6 Şubat depremlerinin derinden etkilediği, henüz felaketin yaralarının kapanmadığı Adıyaman’da, Prof. Eros Istvan’ın küratörlüğünde “iyileşmek” temasıyla gerçekleşen 2. Kommagene Bienali üzerine bir inceleme yazısı.
“Yüceliğinden yorgun düşerse bir gün bu yüce kişi: o zaman başlayacak güzelliği- ben de o zaman tadına bakacağım ve güzel bulacağım onu.
Ve ancak, kendisinden yüz çevirdiğinde kendi gölgesinin üstünden atlayabilecek.- ve sahiden! Kendi Güneşine.” - Nietzsche
Adıyaman, 6 Şubat 2023 depreminin ardından büyük kayıpların yaşandığı bir şehir. Depremin üzerinden 18 ay geçmesine rağmen şehrin her yerinde felaketten kalan hasarlı yapıları ve hâlâ kalkmayı bekleyen enkazları görebilirsiniz. Şehrin yas havasında bu sene ikincisi gerçekleşen Kommagene Bienali’nin teması “iyileşmek” olarak belirlendi. Küratörlüğünü Prof. Eros Istvan’ın yaptığı bienale 20 farklı ülkeden 53 sanatçı katılım gösterdi. Bienal; Nemrut Dağı, Kahta Kalesi, Cendere Köprüsü, Karakuş Tümülüsü, Belören Köyü ve Perre Antik Kenti gibi Adıyaman’ın önemli tarihi mekânlarında bulunuyor.
24 Ağustos sabahı saat 02:00’de alarmlarımız çalıyor. Saat 03:00’te Nemrut Dağı’na doğru hep birlikte yola koyuluyoruz. Yaklaşık iki saat süren bir yolculuk sonrasında tepeye yakın bir yerde arabalar duruyor. Durduğumuz yerde insanların direklere tutturulmuş ipler üstüne dilek taşları bağladığını görüyorum. Yavaşça yanlarından geçip nefes nefese zorlu tırmanışımızı alacakaranlıkta yapmaya başlıyoruz. Tepeye vardığımızda Kommagene krallarıyla karşılaşıyoruz, sonra sessizlik içinde sevinçli bir şenliğe eşlik eden insanların yaşamlarını iyileştirecek mutluluğu umutla beklediklerini görüyorum. Bölge insanı rengarenk battaniyelerine sarınmış, kayalıklar üzerinde güneşin doğacağı yöne doğru oturmuş, dualar mırıldanıyordu. İçlerinden biri bana seslendi: “Dileğin için taş bağladın mı?”. “Hayır” dedim, ekledi: “Dilek tutup taşa bağlayacaktın sonra buraya çıkacaktın.” Böylece bunun halk arasında sıkı bir gelenek olduğunu anladım ve gülümsedim. Güneşin ufuktan görünen ilk ışık parçasıyla etrafa ilahi bir hava yayılmaya başlıyor. İnsanı karanlığından alıp dönmek istemeyeceği bir denize “kendi güneşine” götürecek ışığın akışını izliyoruz. Güneşin doğuşuna Moğolistan’dan gelen Performance Art Group’un performansı eşlik ediyor. Evrensel döngü içindeki duvarları birbirine bağlamak için sarı kuşakla daireler oluşturan sanatçılar, gün doğumunda döngüsel aynı zamanda ebedi olan bir dünyanın varoluş çemberinde hepimizi bir araya topladı. Performansı, bienale davet edilen şairlerin “Gündoğumu Okumaları” takip etti.
Bienalin farklı rotalarına doğru yola çıkmak için tekrar aşağı indiğimizde dilek taşları bağlanan yapının yöre insanına ait bir ritüel değil de Güney Afrikalı sanatçı Chrisel Attewell’in Hands of Many/ Birçok El işi olduğunu öğrendiğimde şaşırıp kalıyorum. Buradaki insanları, henüz karşılaştıkları bir sanat eserini kendi gelenekleriymiş gibi sahiplenmek ve başkalarına anlatmak için tetikleyen şey nedir diye düşündüm: Umut. Biri bize umuttan söz ettiğinde birbirimizi ne kadar çabuk sahipleniyor, içimizden birisi gibi sarıp sarmalıyoruz.
Sanatçının ülkesinde de yakın zamanda bir sel felaketi yaşanmış. Bu yüzden bu işin tamamen kendisine ait olmasını istememiş, eserini insanlarla birlikte yaratmak için yollar aramış. Sanatçıyla kısa bir sohbet ediyorum, Attewell: “Eller hakkında düşündüm, insan eli zor zamanlarda herkesten önce yardıma yetişiyor. Felaketlerin yaşandığı yerlere henüz makineler, devlet yardımları ulaşmamışken insan elinin orada olduğunu görürsünüz. Bu yüzden elleri bir eylem aracı olarak görmek istedim, çünkü ellerimizle yemeğimizi paylaşabilir, başkaları için dua edebilir, onlara yardım edebiliriz. İnsan ellerinin bu eserin bir parçası olmasını istedim. Kısa bir an için de olsa birlikte hayal kurmalarını istedim. Merak uyandıran, neşe veren, iyileştiren bir oyun alanı kurguladım.”
Bienal Direktörü Nihat Özdal, bienali dünyanın devam eden en eski sanat etkinliği olarak niteliyor. 2000 yıl önce tanrı kral Antiokhos her ağustos ayında buraya sanatçıların davet edilmesini ve bu sanatçıların güzel bir şekilde ağırlanmasını vasiyet etmiş. Bu vasiyet Arsemia antik kentinde Anadolu’daki en büyük duvar yazıtlarından birine işlenmiş. Arsemia antik kenti daha önceki bienalin rotalarından biriyken, ne yazık ki depremde burası çok ciddi zararlar görmüş ve bugün kapıları ziyarete kapalı.
Özdal: “Bienali depremde yıkılmış, yok olmuş bir şehirde yaptık. Sanatçılar işlerini yapmak için buradaki ustalar ve marangozlarla çalıştılar ve ciddi biçimde zorlandılar. Çünkü şehrin zanaatkarları şehri yeniden kurmak için durmaksızın çalışmakla meşguldü. Şehirde yeterli ev ve iş yeri yok. Zanaatkarlar bu yoğun çalışma içindeyken bir şekilde bize de zaman ayırdılar; heykeller, enstalasyonlar için çalıştılar. Bu süreç içerisinde farklı diyaloglar gelişti, dostluklar kuruldu. Bir amacımız da bu ilişkilerin geliştirilmesiydi.”
Nemrut Dağı’ndan sonra Kahta Kalesi’nde Yusuf Aktoprak’ın Çıkmaz Sokak adlı işini görüyoruz. Sanatçı, depremde kaybettiği kuzeninin anısına enkaz altından çıkarılan pencerelerle çalışmış; kırık pencereleri bienalin farklı mekânlarına yerleştiren sanatçı, hâlâ bir umut varmış gibi kuzeninin gelmesini beklediğini ifade ediyor. Kalenin girişinde kayalıklar üzerinde Dora Moneti Faggin’in Arzu isimli büyük ölçekli tekstil yerleştirmesini görüyoruz. Sanatçı, iyileşme mesajını kırmızı rengin gücünden faydalanarak vermek istediğini belirtiyor. Kale üzerindeki sessizliği bozan yerleştirme, yaşamın akışını karakterize eden hafifliği ve dalgalanmayı temsil ediyor. Yiğit Türüdü’nün Başım Gözüm Üstüne işi kayıpların ve geçmişin izlerini hatırlatarak izleyicileri yıkıntıların içindeki sessizliğe davet eden bir yerleştirme olarak yolumuza çıkıyor. Konstrüktivist bir bakış açısıyla metallerden inşa ettiği kapı içindeki boşlukta bir tekinsizlik yaratıyor. Sanatçı, felaketin yaşandığı süreçte kaldığı otelin yaklaşık 300 metre altındaki bir enkazda çalıştığını ve benzer aralıklardan insanların geçtiğine şahit olduğunu anlatıyor. Konuşmasının sonunda bizi bu daracık, rahatsız edici boşluktan geçmeye davet ediyor. Fakat dinleyicilerin hiçbiri bu deneyimi yapay bir mekânda dahi deneyimlemeye cesaret edemeyip eserin içinden değil yanından yavaşça geçip gidiyor. Kalede yer alan bir diğer dikkat çekici çalışma Erdoğan Kaplan’ın Taş Yerinde Ağırdır isimli ses yerleştirmesi. Sanatçı, depremin yıkıcı etkisini ve depremler sırasında yerin derinliklerinde duyulan ürkütücü sesleri merkezine alıyor. Kaplan, 432 Hz frekans bandında bir ses aralığı kullanarak izleyicilere Kahta Kalesi’nin muazzam manzarası eşliğinde meditasyon deneyimi yaşatıyor. Sanatçı için eser, doğanın ve insanlığın birlikte iyileşme umudunu simgeliyor.
Gonca Dicle Akça, Amulet adlı eserinde Anadolu’da üzerlik olarak bilinen Mezopotamya’da halk hekimleri tarafından fiziksel iyileşme uygulamalarında ilaç olarak kullanılan Peganum Harmala bitkisini ele alıyor. Eseri gece karanlığında görünür kılmak isteyen sanatçı için bu bir tılsım. Gün boyunca güneş ışığı depolayacak, gece karanlığında ise parıldayarak hanemizi koruyacak.
Karakuş Tümülüsü’nde tarihi sütunların hemen yanına yerleştirilen Kinga Kovacs & Erno Endre Gergely’in Temel isimli eseri bir binanın temellerine, bir dine veya insan ilişkilerine atıfta bulunabilir. Dört sütunun ortasına yerleştirilmiş yerden bağımsız, havada asılı merdivenler tanrı ile insan arasındaki manevi bağın, aynı zamanda yapı ile insan arasındaki ilişkinin etkileyici bir dışavurumu olarak sergileniyor. Her sütunun tabanına taşların yerleştirildiği şeffaf yapı, bu belli belirsiz fakat güçlü bağların bir göstergesi olarak sergileniyor.
Atatürk Baraj Gölü üzerinde yüzeye çarpan dikkat çekici bir ışıltı fark ediyoruz. Bu ışıltı Uyuyan isimli heykelin sudan çıkan devasa başına ait. Eseri görmek için göle giriyoruz, bedeni suyun altında sergilenen heykelin yapımında hurda tahta parçaları kullanılmış. Uyuyan, görünenle görünmeyen arasındaki derin bağı temsil ediyor. İzleyiciye görünmeyenin gücü ve ihtişamını sergiliyor ve içsel gücün suyun içinde özgürleştiğini hissettiriyor.
Perre Antik Kent içinde yer alan Mustafa Duymaz’ın Adıyaman Çağdaş Sanatlar Müzesi isimli çalışması 5 metre yükseklik ve 12 metre genişlikle inşa edilmiş. Eserin üretimi için enkazdan çıkan pencereler kullanılmış. Sanatçı, Nietzsche’nin “üstün insan” felsefesiyle acizlik ve bilgisizlik yerine iyileşmenin bilgiyle mümkün olabileceğine gönderme yapıyor.
2. Kommagene Bienali, arkeolojik bir sahnede çağdaş sanat eserlerini görmek için güzel bir deneyim. Şehrin yaşadığı büyük trajedinin ardından bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen sanata ev sahipliği yapmaya devam etmesi değerli. Binlerce insanın öldüğü, evini, sevdiklerini kaybettiği bir yerde sadece güçlü binalar inşa ederek hayata yeniden bağlanmak mümkün değil elbette, şehrin duygusal hafızasının, belleğinin de yeniden inşa edilmesi gerekir. Nemrut Dağı’nda Chrisel Attewell’in eserine dilek taşı bağlayan insanlar iyileşmek için kolektif hafızayı yeniden inşa etmeye başladılar bile.
24 Ağustos’ta başlayan 2. Kommagene Bienali 8 Kasım 2024’e kadar devam edecek. Bienale dair detaylara buradan ulaşabilirsiniz.