Kışın en soğuk günlerinden birinde bir sabah düştüm yollara sırf Galata uğruna… Galata, eski kent, yeni doku. Harman mı harman bir semt… Hezarfen Çelebi’nin Galata Kulesi’nden uçup da Üsküdar’a konduğu, bugün adının neredeyse kulede bile yazmadığı semt.
Galata semti, kulesine çıkan herkesin İstanbul’un en güzel manzaralarının bir arada görünebileceğini söylediği tek yer. Galata’nın ismi için birden fazla rivayet var. Bunlardan en bilinenlerinden birisi olan 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin yazdığı Seyahatname’de Galata’nın adının nereden geldiği şöyle anlatılır: “Zamanında ‘Konstantiniyye Kulesi’ ilk yapıldığı sıralar bu bölgede, kule çevresinde oldukça bereketli köyler yer alırmış. Köylüler bu bereketli topraklarda hayvanlarını otlatır ve ürettikleri sütü de krala sunarlarmış. Kral bu sütü çok beğenir ve sütten dolayı semte galata dermiş. Yunanca’da süte ‘galata’ denir”. Diğer rivayete göre ise: Adını İtalyanca ‘calata’ yani ‘iskeleye inen yokuş’ kelimesinden alır bugünün Arnavut kaldırımlı, dik yokuşlu Galata’sı.
Gelelim bugünün Galata’sına, harman ve turistik semte, sanatçı atölyeleri ve galeriler cennetine…
Yoluma Serdar-ı Ekrem’de bulunan Cha’ya Galata’da sıcak bir çay içip ısınarak başlamak istedim ve girdim sokağa. Cha’ya Galata, sokağın sonunda yer alan gizli gibi duran ama aslında aleni bir mekân. İçeriye girer girmez nefis tarçın ve çay kokuları karşılıyor sizi. Menülerinde kavunlu beyaz çaydan Fas’ın ünlü nane çayına kadar oldukça ilginç çaylar yer alıyor. Eğer siz de benim gibi güne çayla uyanan biriyseniz kesinlikle yaseminli yeşil çayı denemelisiniz. Oldukça şık olan sunumlarından sonra tabii ki o kokusunu aldığınız lezzetli mi lezzetli tarçınlı kurabiye ve efsane kokan yaseminli yeşil çay ile efsunlanmış gözlerinizi açabilir ve keşif saatini başlatabilirsiniz.
Seramiğin gizemli dilinin hüküm sürdüğü bir atölye
Biraz ısındıktan sonra çıkıp emek-yoğun yeniden üretme, soyutlama ve temsil, sanat ile zanaat gibi ince çizgisi olan kavramları sorgulayan olan Burçak Bingöl’ün kocaman atölyesine doğru bir yokuştan aşağıya iniyorum. Bir sanatçının mutfağını her zaman merak etmişimdir. ‘White cube’ içinde gördüğümüz o pırıl pırıl parlayan eserler nereden gelir? Hangi koşullarda üretilir? Bingöl’ün “Araba Sevdası” sergisindeki Seyir isimli seramik kamyonun üretildiği, her bir eserinde yer alan bitki, çiçek motiflerinin nereden geldiği, onları tarayıcıdan aktarıp nasıl bir gerçek ve temsil yarattığını bu atölyede görmek mümkündü. Almanya’dan uçakta elinde getirdiği renk renk solmuş çiçekleri, hangi seramiğin üstünde göreceğimizi bir bir anlattı sanatçı. Plato Sanat’ta bu ay içinde yapılacak olan “Ölü Doğa” isimli sergi için yaptığı yeni seramikleri, bu pişmiş toprakların üstünde yer alacak çiçeklerin gerçeklerini görmek, nasıl üretileceklerini bilmek inanılmazdı. Eğer isterseniz kendisine web sitesinden ulaşabilirsiniz. http://www.burcakbingol.com/
Serdar-ı Ekrem’den kuleye doğru ilerlerken karşıma Pop Culture isimli figür dükkanı çıkıyor. İçeride bin bir çeşit obje bulabileceğiniz bir yer. Kapısından girdiğiniz anda sizinle iletişime geçip, konuşmaya başlayan figürler. Oldukça yeni olan mekân, koleksiyonu olan herkesin acilen keşfetmesi gereken bir yer!
Yol post-itlerin izini sürüp, neon ışığı takip ederek devam ediyor
Yol post-itlerin izini sürüp, neon ışığı takip ederek devam ediyor. İstanbul’un önde gelen genç galerilerinden birisi olan Öktem&Aykut Galeri’de ise Ardan Özmenoğlu’nun eserlerinin yer aldığı “Abilerim Ablalarım” isimli sergi bulunuyor. Özmenoğlu’nun Ankara’da yer alan kendi galerisi Siyah Beyaz ve Öktem&Aykut Galeri’nin iş birliği ile eş zamanlı düşünülmüş mizansen tarafı ağır basan Özmenoğlu’nun bu sergisinde de neon ve post-itleriyle birlikte Türk ve küresel popüler kültürün imgelerini alt üst edişine tanık oluyoruz. Sergi 17 Şubat’a kadar izlenebilir.
Kule kadar güçlü ve enerjik bir atölye
Ardından Öktem&Aykut Galeri’nin neredeyse dibinde sayılan Komet’in atölyesine yolumu düşürüyorum. Türk sanatına yön veren isimlerin başında geliyor Komet Gürkan Coşkun. İsminiz nereden geliyor derseniz: “Akademi’de öğrenci olduğum yıllarda merdivenlerden Komet geliyor diyerek ellerim iki yana açar ve koşardım” diyor. Öğreniyoruzki Komet bir uçak modeli. O gün bugündür ismi Komet’miş. Atölyesi de en az kendisi kadar yıla sahip. Her an karşınıza yepyeni bir eserin çıktığı bu atölyede, yıllardır üretilen her şeyden bir parça bulabilirsiniz. Komet ve atölyesi Galata’nın dibinde. Kule kadar güçlü ve enerjik, bir tarih kadar nostaljik.
