelta y Vuelta’nın diğer bir performansı Para raptar abrazos, sevgili olmanın hayati gerekliliğini karmaşık karşılaşmalar üzerinden anlatıyor.
Tüm katılımcılarla dikkatimizi çeken diğer bir gösteri ise koreograf Mariantònia Oliver’ın Majorka’nın bir köyü olan Maria de la Salut’dan 70 ila 82 yaşlarında 11 kadından oluşan bir grup ile yaptığı iş birliğinin sonucu olan Las Muchas. Kendi kimliğini oluştururken başkalarının bakış açısının hayatımıza kattığı şeylerin önemini vurguluyor. Büyük laflar etmemi sağlayan bu parça aynı zamanda çok tadında samimi bir mizah anlayışına da sahip.
Sea Arts sayesinde Mayorkalı sahne sanatçılarını tanımanın yanı sıra Mayorka’nın gastronomi kültürüyle de tanışma şansı yakaladım. Sobrasada de Mallorca, Mayorka’nın en temel lezzeti. Domuz eti, paprika, tuz ve türlü baharatların karışımı ile terbiye edilen sosisin ham hali. Böyle anlatınca çok anlam ifade etmediğinin farkındayım ancak bizim acukaya benziyor dersem bir şeyler canlanacaktır damağınızda.
Mercat de Música Viva de Vic’e yetişebilmek için Sea Arts’ı yarıda kesmek durumunda kaldım. Rötarlı uçağım ile Barselona’ya varıp koşturarak yetiştiğim gece treni ve bir saatlik yolculuğun ardından Vic’e ulaştım. Tren benim ve vagondaki tüm ergenler için kapısını açtığında vagonun içi, saatler öncesinden tüm şehri doyurmaya başlayan “festival ruhu” ile birleşti. Yüzümdeki şaşkın gülümseme ile vagondan inerken müziğin şehri ele geçirmiş olduğunu fark ettim. İtiraf etmeliyim ki bu seyahatim boyunca ikinci kere imrendim.
Mercat de Música Viva de Vic
MMVV, çok sayıda izleyici ve profesyoneli buluşturan 4 gün süren bir etkinlik. Manastır mimarisindeki otelime eşyalarımı bıraktıktan hemen sonra, vakit kaybetmeden şehri keşfe çıktım. Tüm şehre kurulmuş olan irili ufaklı sahnelerde hem ücretsiz hem de makul bilet fiyatları olan, tarzları birbirinden farklı konserler devam ediyordu. Sağdan veya soldan, sokak arasından sizi davet eden müziklerin rehberliğine teslim bir şekilde şehri gezmek inanılmaz bir deneyim.
9 farklı ana sahne programının yanı sıra müzisyenler amfilerini ve teknik teçhizatlarını getirerek sokakta kendi konserlerini de verebiliyorlar. Özellikle afrobeat tarzındaki gruplara ve müzisyenlere yer veren Capra Negra benim öncelikli sahnem oldu. Slow Walk Music : Nakany Kanté, Kwame, Masara Traoré, Alma Afrobeat Ensemble, The Excıtements, The Parrots, The Right Ons, Tote King & Shotta gruplarını peşpeşe dinlemek paha biçilmezdi. Afrobeat, mandinga, afro pop, reggae vb. türleri sevenlerdenseniz bu isimleri araştırmanızı öneririm.
Vic çok küçük bir şehir olduğu için festival döneminde gidilmesi sanırım şahlanmış olan ruhunu tecrübe etmek için harika bir fırsat. Şehrin sanat merkezi Centre d'Arts Escèniques d'Osona’daki oditoryum ve tiyatro salonu sabit konser salonlarından ikisiydi. Bu sahnelerde ağırlıklı olarak Flamenko, enstrümantal, caz, soul vb. türler sahnelendi.
Vic’te samimi bir ambiyansa sahip minik bir de caz bar var: Jazz Cava. Ağırlıklı olarak saykodelik folk, çağdaş ve deneysel gruplar burada sahne aldılar. Deneysel müzikten korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmuyorum. Ancak yine de merakıma yenik düşerek ve de mekanın atmosferini deneyimleme isteğimden birkaç grubu dinleme şansızlığına yakalandım.
Geriye kalan tüm sahneler festival için Vic’in farklı meydanlarına kurulan sahneler. Özellikle Plaça Major ve Plaça de la Catedral en fazla sayıda izleyiciyi çeken sahneler. Bu sahnelere ağırlıklı olarak rock, pop, pop-rock, funk türleri hakimdi. Festivalin son gecesi Plaça Major Açıkhava olmasına rağmen nefes alınamayacak kadar kalabalıktı. Sebebi ise son albümünü yeni çıkartan, Katalonya’nın ünlü pop-rock gruplarından Gossos’un sahne almasıydı.
Ben geriye kalan sahnelerde çok takılmadım diye sizin de tercih etmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. El Sucre gece 11.00’den sonra müziğe başlayan ve ağırlıklı olarak elektronik-rock türüne yer veren bir sahne. İstasyonun biraz aşağısında Club MV hariç diğer tüm sahnelerin, yani merkezin uzağında yer alıyor. Ama uzak dememden korkmayın, Vic gerçekten küçük bir şehir. Club Mv ise adından da çok rahat anlaşılacağı gibi sabaha kadar devam eden bir DJ kulübü. Her nabza bir şerbet düşünülmüş bu festivalde.
Mercat de Música Viva de Vic akşam başlayan bir festival. Bu sebeple bu küçük ve tatlı şehri gezebilmek için gündüz oldukça vaktiniz kalıyor. Cumartesi ve Pazar günleri 4€’ya rehberli şehir turlarına katılabilirsiniz. Şehirde mutlaka görülmesi gereken yerler ise Piskoposluk Müzesi, Deri Sanatı Müzesi, Katedral, Vic’li filozof Balmes’in Müzesi.
Vic’e özgü yemek kültürüne kısaca değinecek olursam sucuklarını ve siyah mantarını denemenizi öneririm. Genel olarak restoranlardan minimum 15€’ya ayrılabilirsiniz. Şöyle hızlıca resroranların kapı önlerine bakarsanız belli saatler arasında menü servis ettiklerini göreceksiniz. En fazla 10€ ila 15€’ya menü bulabilirsiniz. Olur da yolunuzu Vic’e düşürürseniz benim kaldığım otel olan El Seminari’yi tercih etmenizi sakince öneriyorum.