Gurur Birsin’in pentür çalışmalarını, desenlerini ve bir gravür çalışmasını bir araya getirdiği ilk kişisel sergisi “Zamanın Enkazı” 23 Ekim’e kadar Mixer’de sanatseverlerle buluşuyor. Birsin’in çalışmaları bir felaket sonrası senaryosu izlenimi taşıyor.
Gurur Birsin’in 13 eserinin yer aldığı “Zamanın Enkazı” başlıklı sergisinde ilk bakışta dikkat çeken melankoli ve huzursuzluk, harap olmuş mekânlarla ve kendi içine doğru bükülen zamanla adeta yeni bir romantizm teorisi inşa ediyor. Onun eserlerinde geçmiş, şimdi ve gelecek iç içe ve modernist zaman algısından farklı bir anlayış çizgisine sahip. Bununla birlikte klasik bir romantizmin ötesine geçen etkiler görülüyor. Sanatçı, insanın “doğa” karşısındaki güçsüzlüğüne “zaman” koordinatını da ekleyerek hüzünlü bir yok oluşun izini sürüyor. Belki de sorgulanması gereken şey şu: İnsan kat ettiği ya da tahayyül ettiği zamanın yol açtığı enkazın altında ezilerek yazgısını çaresizce kabul mu edecek, yoksa her şeye rağmen yeni bir varoluş biçimi mi oluşturacak? Yıkılmış bir mekândan arta kalan duvara iliştirilmiş bir çocuk resmi gibi ya da ne olursa olsun karanlık dünyamızı aydınlatacak bir ışık hüzmesinin varlığı gibi ya da her şeyin değerden düştüğü bir çağda kaskatı kesilen yüreklerin muma dönüp sevgiyle dünyaya bakabileceği gerçeği gibi umuda dört elle sarılmamız mı gerekiyor? Gurur Birsin eserleriyle bizleri bir oyuna davet ediyor.
Avrupa tarihinde 18. yüzyıl Aydınlanma dönemine işaret eder. Kant’ın 1784 yılında yazdığı “Aydınlanma Nedir?” Sorusuna Yanıt adlı makalede dile getirilen “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama hâlinden kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır”[1] ifadesi insanın akla ve rasyonaliteye olan güvenini, aklı hayatın ve yaşamanın bir kılavuzu hâline getirmesini anlatır. Deney ve gözlemin ancak aklın varlığıyla anlam kazandığı, doğa yasalarının matematiksel değerlerle ifade edildiği Aydınlanma’ya 19. yüzyılda tepki olarak ortaya çıkan romantizm ise insanın içgüdüsel ve irrasyonel taraflarını önemsemiş, insan aklının her şeye çözüm getiremediğini, insan aklıyla çıkılan güvenli limanların aslında birer yanılsamadan ibaret olduğunu söylemiştir. Aydınlanmanın doğa ve insan kültürü şeklinde yaptığı ayrımla önemsediği kültür parametresi romantizmde yerini hem doğanın kutsanmasına hem de doğa-kültür ikiliğinin aşılarak insan ruhunun doğayla bütünleşmesine bırakır. Alman romantiklerden Caspar David Friedrich’in Sis Denizinin Üzerindeki Gezgin (1817-1818) adlı tablosu birbirine dolanmış ormanlar, tepeler, sisler ve gökyüzü arasında insanı doğayla birlikte huşu içinde erimeye davet eder. Bu erime hâlini yüzü görünmeyen, yüzünü doğaya döndüren ve adeta özneliğini yitirmiş ama sırf doğayla bütünleşmeyi başardığı için öznelliğini de bir o kadar koruyan insanla gösterir. Yine İngiliz romantiklerden Joseph Mallord William Turner’ın Gemi Enkazı (1805) adlı tablosu engin gökyüzünü ve ele avuca sığmayan denizleri birleştirip bütünleştirir, kültürün doğa karşısındaki başarısızlığını ve doğanın insana ürperti veren ontolojisini betimler. Peki Turner’ın resminde gerçekten de enkaz hâline gelen şey nedir? Gemi mi yoksa doğa karşısında insanın kendisi mi?
Mixer’de gerçekleşen “Zamanın Enkazı” adlı sergide insan ve doğa arasındaki kadim ve çetrefilli ilişki bir sanatçının tuvallarine konu olarak yeni bir sorgulamanın kapılarını açıyor. Gurur Birsin’in eserleriyle karşılaşıldığında hemen dikkat çeken ayrıntılı teknik çalışmanın ardından eserler insanın dünyayla olan ilişkisindeki kırılganlığı, tedirginliği ve tekinsizliği öne çıkarır. Oralarda bir yerlerde bir camiye, bir amfi tiyatroya ya da bir eve yani manzara içinde insan yapımı mekânlara tanık oluyoruz. Constable’ın saf manzarayı önemseyen, insana dair ne varsa olabildiğince dışarda bırakan, doğanın bizzat bir estetik alanı olarak değerlendirildiği ve muğlaklığın söz konusu olmadığı romantizmine karşı Gurur Birsin ilk önce manzaraya insani imgeler ve değerler atfediyor. Sonra da tüm o imgelerin ve değerlerin sezdirildiği mekânlar zaman sisiyle örtülüyor. Bir örümcek ağı gibi altında bıraktığı şeyleri eskiye boyuyor, metruklaştırıyor, onların nesnel ve mekânsal özelliklerini ikinci plana atarak zamansallaştırıyor. Onun eserlerinde kendisini gösteren ve tıpkı bir tiyatro oyunundaymışız gibi dekore edilmiş sahnelerdeki kurgu aslında karşımızda durana olağan bir mekânmış gibi bakmamızı engelliyor. Çeşitli mekânlardan parçalar gözümüze değiyor ancak bunların nesnel yanları değil de bizimle kurduğu ilişkiler bağlamında öznel nitelikleri önem kazanıyor. Kendimize, tarihimize, bugünümüze, yakın geçmişimize ve insanlığımıza dair şeyler seziyoruz. Bir yandan 90’lı yılların Türkiye coğrafyasında bir hayalet gibi dolaşarak kimi gözaltına alınanları hayalete dönüştüren ve faili meçhullerin simgesi Beyaz Toros’u görürken, bir diğerinde psikanaliz kuramını temsil eden koltuğu görüyoruz. Beyaz Toros terk edilmişken, psikanaliz koltuğu yarısına kadar toprağın dibini boylamışken, inançların kutsal mekânları yok olmaya yüz tutmuşken ideolojilerin ve kuramların hayatımızdaki yeri ne olacak? Ne kadar güçlü gözükürsek gözükelim alttan alta kendisini bir kurt gülüşü gibi görünür kılan zayıflıklarımızla yaşamayı öğrenmemiz mi gerekiyor? Bu bizim yazgımız mı? Bize ait olan şeyler yok oldukça biz de onlarla birlikte yok olup gidecek miyiz? Masumiyetimizin ve suçlarımızın bedelini ödeyip kahır mı olacağız, yoksa yeni bir düzenin ve varoluşun bayrağını mı dalgalandıracağız?
Heideggerci bir yaklaşımla bakılırsa temel varoluş belirlenimlerinden bir tanesi zaman olan insanın Turner’ın Gemi Enkazı tablosunda işaret edildiği şekliyle “nesnel doğa” karşısındaki zayıflığına ek olarak Gurur Birsin’in resimlerinde aynı insanın ya da aynı insana dair olan şeylerin “zaman” karşısındaki güçsüzlüğü de gösteriliyor. Çünkü zaman bize var olma şansı, dünyaya kanca atma şansı tanırken bir yandan da yaşam içinde devamlı olarak vuku bulan yıkımların, politik mücadelelerin, otoriter yönetimlerin, kaotik kentlerin ve modernizmin yarattığı bunalımların ağırlığını hissettiriyor. Belki de bu ağırlıktan olsa gerek Gurur Birsin’in imgelerinde ayağı yere basan bir dinginlik de var. Anlatmak istediği şeyleri özellikle koyu ve gri tonlar üzerinden vererek ve kısıtlı bir renk çeşitliliği tercih ederek sanatsal yaratımını bu çerçevede ortaya çıkarmakta. Böylece resimlerdeki duygusal atmosfer yalın bir zarafetle kendisini çok daha güçlü bir şekilde göstermekte. Resimlerin geneline hâkim olan kırılganlık renk geçişlerindeki sadelik ve incelikle adeta dengeleniyor. Göğün mavisinden bitkilerin yeşiline, oradan kayalıklara ve kayalıklara çarpan köpüklere geçiş o kadar yumuşak bir biçimde yapılıyor ki resme bakan kişinin gözleri tuval üzerinde büyük atlamalar yapmadan sessiz bir gezintiye çıkarak adeta insanlığı ve insanlık tarihini sorguluyor.
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde tamamlayan Gurur Birsin sanat tarihinin en güçlü eserlerinin üretildiği dönemlerden biri olan romantik dönemden aldığı mirası yaptığı dokunuşlarla yeniden yorumlayarak kendisine özgü neo romantik bir dil ve ifade olanağı yaratıyor. İzleyiciyi de bu estetik serüvene ortak etmeye, kendi dünya algısının tanıklığını yapmaya çağırıyor. Mixer’deki “Zamanın Enkazı” adlı ilk kişisel sergisi izleyeni hemen saran, davetkâr ve aynı zamanda da talepkâr çalışmalarla Gurur Birsin’in takip edilesi çağdaş ressamlardan birisi olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.
[1] Kant, I. (1984). Seçilmiş Yazılar. İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 213.