Sanatçıların kişilikleriyle bütünleşen çalışma ortamları
Sırada Elif Boyner’in atölyesi var. Atölyelerde merak ettiğim bir diğer şey ise sanatçı ile nasıl bir bütünlük oluşturduğu ve gerçekten sanatçının gördüğümüz kimliğini yansıtıp yansıtmadığı oluyor. Boyner’in atölyesi de öyle, oldukça genç ve modern. Geniş ve loft bir daireye benzeyen atölyede her köşede ayrı bir şeyler bulmak mümkün. Renk denemeleri yapılmış duvarlar, kesim işlerini yaptığı bir masa, rahat bir koltuk, duvarda gördüğünüz, göremeyeceğiniz yapıtlar…
Galata, uçsuz bucaksız Arnavut Kaldırımları, dar ve dik yokuşları... Eski-yeni restorasyonlu evleri, graffitili duvarları, tarihi ve tüm ruhuyla içinde olduğunuz, kendinizi ona teslim etmeye karşı koyamayacağız bir semt. Yoluma devam etdiyoruö, sabahın serinliği yerini ılık kış güneşine bırakırken.
Galata’da tarihi bir yapı: SALT Galata
Duvarlarına dokunmanın bile huzur verdiği SALT Galata Fransız asıllı mimar Alexandre Vallaury tarafından Bank-ı Osmani-i Şahane için tasarlanmış ve 1892 yılında hizmete açılmış, ön ve arka cephelerinde kullanılan neoklasik ve oryantalist mimari üslubuyla şaşırtıcı olduğu kadar benzersiz bir bina. 2011 yılının sonbaharında açılan mekânda kapsamlı bir kütüphane, Robinson Cruose kitapevi, sinema - sergi salonları ve Osmanlı Bankası Müzesi yer alıyor. Bugünlerde ise iki önemli sergiye ev sahipliği yapıyor Salt Galata. Bunlardan ilki: “Şam’da Kayısı”.
“Şam’da Kayısı” Dilek Winchester ve Atıf Akın tarafından André Breton’un “İnsan yoldaş bulmak için yayın yapar!” sözüne göndermeyle ve “Bundan İyisi Şam’da Kayısı” deyimiyle, Suriye’deki savaşın boyutunu ve iltica edenlerin gittikleri kentlerde de farklı bir kültür ve iletişimin ortaya çıkması durumunu ortaya koyan, sanatçı yayınları ve fanzinlerini içeren bir sergi. Sergiye katılanlar arasında: Atıf Akın, Nadia Al Nissa, Khaled Barakeh, Hera Büyüktaşçıyan, Güven İncirlioğlu (The Pope), Pınar Öğrenci, Dilek Winchester ve Fehras Publishing Practices yer alıyor. Serginin en önemli amaçlarından birisi ise basın bültenlerinde şu şekilde aktarılıyor: “Bu projeyle SALT Galata’nın, İstanbul’da mülteci ve yerleşik olan kültür üreticilerinin bir araya geleceği bir sosyal mekân olarak işlev göstermesi amaçlanır.” Sergi 21 Şubat’a kadar ziyateçilerini bekliyor!
SALT Galata’da yer alan bir diğer sergi ise: “Ressam Sabiha Rüştü Bozcalı”.
SALT’ın en sevdiğim yanlarından birisi de önemli sanatçı, mimar, edebiyatçı ve birçok kişinin bütün yazdıklarını, çizdiklerini dijital bir arşive aktarması ve belli bir süre sonra bunları kamuya açması. Cumhuriyet’e geçiş döneminde doğan ve yurt dışında iyi bir sanat eğitimi alan, İtalya, Avusturya’da ünlü ve önemli ressamlarla çalışan Bozcalı’nın sergisi bir arşiv sergisi. Türkiye’nin ilk illüstrasyon çizerlerinden birisi olan ressam aynı zamanda ‘Yurt Gezileri’ne de katılmış bir isim. Sergileme biçimi olarak da etkilendiğim “Ressam Sabiha Rüştü Bozcalı”da desenler, sulu boyalar, mektuplar ve illüstrasyonlar yer alıyor. 28 Şubat’a kadar kaçırılmaması gereken yegane sergilerden…
SALT Galata’da yer alan önemli mekânlardan birisi de: Osmanlı Bankası Müzesi. Müze küçük banknotlar, eskimiş kocaman defterler, eski mühürleri ve tapu senetlerini barındırıyor. Sergileme açısından da oldukça ilginç olan bir mekân.
Bir günlük sanat rotamı tamamladıktan sonra, hafiflemiş olarak martı çığlıkları eşliğinde Karaköy İskelesi’ne yürüyorum. Galata nasıl bu kadar küçük olup aynı zamanda bu kadar büyük şeyleri barındırabilir içinde? Bu soru kafamda, günün hazzıyla Kadıköy’ün yolunu tutuyorum. Minik birçok tasarım dükkanı, butik kafeler, kahveciler, yeni semtin eski ruhu yanında bir halüsinasyon gibi dar sokaklarda gördüğüm semtin eski sahipleri.
Turistler, esnaf, sanatçılar, galeriler ve Muhsin Bey…
Doğan Apartmanı’ndan Muhsin Bey seslenir, martı çığlıklarına karışır Galata…