12 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2023

“İzleyicinin Rolünün Nasıl Değişkenlik Gösterebileceği Benim İçin Çok Önemli”

Ömer Pekin, geçtiğimiz günlerde Versus Art Project’te açılan yeni kişisel sergisi “Infatuation”da mimari ile çağdaş sanatı birleştirerek kendisine yeni bir alan açıyor. Mekânın olanaklarını kendi sanat yaklaşımıyla birleştiren sanatçı, izleyicilere ışık, karanlık, gölge, hacim, mimari, heykel ve resim ile dolu uzun bir yolculuk vadediyor. Ömer Pekin ile “Infatuation” sergisi, üretimlerindeki temel meseleler ve mimariyle çağdaş sanatın kesişim noktaları üzerine konuştuk.

“İzleyicinin Rolünün Nasıl Değişkenlik Gösterebileceği Benim İçin Çok Önemli”

Versus Art Project’te gerçekleşen yeni kişisel serginiz “Infatuation”da “hakikatin mutlaklığı ve değişmezliği”ne dair inancı merkezinize alarak yola çıkıyor, bu bağlamda yeni birtakım sorgulamalara girişiyorsunuz. Sergi salonuna girilen ândan itibaren bu inancın renkler, biçimler, ışık üzerinden sıklıkla sarsıldığını söylemek mümkün. Öncelikle post-truth çağında hakikat ile ilgili bu meselenin sizdeki karşılığı nedir? Hakikate dair olan inanç, bu sergiyi nasıl biçimlendirdi?

Aslında serginin ve hatta yaptığım çoğu mimari ve sanatsal işin temeline inen bir konudan bahsediyoruz. Genelde belki aldığım eğitim, belki kendi görüşlerim beni işlerimde çoğul bir gerçekliğin varlığını sorgulamaya doğru itti diyebilirim. Özellikle Graham Harman’ın yazıları ve düşüncelerinden beslendiğim pek çok işimde, izleyicinin rolünün nasıl değişkenlik gösterebileceği benim için çok önemli oldu. Örneğin, sergide yer alan eserlere heykel desek de aslında duvara asılan resimsel objeler oldukları için “heykel” tanımının yeterliliğini sorguluyorum. Renk konusu da aynı şekilde, özellikle ışık ve ortama göre eserlerin algılanan renkleri oldukça değişkenlik gösteriyor. Yeşil ve lacivert nesnelerden bahsediyoruz, ancak hızlıca bakıldığında oluşan ilk algı ile bu nesnelerin rengine siyah diyerek geçmek mümkün. Bu örnekler gibi, izleyicinin algısıyla oynayan, her anlamda izleyiciyi pasif tutmak yerine, kendi bakış açısı sayesinde, farklı dünyalar yaratmasına olanak sağlayacak veya bu konuda izleyiciye yeni kapılar açacak bir sergi yaratmayı amaçladık.

Üretimlerinizin (tabii mesleğinize paralel bir şekilde) mimari ile, dijital çağ, hakikat ve yazılımlarla yakından ilişkili olduğu ifade edilebilir. Genel olarak kişisel çalışmalarınız/geçmişiniz mevcut üretimlerinizi nasıl şekillendiriyor?

Kişisel olarak yaşadığım, düşündüğüm ve beni heyecanlandıran pek çok şey aslında üretimlerimde araştırdığım konular ile tamamen örtüşüyor. Bu nedenle dijital üretim ve bu üretimin analog dünya ile bağlantısı kesinlikle benim için çok önemli bir konu. Bunu renk teması üzerinden ilerlettiğimiz bir yapı oldu. “Renk bir malzeme midir?” sorusu üzerinden bir seri iş geliştirdik. Buna ek olarak elbette malzemeyi her anlamda olağan kullanımının dışına çıkararak, alternatif kullanımlar yaratmaya çalışarak; sergi esnasında veya tasarladığımız bir mekânda tekil gerçekliği irdeleyici üretimler üzerinde duruyorum.

​Bir de tabii hem mimar olmak, hem sanatçı olmak ve bu alanlarda geliştirdiğim bakış açıları bağlamında birbirinden etkilenen ancak farklı yollarda ilerleyen pek çok alan oluyor; renk, form, malzeme, ışık vb. Bunların hepsinin paralel şekilde ilerlemesi ve eşit derecede önemli oluşunu genel anlamda üretimlerime yön veren en önemli konulardan biri olarak değerlendiriyorum.

Fotoğraf: Barış Özçetin

Serginin başlığında yer alan “infatuation” salt bir sözcük olarak değil, aynı zamanda bir kavram olarak ifade ettiği değerle de ön plana çıkıyor. Bütün bir sergiye yön veren ve başlığa taşıdığınız “infatuation”ı siz nasıl tanımlar, yorumlarsınız?

