Candeğer Furtun’un 100’den fazla eser ve arşiv malzemesinin bir araya geldiği retrospektif sergisi Arter’de izleyicilerle buluşuyor. Sergi, Furtun’un doku, form ve malzemeye, seramik pratiği üzerinden yaklaşımını, biçimsel ve düşünsel bağlamda inceleme olanağı sağlıyor.
Türkiye’de çağdaş seramik sanatının öncü isimlerinden Candeğer Furtun’un, 60 yıllık üretim sürecini kapsayan retrospektif sergisi, Arter’de, Selen Ansen küratörlüğünde sanatseverlerle buluşuyor. 1960’lı yıllardan, günümüze kadarki üretimlerinin kronolojik olarak yer aldığı sergide, Furtun’un seramiğe dair özgün yaklaşımları, malzeme pratiği, form, renk ve doku çeşitliliği yer alıyor. Hazırlık süreci yaklaşık üç yıl süren sergi, “kabuk” kavramı ekseninde şekilleniyor.
Günümüzde birçok farklı sanat disiplinini bir araya getiren çok yönlü bir sanat olgusuna dönüşen seramik sanatı, Bauhaus, konstrüktivizm, soyut dışavurumculuk ve Japon sanatı gibi çeşitli modern sanat akımlarının ve postmodernizmin etkisinde, özellikle 1950’li yıllardan sonra gelişim göstermeye başlar. Türkiye’de seramik sanatının modernleşmesi sürecinde önemli rol oynayan sanatçılar arasında yer alan Candeğer Furtun da, işlevsel ve dekoratif seramikten yani klasik seramik üretim pratiğinden yola çıkarak, organik ve figüratif form pratiğine uzanan yolculuğuyla seramik sanatına katkı sağlar. Seramiğin teknik olanaklarını kullanarak kendi özgün formlarını üreten sanatçı, dokularda insanın duygu, düşünce ve izlenimlerini devingen bir süreçle ifade eder.
1960’lı yılların başında sanat pratiğine, teknik ve estetik açıdan işlevsel bir zeminle başlayan sanatçının, giriş katındaki sergi alanının ortasında yer alan çaydanlık takımı, vazo ve çanak gibi üretimleri, coğrafi ve geleneksel kültürel katmanları barındırır. Bereket Tanrıçası (1963) gibi eserlerinde ise antik Yunan ve Anadolu’ya ait, inanç sistemi, ritüeller ve kültürlere referans verir. Tarihsel içerikler, yalınlıklarıyla kendi ritmini oluşturur. Aynı alanda, yan tarafta ise Japon seramik sanatı ve Zen felsefesi etkisiyle, sade, doğal görünümlü, pastel renklerle harmanlanmış ve fonksiyonel form kaygısından uzaklaşan, özgürleşen eserlerle karşılaşırız. Malzemeyi bir ifade aracı olarak kullanarak, bireysel, estetik, biçimsel ve düşünsel yorumlarını ortaya koyar. Orta kısımdaki duvarlarda yer alan dönem çalışmalarında kullandığı levha tekniği ile ürettiği heykellerde, doğaya ve forma yönelir. Gelenekselden kopuşu, aşama aşama görmeye başlarız. Soyut yaklaşımla, insanın biricikliğini, yaprak, yonca ve kabuk gibi rölyef panolarla yansıtır. Kırışıklık ve buruşukluk üzerinden yaşanmışlıkları sunar.
Sergi girişinde izleyiciyi karşılayan, Yaprak ve Sırt (1980) serilerinde ise sanatçı doğayı gözlemleyerek, toprak ve ten arasındaki aidiyet ilişkisini, doğanın dönüşümü üzerinden yorumlar. Yani var oluş ve yok oluş gibi yaşamsal evreler, doğaya dair olan doku, form ve renk üzerinden kurgulanır. Yaprak formlarının, insan sırtına benzerliği ile dış katman olarak algılayabileceğimiz kabuk kavramı, insan ve doğa temsiliyetini, bir birliktelik içerisinde etkileşime sokar. Doğa ve insan ilişkileri iç içe yapılanır ve doğa, insanlığa ayna tutar. Doğanın içselleşmesiyle çoğulcu ifade biçimleri ortaya çıkar. Sırt serisinde, insan bedeninin, somutlaşmaya başlaması ile Furtun’un pratiğinde figüratif formlara evrilen yolun başladığını görürüz.
80’lerde, figürlerdeki hacimler daha belirgin hâle gelirken, hızla değişen politik, sosyal ve ruhsal dünya söylemleri karşısında minimal fakat derin sorgulama biçimleri Furtun’un üretimlerinde dikkat çeker. Bu sorgulama biçimleri, Portre (1980) serisinde olduğu gibi formların ifadelerinde okunur. İlk bakışta iki boyutlu kompozisyon görünümlü hissi veren Portre serisinin yüzeylerinde, toprağın içinden kendine yer bulmaya çalışan yüz hatları ortaya çıkar. Hacim belirginleşmeye başlar, tuval ve heykel birlikteliği hissi verir. Son dönem eserleri için köprü görevi gören bu eserler, kimliksiz ve cinsiyetsiz fakat ruhu olan bedenlere aittir. Sanatçı, çehrelerdeki şiddeti ve yıkımı ifade eden şaşkın ve korku dolu ifadelerde, denge ve gerilimi ahenk içerisinde kullanarak dingin bir hisle izleyiciye ulaştırır. Dönemin siyasi uzantılarını yansıtarak, çatışmayı, ölüm ve yaşanmışlığı sunar. Malzeme açısından ise, solma ve çürüme gibi geçiciliği ima eder.
Alt katta yer alan 1990 ve sonrasına ait çalışmalarda, form ve kavram birlikteliği ön plana çıkar. Özellikle toplumsal olaylardan beslenerek, çalışmalarına farklı bir boyut kazandıran sanatçı, bireysel ve toplumsal belleğe odaklanır. Dönemin çalkantılı siyasal olaylarını hatırlamamızı ve bireyin/toplumun, düzen karşısındaki eylem/sizliğini merkeze alır. İçi boşaltılan durumları, tepkisizliği ele alan sanatçı, insan vücuduna ait uzuvları parça parça ele alarak, parça bütün ilişkisini, birey ve toplum bağlamında düşünmemize olanak sağlar. Tek başına cılız, etkisiz fakat kitle olarak güçlü yönlendirme yapan heykeller, izleyiciyi etkisi altına almaya başlar. Üst kattaki dinginliğin aksine, alt katta kaotik, protesto eden heykellerin içerisinde biz de o toplumun içerisinde kendimize yer buluruz.
Suskun / Suskunlar (1987) serisi, hem birey hem de toplum olarak bizi karşılar. Tek tek üretilen fakat kitle fikri sunan, seslerini duyuramayan insan topluluğunu temsil eder. Formlardaki deformasyon, silik, bastırılmış figürler, var olma çabası fakat yok olma çizgisinde konumlanır. Büyük boyutlu ebatlarıyla, mekânda yer edinmeye çalışan heykeller, aidiyet, yerleşik düzen, kayıp, bellek gibi çeşitli konularla irdelenir. Dönemin iç karartıcı siyasi ortamındaki tepkisizliğini tanımlar. Fiberglass malzemesi kullanarak ürettiği Oturan Figür (1988) ve Depar (1988) isimli seramik heykellerle yan yana konumlanması ise figürlerin beden hareketlerine sahip olması sebebiyle harekete geçme hissiyatı verir. Yan yana, aksiyon öncesi ve sonrasında olan eserler bir paradoks yaratır. Politik bilinç ve bilinçsizlik bağlamında varoluş çabası gözlemlenir. İnsan vücudunun aldığı belli pozların sabitlenerek, tekrarlarından oluşan düzenlemeler ise belki de kısır bir döngüde olduğumuzu düşündürebilir.
Furtun’un kendi elini kalıp olarak kullanarak, Yumruk (2010), İmdat (2010) ve Yardım (2010) gibi son dönemde ürettiği, çoğulcu ve yeniden üretime dayalı, işlevselliklerini tekrar kazanan dizilimlerde yer alan hareketler ise duyarsızlığa, haksızlığa, yolsuzluğa tepki koyarak görünür kılmayı amaçlar. Kollar ise gücü ve iktidarı temsil eder. Yönlendirme, yaptırım hissi uyandıran işaretler, toplumu kontrol etmek isteyen sistemin ve yönetilen bireyin çaresizliğini bir arada sunar.
15. İstanbul Bienali dahil olmak üzere, çeşitli sergilerde farklı düzenleme biçimleriyle sergilenen Bacaklar (1994) serisi de, bedeni parçalar üzerinden yorumlamamıza olanak sağlar. Bacaklar serisinde, sanatçı, insan tenindeki pembe pigment renkleri ve tonlarını pürüzsüz yüzeylerde kullanmasıyla gerçekçi bir anatomik duruş hissini verir. Tıpkı, Suskunlar serisinde olduğu gibi kitle fikriyle fakat aynı zamanda tek başına iktidar ve güç sembolü olarak işlenir. Ataerkil düzene, eril güce gönderme yapan Bacaklar, vücudundan koparılıp, cinsiyetsizleştirilerek savunmasız bırakılır. Seramiğin kırılgan bir malzeme oluşu ile özdeşleşir. Tekillik-çoğulluk, hareket-hareketsizlik, parça-bütün ve iç-dış gibi ikilemleri, insan olgusu üzerinden sorgulayan sanatçı, kabuğun kırılması ile birlikte içini görebileceğimiz bir çıplaklık sağlar. Aynı odada yer alan kaidelerin üzerinde hizalı bir dizilimle yer alan diğer Bacaklar serisi ise izleyiciye aralarında dolaşırken, hem izleniyormuşçasına huzursuzluk verirken, aynı zamanda pasif duruşlarıyla bir ironi oluşturur.
Arter’deki sergide, Furtun’un farklı dönem eserlerinin birlikteliklerini ve dönem geçişlerini iç içe görüyoruz. 60 yıllık üretiminin yanı sıra, alçı kalıpları, kil denemeleri, çalışma defteri ve fotoğraflarının da bir odada yer alması sanatçının pratiğine dair ipuçları taşıyor. Erken dönem eserlerinde, malzemenin olağan kıldığı, hem rastlantısal hem de planlı çalışma prensibiyle, doku, hacim, form ve renk kullanımlarını, estetik ve biçimsel yapısını ortaya koyarak yorumlamasını ve Furtun’un, seramiği sanatsal bir iletişim aracına nasıl dönüştürdüğünü görürüz. Doğa ve beden ilişkilerini, toprak ve ten üzerinden ele alan sanatçı, bireyi kabuğunu kırarak yansıtır. İleri dönem eserlerinde ise, iki kata yayılan seramiklerin beden uzuvları ve parçaları bir vücudu tamamlamasıyla bütüne parçalar eşliğinde bakmamızı sağlar. İnsanın biricikliğini, zayıflıklarını, varoluş sancılarını vurgulayan sanatçı, insanın varlığını/yokluğunu, nedenlerini ve niçinlerini, toplumsal sıkışmışlığını üretimleri ile görünür kılar. Biçimlerin parçalanarak çözümleme sunması, insana ve topluma dair olan durumu sunar.
Candeğer Furtun retrospektifini 17 Nisan 2022 tarihine kadar Arter’in giriş ve -1. kat galerilerinde ücretsiz olarak ziyaret edilebilirsiniz.