Yonca Karakaş’ın küratörlüğünde izleyiciyle buluşan “Bizden Sonra” isimli grup sergisi, sanatçının ilk küratörlük deneyimi olarak dikkat çekiyor. İçinde yaşadığımız gezegenin geçirdiği kaotik dönemi ve bu geçişin izlerini görünür kılan sergi, farklı sanatçıların üretimlerini bir araya getiriyor.
Ayşe Gül Süter, Ekin Saçlıoğlu, Elif Özdemir, Günnur Özsoy, Melis Buyruk, Nergiz Yeşil, Pelin Koç, Tuğba Çınar ve Yonca Karakaş’ın çalışmalarını izleyiciyle buluşturan “Bizden Sonra” adlı sergi, 15 Şubat tarihine dek Pg Art Gallery’de görülebilecek. Sergi kapsamında Yonca Karakaş ile sohbet etme fırsatı yakaladık.
Pg Art Gallery’de açılan “Bizden Sonra” ilk küratörlük deneyimin diye biliyorum. Sanatçı yönünün ardından işin küratörlük kısmında olmak senin için nasıl bir deneyimdi, fikir nasıl ortaya çıktı?
Evet bu benim ilk küratörlük deneyimim. Benim için gerçekten ilginç bir deneyim oldu. Bir sanatçı olarak diğer sanatçıların işlerini bir yere konumlandırmak, onlarla sürekli iletişim hâlinde olup bir fikri ilerletmeye çalışmak zorlu olmanın yanında aynı zamanda öğreticiydi de.
Aslında bu sergi fikri ikinci kişisel sergim hakkında yaptığım araştırmalar sonrasında edindiğim bilgilerle paralel olarak kendiliğinden oluştu. Genel olarak diyebilirim ki dönemsel olarak üzerine eğildiğiniz konular ya da yaptığınız araştırmalar üretiminizin referansı da oluyor. Yaşamın birbirini takip eden rastlantısal bazı olaylar sonucunda oluşması fikri beni çok heyecanlandırmıştı. Bu yüzden de ikinci solo sergimde duvara şöyle bir yazı yazmıştım: “Yaşamın oluşması için gereken tek şey moleküllerin seçme ve mutasyon güçlerine maruz kalması olduğu hâlde, tuhaf bir şekilde tüm varoluş amacımız anlam aramak üzerine. Ya hiçbir anlamı yoksa sadece bir bakteri ya da tür gibi bugünden yarına taşınıyorsak”. Bu cümle aslında sergi fikrinin de başlangıç hikâyesi oluyor.
Serginin çerçevesi hangi tema etrafında gelişti, nasıl bir hazırlık süreci geçirdin?
Serginin hemen girişinde vitrin üzerinde dijital baskı yerleştirmesi var. Bu yerleştirme Stenley Miller ve Harold Urey’in 1953 yılında yaptıkları deneyin bir şablonu. Aslında deney bir Abiyogenez deneyi. İki bilim insanı ilkel atmosfer şartlarını taklit ederek organik moleküllerin inorganik tepkimeler sonucu ile nasıl ortaya çıkabileceğini deneyimlediler. Henüz gün bitmeden kurdukları düzeneğin içerisinde insan vücudunda bulunan 22 aminoasit ortaya çıkmaya başlamıştı bile. Bu deney kilise otoritesi için kötü bir haber olsa da (çünkü Tanrı fikrini tamamıyla yok ediyordu) kısa zamanda önemli bir deney olarak bilim dünyasında yer edindi.
Sergi fikri tam da bu deneyin çevresinde gelişti. Rastlantısallık, yaşam, türler, hibrit türler (melez) ya da yapıntılar izlediğim yolda anahtar kelimelerim oldu. Bilim karşısında her zaman heyecanlanan biri olarak aklımdan bir sürü fikir geçmeye başladı. Üçüncü solo sergimi beklemek yerine “karma bir sergide bu fikir etrafında diğer arkadaşlarımla ne yapabiliriz?” diye düşünmeye başladım ve sergi metnini yazar yazmaz onlarla iletişime geçtim. Bu süreç içerisinde herkesle birebir konuşmak ve onların heyecanını görmek bana kendimi iyi hissettirdi. Birebir konuşmalarımızın daha verimli olduğunu görünce toplantılarımı da bu şekilde ilerlettim. Sanatçıların stüdyolarına gidip işlerinden edindiğim izlenimlerimden bildiğimden çok daha fazlası olduklarına şahit oldum. Mekânlar tuhaf yerler insanın yerleştiği yer zihni gibi oluyor sanki.
Sanatçıları ve çalışmalarını neye göre seçtin, ağırlıkta olan disiplinler var mı? Eserleri biraz anlatabilir misin?
Sergi metnim zaten düşüncelerimden oluştuğu için yapmam gereken tek şey bana bu metni hatırlatan işler seçmekti. Yani bir pusulam zaten vardı. Bu alanda her disiplinden işler görmeniz mümkün; resim, heykel, yerleştirme...
Eserlerle ilgili kısaca diyebilirim ki her bir iş aslında bizden sonrasının bizde yarattığı merak duygusunu bir şekilde dindiren, sanatçı inisiyatifinde kurgusal bir örnek. Elbette farkındayız ki bizler bilim insanı değil sanatçıyız. Yaşamda var olan her şey bizim konumuz olabilir. Bu anlamda bizden sonrasını ancak hayal gücü ile kurgulayabiliriz. Bu yüzden galeri mekânını bilimden referans almış kurgusal bir mekân olarak görebiliriz. Yapay zekanın kör bir şekilde ilerleme hâli, melez bitki türleri, cansız olanın canlı olanı taklit ederek yaşam bulması, fanusta korumaya alınmış plastik bitkiler ya da istilacı türler... Miller & Urey deneyinde değindiğim gibi kilisenin Abiyogenez deneyi karşısındaki eril tavrı ya da paniği, bana sürekli olarak var olmaya çalışan, kendini sürekli olarak deklare eden kadının, karşısında duran erkek egemen düşüncenin varlığını hatırlatıyor. Dokuz kadın sanatçı olarak tesadüfen bir araya geldik. Ve yaşamın rastlantısallığını anlattık.
Sergi metninde çeşitli doğa olayları ve ögelerine karşı verdiğimiz tepkilerden bahsediyorsun. İnsanoğlunun kar yağmasını güzel ve estetik bulurken kasırga ya da şimşeğe aynı tepkiyi vermemesine dikkat çekiyorsun. Senin yorumunla bunun sebebi nedir, algılama biçimimizle mi alakalı?
Aslında sergi metnindeki o bölüm bu durumu yorumlama şeklim oluyor. Sanırım genlerimiz yaşama tutunma konusunda gerçekten güçlü. Var olmak istiyoruz, diğer türler gibi yaşamı deneyimlemek istiyoruz ama onlar kadar doğal bir yol izlemiyoruz.
Tür olarak daha çok yapıntıların illüzyonuna kapılıp var olma çabamızı bununla destekliyoruz.
Narcissos’un göl üzerindeki yansımasına kapılması gibi bizler de ürettiğimiz yapılar, oluşturduğumuz dil ve yarattığımız yapay gerçeklikler üzerinden yaşama tutunmaya çalışıyoruz.
Evren üzerinde mikron derecesinde bile yer kaplamayan insanın her şeyin kendi çerçevesinde döndüğünü sanması ve bencilliği ise dikkat çektiğin bir başka nokta. “…yüceltilmeyi ve kendimizi diğer tüm türler arasından piramidin en tepesine koymayı, piramidi çizenlerin biz olduğunu bildiğimizden uygun görüyoruz” diyorsun. Bundan biraz bahsedebilir misin?
Sanırım bunu en kolay dil ile açıklayabilirim. Bir “tür” olarak kendi dilimizle bir iletişim hâli içindeyiz. Etrafımızda bulunan birçok şeyi yapılandırdığımız bu dil üzerinden kodluyoruz ya da isimlendiriyoruz. Bu aslında biraz da belgeleme gibi biz ve diğerleri (diğer tüm türler) üzerinden iki başlık açarak tarihi kayıt altına alıyoruz.
Yani dilin hakimiyeti üzerinden hiyerarşik bir düzen söz konusu. Bu hiyerarşinin temelinde yatan dil bize ait olduğu için, hiyerarşinin tepesinde bizim olmamız aslında çok doğal. Mevcut tüm yapılarda bu katmanlı düşünceyi zaten sürekli olarak görüyoruz. Sistem tabanlı her yapıda kendini fraktal olarak devam ettiren bir durumdan bahsediyoruz. İçindeyiz ve bir süre daha buradayız gibi görünüyor.
Peki sergi adı “Bizden Sonra” da bu konuya mı referans veriyor. İnsanın dünyada bir iz bırakma isteği ve kendinden sonrasını merak edişi…
“Bizden sonra” cümlesi tuhaf bir cümle hem bencil bir yapıya sahip hem de içinde çocukça bir merak duygusu var. Hem her şeyin biz olduğuna kanaat getiriyor hem de “ya değilsek” diye çelişkiye düşüyor.
Bu cümleyi izlediğim filmler, okuduğum kitaplar ya da ailem ve arkadaşlarımdan her duyduğumda, sonrasında gelen olumsuz her türlü cümle bana şunu gösterdi: Bizden sonra doğanın kendini yenileyemeyeceği gibi tuhaf bir yanılgı var. Rastlantısal olarak hayat bulmuş bir doğanın ürünleri olarak geldiğimiz yer konusunda süreç içerisinde ürettiğimiz yapıntıların illüzyonu ile tuhaf yanılgılara düşüp hafıza kayıpları yaşıyoruz. Çevremizi saran ve bizi inanç sistemlerine dahil eden her türlü ideolojik bakış açısının bize aslolan kendimizi unutturduğunu açıkça söyleyebiliriz. Mitlerden, sistemlerden, ideolojik bakış açılarından sıyrılmadığımız sürece kendimizi bilmemiz mümkün değil. Bizden sonra doğa devam edecek yenilenecek ve hatta farklı türlere zemin hazırlayacak. Elbette tür olarak bizler de önemliyiz ama bizden sonraki doğanın yarınını belirleyecek kadar değil. Bu dogmatik sistemde iz bırakacağımız tek şey kayıt altına aldığımız “post truth” tarihimiz olabilir.
Kendi üretimlerinden bahsedelim biraz da. Gelecek projelerin arasında neler var?
Zihnimde dolaşan bir sürü fikir var ama aynı zamanda tekrar okula başladım (İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü) en sevdiğim şeyi yapıyorum gibi hissediyorum. Bir süre daha okuyup araştırıp çalışmalarıma öyle devam edeceğim.