“Infatuation” aslında tam olarak Türkçe karşılığını bulmakta zorlandığımız bir kelime oldu. Genel olarak “kısa süreli bir etkilenme” anlamına gelse de tam karşılığı iki insan arasında oluşan bir ilişki ile sınırlı kalacak şekilde çevriliyor. Bu sergi bağlamında “infatuation” kelimesine bir üretici ile üretimleri arasındaki ilişkiyi tanımlayacak bir terim olarak yaklaştık. Uzun bir süredir hem mimar hem sanatçı olarak var olan kimliklerim, bu kimlikler ile üretimlerimde ele aldığım konu başlıklarının çoğulluğu, bir anlamda kendi dünyamı “mutliverse” yani çoğul dünyalar gibi hissetmeme sebep oluyor. Bu da pek tabii birbirinden bağımsız, bir konudan diğerine geçerken “birini bırakıp, diğeri ile ilgilenme” zorunluluğunu yarattı. Yeni bir işe geçerken, bir önceki çalışmam ile ilişkim üzerine düşünürken “infatuation” terimi bu tanımın karşılığı olarak belirdi.

“Infatuation”ın en önemli bileşenlerinden birisi olarak “ışık”tan söz etmek mümkün. Işığın eserleri gösterme biçiminden renkler üzerine sağladığı belirsizlik veya bir bütün olarak ortaya çıkardığı atmosfer sergiye oldukça farklı bir değer atfediyor. Peki sergi bağlamında ışık nasıl bir değer taşıyor? Işık, bu serginin merkezinde yer alan başat bileşenlerden biri olarak nasıl değerlendirilebilir?

Işık eserlerin bir parçası. Sadece bu sergideki hâliyle değil, bir eserin farklı mekânlarda konumlandığı farklı şekillerini de kapsayacak şekilde, eser ile ışığın ilişkisi, eseri var eden temel etkenlerden biridir. Sergi bağlamında ışığın kontrolü benim için oldukça önemliydi. Sergi yerleşiminde ışık ile çalışırken, her bir aydınlatmanın açısı ve konumu ile ilgili dijital ortamda yarattığımız simülasyonlar üzerinde bir araştırma süreci geçirdik.

1. Ömer Pekin, İsimsiz, 2023, Kaynak ile işlenmiş, boyalı alüminyum, 48 x 200 x 2 cm (her biri)
2. Ömer Pekin, İsimsiz, 2021, Kaynak ile işlenmiş, boyalı alüminyum, 128 x 140 x 12 cm
3. Ömer Pekin, Stone 3, 2023, Cnc freze ile işlenmiş, mucartalı bazalt, 70 x 50 x 2.5 cm
4. Ömer Pekin, İsimsiz, 2023, Kaynak ile işlenmiş, boyalı alüminyum, 60 x 86 x 1.5 cm
​​5. Ömer Pekin, Stone 2, 2023, Cnc freze ile işlenmiş mucartalı bazalt, 70 x 40 x 2.5 cm

Sergide yer alan işlerinizde tercih ettiğiniz renkler de tıpkı ışık gibi önemli bir konu. Belirli bir mesafeden hepsi siyah renkmiş gibi görünen işler yakınlaştıkça bir anlamda kabuk değiştiriyor, farklı bir renge bürünüyor. Sergide yer alan işlerinizde tercih ettiğiniz renkler ve renk kataloğu üzerine neler söylersiniz?

Daha önce de bahsettiğim gibi “renk bir malzeme olabilir mi?” sorusu bu serinin çıkış noktası olmuştur. Bir eserin, daha genel anlamda bir nesnenin veya bir binanın sahip olduğu rengin, onun yapı malzemesinin önüne geçtiği senaryolardan bahsetmek mümkün. Örneğin kırmızı bir bina yaptığınızda, binanın betonarme mi yoksa çelik mi olduğundan ziyade o yapının kırmızı olduğu konuşulur. Bu durumda da “kırmızı” o yapının görünen malzemesi olarak değerlendirilebilir. İşte aynen bu şekilde tamamen farklı renklerin atandığı bir seri işten bahsediyoruz. Ancak renk tonlarından dolayı, önünden  hızlıca geçildiğinde veya ışık ile yeterli ilişkileri kurulmadığında bu bahsettiğimiz renkleri tamamen yok olarak eserler “siyahlaşıyorlar”.

Sergi kapsamında izleyicilerle buluşan işleriniz boyut, hacim ve görünüm bağlamında farklı noktalara işaret ediyor. Belirli mesafeden bir tablo gibi görünen iş yakınlaştıkça hacmen derinleşiyor, boyutlanıyor ve detaylar üzerinden neredeyse başka bir değere bürünüyor. Bu anlamda işlerinizin görünümü, onlara dair mesafelenme ve bu form meselesi üzerine neler söylersiniz?

Genel olarak, izleyici ve izleyicinin aktif deneyimi işlerimin odak noktasını oluşturuyor. Bu nedenle yaptığım tüm tasarımlarda genelde bunu irdeleyebilecek farklı özellikleri öne çıkaran “denemeler” üzerine çalışıyoruz diyebilirim. Sergi kurgusu ve eserlerin tamamı bir deney alanı olarak

düşünülebilir.

