27 AĞUSTOS, PERŞEMBE, 2015

İzleyicinin Yüzüne Bakmadan Mekândaki Gerilimi Hissediyorum

Nezaket Ekici, bu yaz Berlin’de yer alan Haus am Waldsee’de performansları, enstalasyonları ve video dokümantasyonları ile tüm binaya yayılan bir sergi gerçekleştirdi. 1950’li yıllardan bu yana Pablo Picasso, Henry Moore, Max Ernst, Joan Miró gibi sanatçıların sergilendiği bu mekânda Ekici ile buluşup buradaki kişisel sergisi, işleri ve performans sanatına bakış açısı üzerine konuştuk.

İzleyicinin Yüzüne Bakmadan Mekândaki Gerilimi Hissediyorum

Bir sanat pratiği olarak performansa nasıl yaklaşğın hakkında konuşabilir miyiz? Performanslarında aksiyonun sen sahnedeyken mi başlıyor, yoksa öncesinde mi?

Tabii ki çok daha öncesinde başlıyor. Yapacağım performans daha tam bir fikir haline gelmeden önce, bu fikri nasıl gerçekleştirebilirim diye düşündüğüm anda başlıyor aslında. Çünkü performansta kullanacağım malzemeyi bulmak, düşünmek kadar performans sürecinin tümünü kurgulamak da bunun bir parçası. Tüm bu aşamalarda, ruhumla ve bedenimle bu fikre ulaşmaya çalışıyorum. Tabii ki performansı yaptığım an eylem anı, ama önceden tüm bu hazırlıklarla performans başlıyor.

Performans sırasında, performansının sonuna geldiğin noktayı nasıl belirliyorsun? “Sonuna eriştim ve performans bitti” duygusu ne zaman geliyor? Hangi koşullarda karar veriyorsun?

Duruma bağlı, bazen malzeme bunu belirliyor. Mesela “Emotion in Motion” isimli işimde mekânsal kısıtlama var. Mekân tamamen öpücükle dolduğunda performans da bitiyor. Bazense sadece biliyorum. Seyirciyi ve mekânın enerjisini hissediyorum ve otomatik olarak anlıyorum ki, durma zamanı gelmiştir. Bazense fiziksel olarak kendim acı çekmeye başlıyorum ve vücudum “artık yeter” diyor. Bence bu da durmak için en iyi vakit. Mesela Marina Abramovic’in bakış açısı daha çok dogma gibidir, o başından sonuna kadar, saatlerce ve saatlerce ne olursa olsun devam eder. Ben öyle değilim. Benim için önemli olan insanların performans esnasındaki yoğun gerilimi hissetmeleri, bu noktaya ulaştıktan sonra sonlandırmak gerekli diye düşünüyorum. Çünkü eğer seyirci çok fazla gerilim içinde kalırsa, iş de bu gerilim içinde yok olabilir. Bazı durumlarda heyecan ve gerilimin yükseldiği tam o anda bırakmayı seviyorum. Uzun süreli performans yaptığım zamanlarda ise zaten insanlar olduğum mekâna gelip gidiyor, daha süreğen bir şeyi bir süreliğine izleyip devam ediyorlar.

Nezaket Ekici, Flesh

Performance Installation since 2011

Presented Live: Performance Festival, Dani hrvatskog performansa , Varazdin 5-8.5.2011

Duration of the Live Performance: 45 min.

Photo by: Edoardo Tomaselli Camera by: Vedran Hunjek Edited by: Branka Pavlovic

Ancak bu noktada şöyle bir sorum var. Tam olarak doğru zamanı hissedip performansı bitirebilmen için deneyimli olman gerekir, değil mi? Yoksa kendine çok odaklanmaktan ve belki de heyecandan ne kendini duyabilirsin, ne de mekândaki ve seyircideki gerilimini hissedebilirsin.

Doğru söylüyorsun, ben bu işi 15 yıldır yapıyorum. Bu süreç içinde birçok farklı izleyici kitlesine de performans yaptım, bu yüzden farklı dinamikleri hissedebiliyorum. Performans esnasında gerçekten kendimden çok fazla şey veriyorum. Mekânda bir enerji var, bunu hissedebiliyorum. Konsantrasyonumu bozmamak için izleyiciye bakmıyorum, ama kesinlikle mekândaki gerilimi hissedebiliyorum. Daha sonra bir an geliyor ve içimde de hoş olmayan bir his oluyor ve kendi kendime “yavaşça artık bitirmeliyim” diyorum. Başka zamanlarda da, mesela elmalarla yaptığım performansta (Imagine, Pi Artworks Istanbul 2012), devam etmek istesem bile vücudum artık hareket etmiyor. O performansta amaç son elmaya kadar gitmek değil, konsept aslında elmalarla beraber o flamenko dansını sunmak. 

Yani bazen vücudunu, bazense mekânı dinliyorsun. Diğer bir taraftan dayanıklılık üzerine kendi vücuduna karşı koyduğun, sınırlarını zorladığın işlerin de var. “Flesh (no pig but pork)” bunlardan birisi mesela…

Doğru, ben performans sanatçısıyım, izleyiciye o an yaşadığımı vermek istiyorum. Belki nasıl başlayacağım ve nasıl bitireceğim son derece planlı, ama arasındaki kısım ise çok özgür. Bazen de performans anında aklıma yeni şeyler de geliyor ve o yeni yöne doğru ilerliyorum. Mesela “Fountain” işimi şu ana kadar belki de 15 kere yapmış olmama rağmen, her seferinde aklıma yeni şeyler geliyor. Dolayısıyla hiçbir performans birbiriyle aynı olmuyor. Her seferinde insanlar değişmiş oluyor, mekân değişmiş oluyor ve ben de değişmiş oluyorum…

Tabii ki bu farklılıkları da hissedebilmek tecrübeyle ilintili. Sonuçta kas hafızası var, 15 kere yaptığın bir işi artık vücudun otomatik olarak tanıyor ve dikkatini çok da yaptığın şeye vermeden üzerine yeni şeyler eklemene izin veriyor. Peki performans ruh haline nasıl giriyorsun? Sanki vücudunun dışına çıkıp, mekânın içinde dışarıdan ne yaptığını izler bir hale geliyor musun, yoksa tamamen vücudunun içinde mi oluyorsun?

Tamamen vücudumun içindeyim. Zaten eğer konsantre olmazsam bunu izleyici hisseder. Eğer o an dışarıdan nasıl göründüğümü düşünürsem, performans başarılı olmuyor.

Nezaket Ekici, Water to Water

Performance installation 2015

Presented live : Solo Exhibition: Alles was man , besitzt auch uns, haus am waldsee, Berlin 6-.6.-18.6.2015

Photos by Andreas Dammertz, Photos by Alexa Daer

En uzun performansın ne kadar sürdü?

Her gün 10 saat olmak üzere bir hafta sürdü. Marina Abramovic’in sınıfı olarak Van Gogh müzesine davet edilmiştik ve Egon Schiele’nin sergisine karşılık hepimiz birer iş yapmıştık. Fiziken çok zordu.

Merak ediyorum, mesela Parkour ve sokaklarda grafitti yapanlar her gün spor yapıyorlar. Polisten kaçmak, ya da duvarlara zor alanlara yazı yazabilmek için. Sen de performansların için vücudunu güçlendirmek amacıyla bir şey yapıyor musun?

Evet yapıyorum. 

Biraz da Berlin’de Haus am Waldsee’deki kişisel serginden söz etmek istiyorum. “Everything we possess possesses us, too” isimli bu sergi bir ev teması üzerine kurulu. İlk girişte izleyiciyi ailenden fotoğraflarla karşılıyorsun. Burada bir anlamda aile içinde birbirini sahiplenmekten mi bahsediyorsun?

Bu eve geldiğinde sergiye açılan kapının ardında benim ailem var, evet. Ama bu daha çok izleyiciyle kurulan yakınlık ile ilgili. Daha çok birine kapıyı açmak gibi.

Evin her odasına kavramsal olarak uygun bir iş yerleştirmişsin.

Bunu yaparken evin eskiden Yahudi bir aileye ait olduğunu da hesaba kattım. Burada fabrika sahibi çok zengin bir aile yaşıyormuş, 1925’de Arjantin’e gitmişler. Eskiden her odanın bir ismi varmış. Bu bağlamda mesela “Damenzimmer”e (hanım odası) “Emotion in Motion”ı koydum. “Herrenzimmer”de (erkek odası) “Görücü Usulu” işim var. “Speisezimmer” (yemek odası) ise “Lifting a Secret” işimle beraber

yemek üzerine oldu. 

Nezaket Ekici, Emotion in Motion

London/2013 performance Installation

since 2000 photo by Prasanth Visweswaran

Bu sergi için yeni bir performans da yaptın sanırım.

“Water to Water,” daha önce hiç denemediğim bir performanstı. Gölün içine benim için kurulmuş bir yükseltinin üzerinde uzun kırmızı önlüğümle duruyorum. Gölden pompalayarak çektiğim sular bir filtreden geçerek, önlüğüme bağlı hortumlardan gölün kıyısındaki yardımcılarım aracılığıyla bardaklara doluyordu ve içme suyu olarak seyirciye ikram ediliyordu.

Performanslarında kullandığın malzemeler sanki vücudunun bir devamı gibi oluyor, mekânda senin var oluşunla onların var oluşu arasında bir eşitlik görüyorum. Mesela malzemeyi kullanıp bir kenara atıp bir daha yüzüne bile bakmayabilirsin, ama senin işlerinde seninle beraber yer alıyorlar. 

Bazı performans sanatçıları da sadece vücutlarını kullanır. Ben ise bir şeyi anlatmak için kullandığım objeleri çok önemli buluyorum. Konseptim obje ile beraber şekilleniyor ve bu yüzden eşitlik elbette olmalı. Elimde tesbih olmasa “99 Commandments” performansını yapabilmem mümkün olmazdı mesela. Kullandığım kostümler de tıpkı bu objeler gibi benim için.

Peki acaba performansların sona erdikten sonra, kullandığın objeler ve kostümler, performansların fiziken sona ermiş olsa bile, aslında performansların hayatlarını devam ettiriyorlar diyebilir miyiz?

Evet, Haus am Waldsee’deki son sergim biraz da böyle… “99 Commandments” işindeki tesbihin boncukları, altın kafesin içindeki kostüm, aslında ben artık orada olmasam da performansların hayatlarını devam ettiriyor. Bu objeler bir anlamda yaşıyor ve bir hikayeleri var.

EKICI

Nezaket Ekici portrait a 2012

Photo by Nihad Nino Pušija

Senin her zaman kataloglara, performanslarının arşivlemesine önem verdiğini düşünüyorum. Belki bir açıdan bu da objelerde söz konusu olduğu gibi performansın bitmiş olmasına rağmen başka bir formatta devam etmesine dair bir şey. Bu konuda ne söyleyebilirsin?

Dokümantasyon çok önemli. İşlerimi video olarak da arşivliyorum, bazen bu malzemeyi sergilerde de gösteriyorum. Mesela Tino Segal hiçbir işinin hiçbir yöntemle belgelenmesini istemez. Ben böyle düşünmüyorum. Benim için önemli olan işi daha geniş bir alana yaymak. Daha fazla bu işi nasıl gösterebilirim, benim için o önemli. Bu, benim fikirlerimi geliştiren ve yeni fikirleri bulmama yol açan bir şey.

Hep yapmak istediğin ama bir türlü yapamadığın bir proje var mı?

Bir sürü var aslında. Ama 2006’dan beri yapmak istediğim bir proje vardı: “Crossing Wonderland”. Şu anda Almanya’daki Kunstmuseum Ravensburg’daki bir grup sergisinde “Ich bin eine Pflanze“ ile bu işi gösteriyorum. Biraz yüksek bir platformun üzerinde duruyorum. Platformun çimenden oluşan yüzeyindeki deliklerden yukarı yükselen eller ve kollar olacak. Başka performansçılara ait bu ‘çiçekler’ bir süre sonra yorulmaya başlayınca ben o elleri öpüp, şefkat gösterip, masaj yapacağım. Bu sefer benim değil, yardımcılarımın zorlanacağı bir proje olacak bu.

0
16795
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage