Mekân kültürü ve onları yaratan bireyleri, gerek kendi aralarında gerek toplum bağlamında irdeleyerek günlük hayatın koşturmacasında yakaladığı pek çok anı belgeleyen fotoğrafçı Ali Taptık, Leica Gallery’deki “5 Kurumuş Çiçek, 7 Çetrefilli Olay ve 9 Samim Yabancı” isimli kişisel sergisiyle izleyicilerin karşına çıkıyor. Fotoğrafçı olmanın yanı sıra mimar ve aktivist kimlikleriyle de bilinen Taptık, yabancı dediğimiz birey kavramını tanımaya yönelik tutku ve merakıyla başlayan yolculuğuna bugün de aynı ilgiyle devam ediyor.
Özellikle sokaklarda çalışan, belki geçmişin silik hatırası belki de günümüzün görünmeyen emekçilerine sık sık rastladığımız fotoğraflarıyla Leica Gallery’de karşımıza çıkan Ali Taptık, fotoğrafın izleyiciyle kurduğu ilişkiye oldukça önem veriyor. Bireyi anlama ve iletişim kurma arzusunu her daim canlı tutmanın sembolik bir yaklaşımı olan pek çok fotoğrafında isim ve açıklama yapmaktan özellikle kaçınıyor. Yakaladığı anlar ile izleyicisini buluştururken şeffaf bir kimliğe bürünen Taptık, deneyimlediği anlarda özgürce dolaşabilmemiz için görsel bir dille örülü isimsiz hikâyeler dünyasıyla bizleri baş başa bırakıyor.
Geride bıraktığı on yılın ardından edindiği deneyim ve farklı bakış açılarını bizlerle paylaşan Ali Taptık, bu bağlamda oluşturduğu özel bir seçkiyle izleyicilerin karşına çıkıyor. “5 Kurumuş Çiçek, 7 Çetrefilli Olay ve 9 Samimi Yabancı” isimli sergi, 16 Şubat 2019’a kadar ziyaret edilebilecek.
Öncelikle “5 Kurumuş Çiçek, 7 Çetrefilli Olay ve 9 Samimi Yabancı” isimli serginizde eser seçkisini oluşturma sürecinizden bahsetmek istiyorum. Gerek sergi ismini belirlemede gerekse eser seçimi ve yerleştirme düzeninde etkili olan faktörlerden bahseder misiniz?
Sergi isminde belirli sayılar olduğu için sayıların bu bağlamda kattığı spesifik bir özellik var. Sonuçta, bu sergi kapsamında yirmi birden fazla fotoğraf bulunuyor. “Bu çiçekler neden burada?” ya da “Bu insanlar kim?” sorularını sordurma amacı, sergi isminin belirlenmesinde etkili olan faktörler.
Eserler, beş farklı duvarda sergileniyor. Tek bir duvarda yer alan işlerin bütünlüklü, bir cümle ya da paragraf gibi okunabilmesini istedim. Tek sıra hâlinde ve çeşitli dizilimlerden oluşan fotoğraf seçkisinin, izleyiciye metinsel anlamda farklı çağrışımlar yapabileceğini düşündüm. Bu koyu kırmızı rengi severim, bu nedenle de o rengi seçtik diyebilirim.
Önceki demeçlerinizden birinde “birbirini tanımayan insanlar arasında nasıl bir samimiyet kurulabilir, bunu irdeliyorum.” şeklindeki açıklamanızı okumuştum. Oradaki irdeleme konusu serginizdeki fotoğraflara yansıyorsa bahsi geçen konunun ele alınış biçiminden bahseder misiniz?
Bu soru, her zaman gündemimde olan bir konu. Yabancı dediğimiz toplumdaki bireylerle saygılı, sıcak bir iletişim içerisinde var olmak, metropol yaşantısının bir gerekliliği. Bu ilişkinin geliştirilmesi, daha iyi ve daha keyifli olabilmesi için neler, nasıl yapılabilir, bunları irdeliyorum. Fotoğraf çekmek de insanlarla iletişim kurma yöntemlerimden bir tanesi.
Açılışa gelen izleyicilerinize “Fotoğraflarla konuşun, onları konuşturun” şeklinde bir öneriniz olmuştu. Bu önerinin içeriğini ayrıntılı dinleyebilir miyiz?
