Evgenia Sarkissian (Saré), gerçekleştirdiği sıra dışı işlerinde kullandığı renk, motif ve kendine özgü tarzla dikkat çekiyor. Sanatçı ile Galeri 77'nin Karaköy'deki mekânında 10 Eylül - 10 Ekim tarihleri arasında Türkiye’de ilk kez izleyicilerle buluşan işlerinin yer aldığı “İnsanlık Komedyası” isimli sergisi ve yakın dönem çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Erivan’da başladığı sanat kariyerine Paris’te devam eden Evgenia Sarkissian (Saré), kullandığı renk kompozisyonları, kendisine özgü tarzı ve ele aldığı konu ve tasvirlerle kendisini güncel sanat dünyasında farklı bir yere konumlandırıyor. Sanatçı, özellikle yağlı boya işlerinde benimsediği tavırla birçok koleksiyonerin dikkatini çekerken çalışmaları birçok önemli isim tarafından oldukça yakından da takip ediliyor. Bu kapsamda sanatçı ile Galeri 77 aracılığıyla ilk kez Türkiye’de sanatseverlerle buluşacak “İnsanlık Komedyası” sergisi, Erivan’dan Paris’e uzanan sanat yaşamı ve yakın dönem çalışmaları üzerine söyleştik.
"İnsanlık Komedyası", 10 Ekim'e kadar Galeri 77'de görülebilir ya da üç boyutlu sanal tura buradan erişebilirsiniz.
Sanat eğitiminize Erivan’daki Ulusal Güzel Sanatlar Akademisi’nde başladınız ve uzun yıllar orada yaşadınız. Bize sanat anlayışınızın şekillendiği bu ilk yıllardan ve ilk çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Çok genç yaşta resim yapmaya başladım ve tiyatroyu çok sevdim. Alanımı seçme zamanı geldiğinde aklımda hiç şüphe yoktu – skenograf olacaktım. Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim ve gerçekten “akademik” bir eğitim aldım. Altı yıl boyunca, günde altı saat çizim ve resim çalıştım; sanat tarihi, kompozisyon gibi diğer alanlardan bahsetmiyorum bile.
Tiyatroda çalışmaya öğrenciyken başladım ve Akademi’den diplomamı aldıktan sonra işim kalıcı oldu. Toplamda kırktan fazla gösterim (kostüm ve dekor olarak) ve birkaç da uzun metraj işim oldu.
Erivan döneminizde özellikle heykel, seramik, gravür ve monotip üzerine çalıştınız. Daha sonra yerleştiğiniz Paris’te ise yağlı boyaya ağırlık verdiniz. Peki sanatınızdaki bu keskin dönüşün sırrı nedir?
Asıl işime paralel olarak, aynı zamanda farklı tekniklerle ilgilendim – özellikle baskıyla ilgili olanlarla, gravür ve monotip gibi. Benim için baskı tekniklerinin ayna yansımasını andıran oldukça cazip bir yönü, bir oyunculuk unsuru var. Gravür yapmaya devam ediyorum ancak her geçen gün zamanımın çoğunu daha fazla resim yapmaya ayırıyorum. Özellikle de çalıştığım resim tekniklerinin (yağlı boyalı, glaze, çok katmanlı ve detaylar üzerinde çalışma isteyen) çok fazla zaman ve odaklanma gerektirmesi sebebiyle. Kısacası, ilgimi çeken her şeyi yapmaya yeterli vaktim kalmıyor.
Şüphesiz üretim yaptığınız alana göre farklı hammaddelerle çalıştınız. Gerek geçmişte gerekse günümüzde yaptığınız çalışmalarda bu geçiş açıkça görünüyor. Peki hammaddenin bir sanat üretimindeki yeri nedir ve bu konuda yolunuzu nasıl buluyorsunuz? Hangi alanda üretim yapacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
Malzeme benim için çok önemli. Tuval yüzeyinin hazırlanmasından, fırçanın kalitesine kadar. Şu sıralar kendimi rahat ve güvenli hissettiğim bir teknik geliştirmeyi başardım ama bu süreç meşakkatli oldu. Bu yüzden 15. ve 16. yüzyıllarda çoktan kullanılmış olan klasik bir resim tekniğinde karar kıldım. Üzerinde düşünmek için size zaman tanıyan ve aceleye tahammülü olmayan bir teknik bu. Birçok koleksiyoneri şaşırtıyor bu, çünkü çağımızda çok daha reaktif, hızlı tekniklerin kullanıldığını düşünüyorlar ve bir bilişsel uyumsuzluk yaşıyorlar – karşılarında klasik teknikle yapılmış ama bariz bir şekilde modern bir resim oluyor. Hatta eski dönem resim heveslisi koleksiyonerlerimden bazıları, eserlerimin koleksiyonlarındaki ilk modern resim olduğunu itiraf ettiler.
1991 yılında yerleştiğiniz Paris birçok dönüşümün de habercisi. Peki Paris’e yerleşmeye nasıl karar verdiniz ve Paris sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Paris’in hayatımda her zaman yeri vardı. Büyükbabam Paris’te okudu ve annem de Paris’te doğdu. Sonrasında, gençlik dönemimde babam Paris’te diplomat olarak çalıştı. 1991 yılında büyük bir Paris galerisi tarafından eserlerimi sergilemek amacıyla davet edildim.
Bu şehir doğduğum andan itibaren hayatımda bir şekilde yer etti ve kademe kademe ana konuma oturdu. Bu geçiş oldukça doğal bir şekilde gerçekleşti, öyle ki Ermenistan’la iletişimimi hiçbir zaman kaybetmedim, Erivan’a mümkün olduğunca sık gittim, Erivan’da çalıştım ve eserlerimi sergiledim.
Tablolarınızda hem dünyevi hem de gerçek dışı unsurları aynı anda resmediyorsunuz. Bu dualite kendini üretimlerinizde farklı biçimlerde hem yeniliyor hem de yineliyor. Peki bu dualitenin sizdeki karşılığı nedir?
Karakterlerim benim için gerçekler, insanca olan hiçbir şey onlara yabancı değil. Karakterlerim zaman zaman alışılmadık koşullarda veya kombinasyonlarda (kafasına kedi veya timsah konulmuş şekilde) yansıtılmış olabilirler, ancak bu herkesin başına gelebilir, öyle değil mi? Bu kombinasyonlar sıra dışı bir izlenim vermekte. Aslında bunlar endişeleriyle, düşünceleriyle, yolculuklarıyla, bilgelikleriyle ve nezaketleriyle çevremizdeki yer alan insanlar. Sanırım tiyatrodaki çalışmalarım resmimde iz bıraktı, rolünü oynayan aktörlerin ikiliği bu.
Eserlerinizde kurduğunuz fantastik dünya çeşitli noktalarda akıllara ETA Hoffmann, Novalis ve Vladimir Soloviev gibi yazar/şairlerin edebî dünyasını getiriyor. Özellikle bir önceki soruyla ortaklıklar kuran dualite ve farklı dünyaların aynı zemin üzerinde kesiştiği durumlarda. Bu karşıtlıkların kökeninde ne yer alıyor?
Alışılmadık kombinasyonlardaki olağan şeylerin anlamları değişiverir. Bu büyüleyici bir oyundur. Birçok anlamı olan bir oyun. Bu, tanıdık şeylere tamamen yeni bir perspektiften bakma fırsatıdır. Siz de bir deneyin, seveceksiniz.
“İnsanlık Komedyası” ilhamını Fransız yazar Balzac’ın ünlü roman serisinden alıyor ve bizi farklı insanlık hâlleriyle karşılaştırıyor. Peki tüm bu insanlık manzaraları tablolarınıza nasıl sızıyor? Hem bu, hem de bir sonraki soruyla da bağlantılı olarak, genel anlamda edebiyat ve diğer disiplinlerle aranız nasıl?
Dünya görüşümü tam olarak neyin şekillendirdiğini söyleyemem. Çevremizdeki her şeyi, yıllar boyunca biriktirdiğimiz tüm bilgileri topluyoruz ve her birini kendimize özgü yöntemlerle geri dönüştürüyoruz. Elbette edebiyat ve müzik bizi en çok duygusal olarak şekillendiriyor. İşimi neyin etkilediğini - bir tür kompozisyon için itici güç olan o şeyi - tam olarak söyleyebilmem mümkün değil, benim için hep bir eskiz üzerine biraz doğaçlama şeklinde gelişiyor. Tuval üzerinde çalışmaya başladığımda - doğaçlama alanını ölçülü bir şekilde belirlerim, kullandığım bir teknikle tuval üzerinde teknik olarak doğaçlama yaparım - kestirebilmek neredeyse imkânsızdır.
İnsan varoluşunun “saçmalığı” ve çağdaş uygarlık krizleri resimlerinizde önemli bir yer tutuyor. İçerisinde bulunduğumuz krizler ve tüm bu absürt süreç eserlerinize yansırken nasıl bir form kazanıyor ve hangi merhalelerden geçiyor?
İnsan varoluşunun saçma olduğunu düşünmüyorum. İnsanlığa hayranlıkla bakıyorum ve birkaç hayal kırıklığına rağmen, insanların dünyadaki en güzel şeylere sahip olduğunu düşünüyorum. İnsanları gözlemlemek ve eylemlerini analiz etmekle fazlaca ilgileniyorum. 100 veya 200 yıldır herhangi bir insani gelişme görmediğim için gittikçe daha fazla kederleniyorum. Kendini koruma duygusunun insanlara gelişimlerinde yardımcı olacağına, birbirlerine karşı daha toleranslı hâle geleceklerine, medeniyetlerin doğal değişimlerinin iyiliğin, anlayışın yok olmasına yol açmayacağına inanıyorum. Dünya hakkında saf ve müşfik bir görüşe sahip olmak gerekiyor, ancak o zaman insanlığın bir şansı olabilir.
Tablolarınızın arka planında kullandığınız motif ve renkler bizi ön plandaki figürlere daha fazla odaklanmaya ve bu konuda daha dikkatli olmaya itiyor. Peki bu tavrın arkasında ne var, bu figür/karakterlerle ortaya koymak istediğiniz nedir?
Karakterlerim kendi dünyalarında yaşıyor, bizi izliyor ve her birimize duymak istediklerimizi söylüyorlar. Bizi rahatlatıyor ve kendileriyle birlikte hayal kurmaya davet ediyorlar. Hakkımızda, kendimizin bile bilmediği bir şeyler biliyorlar (benimle bile bildiklerini paylaşmıyorlar). Her izleyici kendi hikâyesinden bahsedebilir ve bence bu büyüleyici bir deneyim.
Çalışmalarınızda kullandığınız renkler ve kurduğunuz kontrast da ayrıca önemli. Bir ressam olarak tablonun oluşumu sırasında hangi renkleri kullanacağınıza nasıl karar veriyorsunuz ve ağırlıklı olarak paletinizde kendisine yer verdiğiniz (bir) renk(-ler) var mı?
Çalıştığım renk yelpazesi yıllar boyunca giderek daha açık hâle geliyor. Resimlerim bugün on yıl öncesine göre daha parlak, ama aşırı değil. Bu doğal olarak gerçekleşti, önceden planlanmış bir şey değil. Özellikle tercih ettiğim renkler yok, tek rengi tercih ederek kendimi neden kısıtlayayım ki. Ancak çoğu zaman da tablonun kendisi bürünerek kendini iyi hissedebileceği bir dizi rengi belirliyor.
Son bir soru olarak, hâlihazırda Galeri 77’de görülebilen “İnsanlık Komedyası” ile ilk defa Türkiye’de sanatseverlerle buluşuyorsunuz. Peki İstanbul’daki sanatseverlerle buluşmak sizin için nasıl bir duygu; ziyaretçilere bu konuda ne söylemek istersiniz?
Öncelikle, eserlerimden oluşan bir sergi düzenlemeye karar verdiği için Galeri 77'ye çok teşekkür ederim. Umarım verimli bir iş birliğimiz olur. Daha önce Türkiye'den koleksiyonerlerim oldu ama bu ilk sergim. Sergiye gelemediğim için, Türk izleyicilerin izlenimlerini Instagram üzerinden değerlendirebiliyorum - Türkiye'den çok fazla yeni abonem oldu ve insanlar bana izlenimlerini bildirmek için yazıyorlar - şimdiye kadar sadece övgü dolu eleştiriler ve işim hakkında çok güzel sözlerle karşılaştım ki bu çok hoş. Ziyaretçilere şunu söylemek isterim - bakın, düşünün, gülümseyin. Ve sizlere çok teşekkür ederim!