Fotoğraf: Barış Özçetin

Algısal manipülasyon, “Infatuation” kapsamında tartışmaya açtığınız en önemli başlıklardan birisi. Bunu hem fiziksel nesneler/objeler hem de onların etrafına kurguladığınız dünya/alan üzerinden yapmanız bir edim olarak manipülasyon biçiminizi de biçimlendiriyor. Nitekim izleyicinin sergideki yeri/konumu ve buna karşılık sanatçının manipülatif tutumu ortaya gittikçe iç içe geçen bir dünya çıkarıyor. Bu manipülatif tutumun arkasında nasıl bir sebepler ağı söz konusu? Nasıl bir algısal manipülasyon tasavvur ettiniz?

Sergiyi kurgularken, mekânın mimari planını değiştirerek, birbirinden bağımsız küçük odalardan meydana gelen bir kurgu ile ilerledik. Bu kurgunun, hem daha önce bahsettiğim “infatuation” duygusunu tamamlayan hem de birbirlerinden bağımsız ilerleyen farklı ortamları yaratmaya olanak sağlayan bir yapı olduğunu düşünüyorum.

​Bununla birlikte, günümüzde pek çoğumuzun istemsizce geliştirdiği, psikolojide “bölmeleme” olarak tanımlanan düşünsel bir olgu da söz konusu. Sergide bir nevi, bu farklı bölümlerden ve farklı dünyalardan oluşturduğumuz gerçeklikleri görmek söz konusu. Bu bağlamda aslında “algı manipülasyonu”, bireyin sergiyi gezerken kendi kendisine yarattığı bir gerçeklik de olabilir.

Sergide Türkiye’de ilk defa gösterilen metal işlerinize paralel bir şekilde bazalt taşlardan ürettiğiniz yeni duvar heykelleri de yer alıyor. Bu noktada serginin bu iki temel malzeme üzerinden iki temel açılım sunduğu ifade edilebilir. Peki farklı malzemelerle farklı türde açışım sağlayan heykeller üretmek size nasıl bir alan açıyor? Temel bir malzeme olarak metal ve bazalt, sizin üretimlerinizi, düşünce ve işlerinizi nasıl şekillendiriyor?

Aslında sergi kapsamını hangi alanla sınırladığınıza göre değişecek bir durum söz konusu. Serginin son bölümünde, tüm çalışmaların üretimini paylaştığımız bir alan yarattık. Burada pek çok farklı malzemeden oluşan farklı eserler, bunların belgelendiği fotoğraflar, numuneler görmek söz konusu. Yine de genel olarak tamamen mimaride kullanılan, bir cephe planlamasında kullanılabilecek endüstriyel malzemeleri işlemek beni oldukça heyecanlandırıyor. Doğal taş ile son zamanlarda yaptığımız projeler doğrultusunda ilgilenmeye başlamıştım. Bu nedenle bir anda doğal taş da yapı malzemesi olarak odaklandığım malzemelerden biri oldu. Daha öncesinde cam cephelerle yoğun bir şekilde çalışırken de “Procedural Reality” isimli sergim ile cam ve projeksiyon üzerinden bir takım işler geliştirdik.

Ömer Pekin

“Infatuation” kapsamında Versus Art Project’in baştan aşağı değiştiği söylenebilir. Bu noktada mekân kullanımı da oldukça önemli bir başlık olarak değerlendirilebilir. Son olarak sergi konsepti bağlamında Versus’u nasıl dönüştürdünüz? Mekânı sergiye, serginin ruhuna uygun bir hâle getirirken nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?

Versus Art Project tüm sergilerinde bu konuda oldukça cesur davranıyor, bu nedenle de bir çağdaş sanat galerisi olarak bence oldukça ilerici sergiler çıkıyor. Bu konuda hem Leyla Ünsal hem de Mert Ünsal’ın çok önemli katkıları oluyor. Bundan bir önceki sergimizde de oldukça fazla değişiklik yapılmıştı ancak bu sefer çok daha fazla değişikliğe olanak sağlayan bir sergi yarattık. Sergi üretim sürecinde hem eserler bazında hem de mekân kurgusu konusunda Mert ile çok yoğun şekilde masa başında zaman geçiriyoruz. İkimiz de mimar olduğumuz için, gerek çizim gerek üç boyutlu modelleme ve görselleştirmeler ışığında neredeyse bir iç mimari proje denebilecek hassaslıkta mekânı yeniden kurguluyoruz. Sergi tasarımı, mekânın algılanması, yeni mekânlar yaratabilme özgürlüğü, iç mimari ve sahne tasarımı arasında gidip gelebilecek bir üretim pratiğine olanak sağlıyor. Bu da benim için bir serginin en can alıcı konu başlığı oluyor.

Ömer Pekin'in “Infatuation” başlıklı sergisini 17 Haziran'a kadar Versus Art Project’te ziyaret edebilirsiniz.

0
3600
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage