“Kültürü, tarihi, dilleri kazıyan bir sanatçıydı.” Bu sözler, baskı resim alanında önemli eserler vererek aramızdan ayrılan Gündüz Gölönü için Marcus Graf tarafından söyleniyor. Bir dönem Türk resim sanatında “İstanbul sanatçısı” olarak tanımlanan Gölönü, yurt dışında deneyimlediği farklı baskı türleriyle Türk sanat tarihine sayısız eser bıraktı. Türkiye’de gravür baskı tekniği üzerine kitap yazan ilk sanatçı Gündüz Gölönü, 2014 yılındaki vefatının ardından “Kazı Resim” sergisiyle bir kez daha anılıyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen Marcus Graf, sanatçı ve akademisyen kimliğinin yanında Gölönü’nün özgün teknikleriyle kazıdığı kültürel, sanatsal ve dilsel miraslardan bizlere kalan buluntuları Milli Reasürans Sanat Galerisi'nin duvarlarında gün yüzüne çıkarıyor.
Özellikle 80’li yıllarda kullandığı farklı baskı teknikleriyle sanatını doruk noktasına taşıyan Gündüz Gölönü, Türk sanat tarihinde önemli bir isim. “Kazı Resim” sergisinin küratörlüğünü üstlenen Marcus Graf, Gündüz Gölönü ile izleyicisini soyut, figüratif ve fonetik yaklaşımların bir arada bulunduğu bir kazı mekânında buluşturuyor. Gündüz Gölönü’nün sanatçı kimliğini küratörlüğüyle birlikte tesmil eden Marcus Graf, “Kazı Resim” hakkında merak ettiğimiz her şeyi bizler için açıkladı. Gölönü’nün retrospektif sergisi “Kazı Resim”, 22 Kasım’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde ziyaret edilebilecek.
Gündüz Gölönü, özgün baskı-resim tekniğiyle bu alanda eserler veren çok önemli bir sanatçı. Küratörlüğünü üstlendiğiniz “Kazı Resim” sergisi bağlamında Gündüz Gölönü’nün ele aldığı konu ve formlardan bahseder misiniz?
Gündüz Gölönü, baskı-resim alanında özgün eserler vermiş çok önemli bir isim. Ancak birçok insanın Gündüz Gölönü hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını düşünüyorum. Sanatçının yirmi beş yıldan fazla bir süre Amerika’da yaşamış ve üretmiş olması, sanıyorum bu durumun nedenlerinden biri. Sanat geçmişine baktığımızda Gölönü’nün aslında 60-70’li yıllarda Türkiye’de yaşayan ve figüratif resim alanında önemli eserler veren ünlü sanatçılardan biri olduğunu görüyoruz. O dönemler akademik kariyerine devam eden sanatçı Sao-Paolo Bienali’ne davet edilirken Türkiye’de ise pek çok sergi açmaktaydı. Türk postacılık tarihine Yunus Emre Pulu’nu kazandıran kişi de Gündüz Gölönü’dür. Bütün bu bilgiler ışığında, Gölönü’nün kariyerinde yükselen bir sanatçı olduğunu söylemek kaçınılmazdır. Ancak 1979 yılında Amerika’ya eğitim almak için gittiğinde bir yıl sonra gerçekleşen askeri darbe nedeniyle uzun süre ülkesine dönemediğini biliyoruz. Amerika’da bulduğu uygun çalışma şartları, 1980-90 ve 2005 yıllarına kadar orada kalmasında etkili oluyor ve özgün baskı konusunda önem teşkil eden asıl çalışmalarını o yıllarda üretmesine olanak sağlıyor. Gölönü için oluşan uygun çalışma koşulları, eserleri ve kendisini tam anlamıyla tanıyamadığımız bir duruma da yol açıyor ne yazık ki. Mesela “Kazı Resim” sergi açılışına 60-70’li yıllardan tanıştığı arkadaşları geldiğinde onlar dahi Gölönü’yü eski eserleriyle hatırladılar.
“Kazı Resim” sergisinde, Gölönü’nün özgün baskı resimlerine odaklanıyoruz. 68-70 yılları arasında başladığı ancak özellikle 80 ve 90’lı yıllarda üzerinde durduğu özgün baskı çalışmalarını ön plana çıkarıyoruz. Sergide yer alan ilk dönem yapıtlarına baktığımızda figüratif çalışmalarından İstanbul Haritası’nı görebiliyoruz. Buradaki betimleme tarzı Bizans ve minyatür sanatına daha yakın. Bir yandan soyut sanat ve empresyonizmden gelen renklerle deneysel çalışmalar yaparken temel anlamda Batılı sanat ile minyatürü bir araya getirmeye çalışıyor. Doğu ile Batı veyahut İslam sanatı ile Modern sanat ögelerinin sentezine eğiliyor diyebiliriz. Buraya kadar anlattıklarımı birinci bölüm olarak değerlendiriyoruz.
Serginin odak noktası ikinci bölüm ise 80’lerde ürettiği işlerinden oluşuyor. Geometrik ve tekrar eden kompozisyonların ağırlıkta olduğu bir alan. Gölönü’nün sanat yaşamında, geçip giden zamanla birlikte çalışmalarındaki katmanların arttığını görüyoruz. Bu durum eserlerinde göze çarpan belirli farklılıklara neden oluyor. Önceden soyut üzerine yoğunlaşırken 82-85 yıllarında işin içerisine lekeler de girmeye başlıyor. Baskı ile pentür veya geometrik ile lirik soyutun birleştiğini düşündüren çalışmalar görüyorsunuz. Gölönü’nün yine ilginç bir sentez yaptığını söyleyebilirim çünkü klasik sanat tarihinde geometrik ile lirik soyut birleştirilmezdi. Postmodernizm, sentez veya hibrit gibi sanatların önünü açtı. Bu bağlamda Gündüz Gölönü hibrit çalışan bir sanatçı ve bu nedenle sanat yaklaşımları dönemin sanat anlayışına göre oldukça ilerici bir yaklaşım. 80’lerin başında Türk sanatı düşünün ki Mehmet Güleryüz ve Adnan Çoker’in figüratif ile soyut sanatı kıyasladığı dönemlerden geçiyordu.
90’lı yıllara gelindiğindeyse Gündüz Gölönü soyut çalışmaları bırakıp tipografik ve linguistik çalışmalara yönelmiştir. Dilleri, dil kökenleri, kültürel benzerlik ve farklılıkları araştırdığı bu dönemde soyut, ornament ve tipografik ögeleri bir araya getiriyor. O dönemlerde, figüratif sanatla da tekrar ilgilenmeye başlıyor ve sentez olarak ürettiği çalışmalar yeniden ön plana çıkıyor. Öncesinde Gölönü’nün soyut çalışmaları salt estetik kaygılar üzerine kuruluyken, sonrasında kültürele ve kavramsala yönelik bir eğilim başlıyor. Gündüz Gölönü’nün soyuttan figüre, tipografiye ve kavramsallığa geçiş sürecini “Kazı Resim” sergisi üzerinden genel hatlarıyla anlatmış oldum. Bana göre sergideki en dikkat çekici alan, akordeon kitapların olduğu dönem ve çalışmalar. Özellikle Türkiye için belirli bir özgünlük ve öncülüğün söz konusu olduğu akordeon kitaplar, Gölönü’nün belirli bir zamandan sonra evrim, gelişim, değişim ve dönüşüm üzerine çalışırken zaman kavramı ve değişkenliğine vurgu yapmak için formunu bu şekilde oluşturduğu bir yapı. İlk olarak özgün baskı ile büyük kağıtlara çeşitli işler üretiyor, sonrasında bu kağıtları bir araya getirerek akordeon kitap formunu yaratıyor. Aslında sanat tarihindeki diptik-triptik meselesine değiniyor. Triptiğin kullanılma amacı bir kompozisyonu oluşturan öge ya da zamanları tek bir çatı altında gösterebilmektir. Gölönü’nün akordeon kitaplarında da böyle bir mantık söz konusu.
Geniş perspektifte bakıldığında serginin amacı nedir?
“Kazı Resim” sergisinin amacı Gündüz Gölönü’yü ve eserlerini bugünün gençlerine, sanatseverlerine ve uzmanlarına anlatmak. 2014’te vefat ettiğinde yalnızca sanatçı değil akademisyen bir kişiliği de barındıran Gölönü, Amerika’ya gitmeden önce hem Türkiye’de hem de farklı ülkelerde bu kimliği devam ettiren bir insandı. Yeditepe Üniversitesi’nde de eğitim vermiştir, bu vesileyle kendisiyle belirli bir dönem çalışma fırsatım da olmuştu. Sanatçı ya da akademisyen kişiliğinin yanı sıra bir birey olarak da kendisini çok sevmiştim; nazik, kibar ve çok düşünceli bir insandı. Son olarak Işık Üniversitesi’nde eğitim verdiğini biliyoruz. Görüyoruz ki Gündüz Gölönü her yönüyle çok önemli bir insan ve Türk sanat tarihi içinde güçlü bir yeri olmalı. Bu nedenle kendisi hakkında bir kitap da hazırlıyoruz. “Kazı Resim” sergisinin girişinde ise Gölönü’yü anlatan bir biyografi odası hazırladık.
“Kazı Resim” sergisi Gündüz Gölönü’ye ait bir retrospektif. Bu bağlamda, sanatçının kişisel koleksiyonu ile farklı koleksiyonlardan gelen eserleri tek bir seçki altında görüyoruz değil mi?
Bu bağlamda aslında sergi fikrinin öncüsü kim diye sormak gerekiyor. “Kazı Resim” sergisi, Gündüz Gölönü’nün kızı Berin Gölönü’nün girişimleriyle kuruldu. Berin Gölönü de bir sanat tarihçisi ve küratör, böyle bir şansımız var. Bu bağlamda Berin Gölönü ve eşi, Gündüz Gölönü’ye ait eserleri iyi bir şekilde saklayıp korudular. Dolayısıyla burada bir aile koleksiyonu devreye giriyor. Gölönü tıpkı sanat tarihinde olduğu gibi sanat piyasasında da çok sık rastlayabildiğimiz bir isim değil çünkü insanlar bilmiyor. Bir tür görünürlük meselesi söz konusu. Ancak eski çalışmalarından bazı eserler, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin koleksiyonunda bulunuyor. Ayrıca “Kazı Resim” sergisi hazırlanırken bir mail almıştım. Onun aracılığıyla Ekavart Gallery’de gerçekleşen bir sergide Gündüz Gölönü’ye ait bir çalışmayı bulmuş ve alıcısının kim olduğunu öğrenmiştim. Özel koleksiyonlarda ve ara ara olmak üzere müzayedelerde de sanatçıya ait eserlere rastlayabiliyorsunuz. Ancak bu serginin tamamı, Gölönü’nün aile koleksiyonundan geliyor. Koleksiyonun sergilenebilmesi için kızı Berin Gölönü, “Kazı Resim”in sergi mekânı Milli Reasürans Sanat Galerisi'ne giderek güncel sergi konseptinden bahsetti. Milli Reasürans’ın yönetici ve koordinatörlerinden Elvan Tekcan, Süleyman Saim Tekcan’ın kızı. Dolayısıyla hem babası hem de Elvan Tekcan, Gündüz Gölönü’yü yakından tanıyan insanlardır. Berin Gölönü’nün teklifini bu nedenle hemen ve büyük bir istekle kabul ettiler. Daha sonraki süreçte beni aradılar. Projeyi duyduğum ilk an çok mutlu oldum ancak Gündüz Gölönü’yü yakından tanıyan birinin küratörlük için daha uygun olacağını belirttim. Özellikle vefat etmiş bir sanatçının küratörlüğünü yapmak oldukça hassas bir iş. Bu yüzden, onun küratörlüğünü yaparken bir bakıma sanatçının yerine de geçmiş oldum.
Gündüz Gölönü aramızdan ayrılan bir sanatçı olduğu için sergi düzeni ve eser seçiminde kendisiyle danışıklı bir süreç izleyemediniz. Bu nedenle kaynak arama, eserleri bir araya getirme ve yerleştirme aşamalarında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
“Kazı Resim” sergisi de dahil olmak üzere küratörlüğünü üstlendiğim her sergi bir araştırma süreciyle başlar. Çok fazla yapmamakla birlikte kişisel sergilerin de küratörlüğünü yapıyor ve sanatçılar hakkında monografik yazılar hazırlıyorum. Birlikte çalıştığım tüm sanatçılardan haklarında yazılmış bütün kaynakları paylaşmalarını rica ederim, bütün işlerimde süreci başlatan ilk eylem budur. Yalnızca sanatçıya ait yapıtları değil hakkında çıkan tüm yazılı kaynakları da sergi oluşum süresince değerlendiririm. “Kazı Resim” sergisi için ilk olarak Berin Gölönü’den bilgi topladım. Sergi katalogları, gazete kupürlerive Gündüz Gölönü’nün Amerika’daki çalışma arkadaşı Archana Horsting ile Berin Gölönü’nün gerçekleştirdiği röportaj, sergi için bilgi toplarken yararlandığım kaynaklardı. Berin’den aldığım kaynaklar bilgi birikimimin çoğunu oluşturuyor, onların dışında bilgi kaynağı çok fazla yok ne yazık ki. Bu nedenle benim için zor bir araştırma süreciydi.
“Kazı Resim” sergisinde Gölönü için oluşturulan biyografi odasında yer alan kitapları nasıl temin ettiniz? Oradaki yazılar, sanatçının çalışma tekniği ve kullandığı malzemeler hakkında çok şey anlatıyor.
Oradaki kaynaklar Berin Gölönü’nün arşivinden temin edildi. Sanatçının biyografisini oluştururken eski eşinden çok destek aldık, diplomalarını o şekilde bulduk mesela. Öncesinde birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla da konuştum, hatta T.C. Yeditepe Üniversitesi’ndeki hocalara da Gölönü’yü nasıl hatırladıklarını ve onlara göre nasıl bir sanatçı olduğunu sordum. Eski eşi sergide gördüğümüz biyografinin taslağını oluşturduktan sonra “Kazı Resim” kataloğunda sanatçının hayatının anlatıldığı bölüm için de benzer bir çalışma hazırladı.
Sergideki eserlerin yerleştirilme düzeninden bahseder misiniz? Retrospektif olduğu için kronolojik bir kaygı duyulsa da farklı dönemlerde ve farklı tekniklerle üretilen çalışmaları çeşitli gruplar hâlinde görebilecek miyiz?
Ağırlıklı olarak kronolojik bir sıra izledik. Ancak sanatçının işlerine baktığımızda yaşamı ile şekillenen belirli kırılma noktaları görüyoruz. Bu noktalar çalışmaların kendi kendine kategorileşmesine neden olmuş. “Kazı Resim” sergisine yansıyan da tam olarak bu. Hem sanatçının biyografisi var hem de o süreçte şekilenerek gruplanan farklı sanat anlayışları.
“Kazı Resim” sergisine yukardan giriş yaptığınızda gri duvar üzerinde solo bir eserle karşılaşıyorsunuz. İlk gördüğünüz eser, Gölönü’nün 80’lerin ortalarında ürettiği soyut bir çalışma. Dolayısıyla sergi düzeni sanatçının ilk çalışmalarıyla değil üretim sürecinde daha önemli gördüğümüz bir dönemiyle başlıyor. Merdivenlerden ana mekâna inen izleyici, Gölönü’nün en eski eseri olan Başak (1968) ile karşılaşıyor. Biraz daha ilerlendiğindeyse 1995’te ürettiği tipografik bir çalışmayı görüyor. Bu bağlamda, sergi izleyicisi girişten itibaren sanatçının üç farklı dönemine tanıklık ediyor. Milli Reasürans Sanat Galerisi'nin alt katına indiğinizde ise girişin sol tarafında Gölönü’ye ait bir biyografi odası yer alıyor. Orada tamamen kronolojik bir düzen söz konusu. Serginin odak noktası 80’ler, Gölönü’nün ürettiği kitap formlu çalışmalar ve farklı baskı tekniklerine yer veriyor. Ana mekânın sol tarafında diptik çalışmalar görüyoruz. İlk bakışta soyut görünse de eserlere yaklaştığınızda palmiye, ağaç ya da güneş şekillerini görebiliyorsunuz. “Kazım Resim”in girişi Gölönü’nün figürle başlayıp soyut sanata geçiş süreci hakkında bize ipucu verirken, serginin ana mekânındaysa soyut çalışmaları görüyoruz. Kadieler ve raflar üzerinde sergilenen eserlerle birlikte tipografik çalışmalara geçiş yapıyorsunuz. Kaideler, bir kazı alanını andıracak şekilde yerleştirildi. Buradaki çalışmalar bir kazı alanından elde edilen buluntu ya da gömüleri çağrıştırması için sergi mekânına merdivenle inilen bir sistem içerisinde farklı yükseklik ve uzunluklardaki kaideler üzerinde sergileniyor. Sergiyi bu düzenle takip ettiğinizde kapanışı TIME serisi ile yapıyorsunuz. 95’li yıllarda tipografik çalışmalarının doruk noktasına ulaştığı bir iş.
Gündüz Gölönü’nün üretim yaptığı malzemeler, sergi kapsamında hazırlanan biyografi odasında görülebiliyor. Kullanılan malzemeyi izleyiciyle buluşturmak, eser- izleyici ilişkisini nasıl etkiliyor?
Gündüz Gölönü saf bir formalist değil, bunun altını çizerek başlamak istiyorum. Minimal ya da soyut çalışan pek çok sanatçıda olduğu gibi Gölönü de sanat anlayışında renk, form ve biçimsel açıdan estetik bir kaygı duymuyor. Mesela 90’larda dil ve kültürün ne olduğunu sorgulayan inter-kültürel çalışmalarını görüyoruz. 80’lerde Doğu ve Batı sanatı üzerine araştırmalar yaparken Sofizm, İslam ya da Batı sanatının birbirlerinden çok da uzak olmadığını fark ediyor. Bu bağlamda, iki bin sene önceki Pisagor ve arkadaşları gibi, matematikle anlaşılmaya çalışan bir dünya algısı görüyoruz. Gündüz Gölönü çizgi, grit ve tekrarlamalardan yararlanarak felsefi açıdan insan olmanın doğasını sorguluyor. Bu bağlamda, çalışmalarındaki katmanlar ruhsal ya da sınıfsal boyutlarıyla değerlendirilebilir. Katmanların değişim ve dönüşümü sergiyi oluşturan estetik bağlamlarda da görülebiliyor. Başak, figürleri üst üste bindirdiği bir kompozisyon olabilir ancak teknik olarak tek katmanlı baskılara benziyor. Transfiguration’ı incelediğimizde tek bir düzlem ve tabaka görüyoruz. Triptik’te de öyle. Zaman ilerledikçe katmanlar arasındaki çoğalım ve teknik çeşitlilik de artıyor. Tipografik döneme geldiğimizde sanatçının gelişimi, ürettiği işlerde kompleks ve karmaşık yapının artışıyla paralel. Bu bağlamda biyografi odasında gördüğümüz malzemeler, üretim araçları üzerinden Gölönü’nün gelişim sürecini ele aldığımız bir yaklaşımı sergiliyor.
Gündüz Gölönü’nün farklı ülkelerde yaşayıp birçok akımdan etkilendiğini düşünürsek üretimini besleyen ya da ilham aldığı kaynakları nasıl tanımlarız?
Gündüz Gölönü İslam sanatı, Batı’daki soyut sanat ve Op-Art’tan besleniyor. Felsefi olarak Batı ve Doğu inançları ile hümanizmden etkilendiğini söyleyebiliriz, çok hümanist bir insandı.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden sonra Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan aldığı eğitim, Gölönü’nün işlerine nasıl yansıyor?
Gündüz Gölönü’nün çalışmalarına baktığımda Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan yoğun bir şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Özellikle Eyüpoğlu’nun 1950’lerden sonra yaptığı çalışmalar, Türk sanat tarihinde sentez eserlerin ilk örneklerini oluşturuyor. O dönemlerden itibaren figür, hat, minyatür ve Anadolu halk sanatı birleştirilmeye başlanıyor. Dolayısıyla Türk sanatında çok önemli bir süreç yaşanıyor. Bu bağlamda Gündüz Gölönü’nün çalışmaları da Eyüpoğlu ve sentezlerinden etkileniyor diyebilirim.
Türk sanatında yaşanan sentez rüzgarları, Gölönü’nün Paris ve San Francisco’daki işlerine yansıyor mu?
Gündüz Gölönü, Türkiye’deki ilk üretim yıllarında “İstanbul sanatçısı” olarak biliniyor. Dolayısıyla minyatür ve figüratif sanatı sentezlediği işler de bu döneme yansıyor. Fransa’da ise Atölye 17’ye gidiyor ve özgün baskılarında kullandığı viscositi tekniğini burada öğreniyor. Gölönü’nün pentürden baskıya geçiş süreci de bu şekilde başlıyor aslında. Zaman içerisinde Atölye 17, bir yandan eğitim alırken bir yandan da akademisyenlik yaptığı bir kuruma dönüşüyor. Türkiye’deyken figüratif olarak tanımlayacağımız sanatçı kişiliği Amerika’ya gidişiyle soyut baskı ve tipografi üzerine araştırmalar yapan bir kimliğe bürünüyor. Türkiye’ye döndüğü son yıllarda, baskıdan pentüre bir dönüş söz konusu. Pentürlerinde figüratif resimler yaparken, minyatür etkisi geri planda kalıyor. Bu bağlamda, o dönem çalışmalarının çoğunda soyut ve illüstratif düşünen bir sanatçı olduğunu söyleyebiliriz.
Gündüz Gölönü’nün empresyonizm etkisinden bahsettiği demeci sergi mekânında yer alıyor. Bu bağlamda, bir yandan ışığın matematiği ve duyguların yansıtıldığı empresyonizmle kuş bakışı çizilen Piri Reis’in dünya haritası ya da İstanbul’a ait su kanalları gibi gerçekçi yaklaşımlar hangi yönlerinden bir araya geliyor?
“Kazı Resim” sergisinin giriş kısmında yan yana gördüğümüz İstanboul (1969) ve San Francisco Bay (1983) çalışmaları bu soru üzerinden incelenebilir. Her ikisi de farklı dönemin işleriyken teknik olarak benzerlikleri ve empresyonizm etkili renk geçişlerinin ortak olduğunu görebiliyoruz. Kullandığı saf renkler (kırmızı, mavi, yeşil) ve Piri Reis haritasından esinlenen kuş bakışı görünüm de ele aldığımız çalışmaların ortak noktası. Gölönü’nün soyut eserleri, İslam sanatının oryantel yönlerinden beslenirken Barnett Newman, Mark Rothko gibi 50’lerde üreten sanatçıların minimal-colorpainting türündeki işlerinden de etkilenmiştir.
Kala Enstitüsü’nün Gündüz Gölönü için dönüm noktalarından biri olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, Gölönü’nün Kala Enstitüsü’nde geçirdiği süreç çalışma pratiğinde neleri, nasıl değişiyor?
Kala Enstitü Gündüz Gölönü’nün soyut sanat pratiğini geliştiriyor, kitap formlu yapıtları da bu dönemde üretiyor. Öte yandan, Kala Enstitü bir baskı merkezi ve Gölönü’nün kullandığı birçok tekniğin kaynağı da burası. Atölye 17’den ders alan hoca ve öğrencilerin, kurucu veya akademisyen olduğu bir yerden bahsediyoruz. Dolayısıyla Gündüz Gölönü için Kala Enstitüsü, 80’lerde ürettiği soyut çalışmaların da temel taşını oluşturuyor.
Sanatçının Gılgamış Destanı’ndan etkilenerek hazırladığı akordeon kitaplarından bahsetmek istiyorum. Eserlerinin birer “birim” kavramına dönüştüğü sayfalardan oluşan kitap, farklı katlamalar ve bakış açılarıyla sonsuz şekilde okunabilecek bir yapıya sahip. Gündüz Gölü’nün bahsi geçen akordeon kitapları oluşturma fikri ve yaratım sürecinden bahseder misiniz?
Kala Enstitü’nün bu anlamda büyük bir etkisi bulunuyor. Ne yazık ki Gündüz Gölönü’ye soramıyorum ancak Jackson Pollock ve Barnett Newman gibi sanatçılardan çok etkilendiğini tahmin ediyorum. Jackson Pollock veya Barnet Newman’a ait resimlere baktığınızda, çok büyük ölçekli tuval boyutları görürsünüz. Orada sonsuzluğa uzanan bir sınır vardır ve resimde merkez kavramı geri planda kalır. Gölönü’nün eserleri de tuvalin dışına taşmış bir resim anlayışını barındırır. Bu bağlamda Gölönü’nün eserleri İslam sanatının tekrar eden resim anlayışıyla bağlantılıdır. O dönemin eserlerinde de boyut sınırlaması ortadan kalkar, bir çalışma metrelerce uzayabilir, bir mekânı kaplayabilirdi. Tek birimden oluşan örüntüler düzen içinde ilerler ve bir seri oluşturur. Tek ve tüm arasında kurulan yakın bir ilişki söz konusudur. Tek olan içerisinde her şeyi barındırır, tüm olan şeyler birbirinden sayıca ayrılır ancak tekte olan özelliği yansıtmaya devam eder. İslam sanatına baktığımızda çoğaltılan bir öge tek başına olduğundan daha güçlüdür. Gündüz Gölönü de çalışmalarında ele aldığı konu ve formların sınırlarını aşabilmek için bu yöntemi izliyor. Bu sayede, başlangıçtan güncele giden süreç formel olarak çok daha iyi anlatılıyor. Akordeon kitap çalışmaları bu bağlamda bir güçlü bir yapı sergiler ancak asıl amaç gücü değil gelişim sürecini yansıtmaktır.
“Kazı Resim” sergisi Gündüz Gölönü’nün farklı diller ve fontlar kullanarak hazırladığı çalışmalarını da kapsıyor. Örneğin “yanmak” sözcüğünü Azerice, Arapça, Latince, İngilizce gibi pek çok dilde fonetik ve görsel benzerlikleriyle aktaran bir çalışma. Bu bağlamda Gölönü’nün “Türki” dilleri ile ilişkilendirdiği çalışma pratiğinden bahseder misiniz?
Gündüz Gölönü, akordeon kitaplarını 1985’te başladığı soyut çalışmalar nedeniyle bırakır. Bazı sanatçılar keşfettikleri şeyi sürekli tekrar eder, Gölönü ise bu anlayışın tam tersini yansıtıyor. Sanıyorum keşfettiği kitap formu, sanatçıyı belirli bir noktaya taşıdığı için bu formdan bir vazgeçiş söz konusu. Dillerin yapı ve kullanımlarında görülen tesadüfi olmayan benzerlikler, Gündüz Gölönü için Gılgamış Destanı ile gelen çalışma pratiğini oluşturuyor. İlk insan ve kullandığı dillere uzanan süreç, hepimizi ortak bir paydada buluşturabiliyor. Sistematik, fonetik hatta yazınsal verilerde bu paydadan izler bulunuyor. “Cat”, “chat”, “katze”, “kedi” gibi sözcükler farklı ülkenin dilleri olsa da fonetik ve görsel yapılarıyla benzerlik gösteriyor. Yoğun bir araştırma dönemi geçiren Gündüz Gölönü, sonuçlarını çalışma pratiğine döküyor ve bahsettiğiniz türde eserleri ortaya çıkıyor.
Gündüz Gölönü çalışma hayatınızda yer eden ve vefatından sonra küratörlüğünü üstlendiğiniz değerli bir sanatçı. Bu bağlamda “Kazı Resim” retrospektifi için kişisel olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
“Kazı Resim” sergisi benim için çok önemli, ilk defa vefat etmiş bir sanatçının retrospektifini yapıyorum. Öncesindeyse 120’den fazla karma sergi, birkaç solo ve retrospektif sergi yapmıştım. Ancak aramızdan ayrılan bir sanatçı için retrospektif yapmak bambaşka bir şey. Sergisini yaptığınız bir sanatçı hayatta olmadığında onun kimliğini de taşıyorsunuz. Bu bağlamda, Gündüz Gölönü’nün kimliği kızı Berin Gölönü ile beraber paylaştığımız, taşıdığımız bir kimlik oldu. Gündüz Gölönü ile öncesinde tanışmış ve beraber çalışmıştık, işlerini önemsemiş ve kendisini çok sevmiştim. Dolayısıyla Gündüz Gölönü’nün sergisini yapmak, benim için çok özel bir iş oldu. Çalışmalarına bakmak, üretim malzemelerine dokunmak çok kişisel bir durumu da kapsıyor. Ancak sanat tarihçisi ve bir küratör olarak sanatçı ile aramda belirli bir mesafe bırakmam gerekiyordu. Aksi hâlde objektif olamazdım. Kişisel, objektif, sanatsever ve küratör kimliklerimi koruyarak hepsini bir sergide temsil etmek ve insanların karşısına çıkarmak benim için çok değerli bir deneyimdi. Tam bir takım çalışması yaptık; Berin Gölönü, Milli Reasürans’tan Elvin Tekcan ve Ayşe Gür, tasarım alanında Yeşim Demir Pröhl ile asistanlar ve küratör yardımcılarım Melike Bayık ile Öykü Demirci’nin ye aldığı ortak bir çalışmadan bahsediyoruz aslında. Bir noktada fark ettik ki ben ve ekip arkadaşlarım Gündüz Gölönü’nün hem kendisini hem de işlerini çok sevdik. Bugün aramızda olamasa bile yukarıdan sergiye baktığında onu sevsin ve mutlu olsun istedik. Umarım öyle olmuştur.