“Fotoğrafları konuşturun” derken de fotoğraflar üzerine yazılar yazdığım için izleyiciye kendi yaptığımı tavsiye etmiş oldum. Ancak bu yorum hakkında belirtmek istediğim bir şey var. Bir izleyicinin gerek fotoğrafları gözlemlerken gerekse onları yorumlarken basın bülteninde yazılan ya da fotoğrafların yanında yer alan açıklamalardan ötürü kısıtlanabildiğini düşünüyorum. Bu bağlamda ilk sorunuza verdiğim yanıt da dile getirmemeyi tercih ettiğim bir açıklama. Pek çok insan birbirinden farklı ya da birbirinin aynı olan bir sürü şeyi görebilir ve ben de bunların hepsini duymak istiyorum. “Bu böyledir!” dediğim anda ise onların bütün okumalarını kapatmış oluyorum. Farklı okumaları çağrıştırması için başlık, eserlerin duvarlara dizilimi gibi öncesinde de denediğim belirli yöntemleri buradaki sergimde de kullandığımı söyleyebilirim.
O hâlde kurgu kavramına değinmek istiyorum. Fotoğraflarınızda kurgulanmış anlara tanıklık ediyor muyuz yoksa doğaçlama bir yaklaşım mı söz konusu?
“Fotoğraf çekilen her an kurgulanmıştır” şeklinde kısa bir cevap verebilirim. Fotoğraf çektiğinizde bir anı belirli bir kurguya da dönüştürüyorsunuz aslında. Tek bir fotoğraf çekip onun üzerinden ilerleme durumundan bahsetmiyorum. Yüzlercesini çekip içlerinden birini seçiyorsunuz ki bu durum düzenlenme, montaj gibi süreçleri de beraberinde getiriyor. Fotoğrafladığım mekânlar ya da insanlarla yarattığım ilişki şeklini soruyorsanız, herhangi iki kişi arasında geçen iletişimden fazlası olmuyor. Örneğin, bir kişinin fotoğrafını çekmeye karar verdim. Kendisine “Şu tarafa geçer misiniz?” demek gibi karşımdaki kişiye çeşitli direktifler verdiğimde o anı kurgulamış oluyorum. Kurgusal dediğimiz kavram önceden düşünüp, üç model ve iki kişiyi yanıma alarak ışıkçılarla ürettiğim bir çalışmaysa, bu seride öyle bir fotoğraf bulunmuyor. Yalnızca 15. İstanbul Bienali’nde yer alan Dostlar ve Yabancılar (2017) isimli çalışmamda bahsi geçen bir yaklaşım bulunuyor. Orada da tiyatro sanatçıları ile çeşitli oyuncuların katıldığı bambaşka bir iş söz konusu. Fotoğraf, bu bağlamda o işin bir ögesiydi diyebilirim ancak burada sergilenen çalışmalarımın hiçbirisi kurgu değil.
Sergi mekânındaki her bir duvar, tesadüfi bir kronolojinin parçalarını andırıyor. Hepsi kendi içinde tutarlı ve farklı bir bütün gibi. Bu bağlamda, bahsi geçen yorum sergi düzeninde yer alıyor mu yoksa her duvar birbirini takip eden bir olay örgüsüdür diyebilir miyiz?
Sergideki beş farklı duvarda yer alan çalışmaların tematik bir yönü bulunuyor. Bu bağlamda, fotoğrafların dizilim sürecinde ya çok gerçekçi unsurlar yineleniyor ya da görsel bazlı ögelerden ilerleniyor. Kara Surları Bostanları, benim aktivist olarak çalıştığım bir konu. Bu nedenle onlar üzerine herhangi bir seri yapıp, o mekânlarda fotoğraf çektim diyemem çünkü gerek aktivist gerekse bir sanatçı olarak bahsi geçen şeyleri yapmadım. Nitekim mimar ya da aktivist bakış açılarımın yanı sıra fotoğrafçı olmanın getirdiği birtakım yaklaşımlar da söz konusu oldu. Bu nedenle sözü edilen alanlara gittiğimde fotoğrafik refleksle o mekânların fotoğrafını çekiyorum. Bu yaklaşımla kadraja giren bostanlar ya da surlar, sergide pek çok bağlamda ele alınıyor. Örneğin Yedikule Surları ile Diyarbakır Surları’nı bir arada görebildiğiniz bir duvar bulunuyor. Görüntü ve mekânları farklı şekillerde ilişkilendirmeye çalışıyorum. Beş farklı duvarda beş farklı hikâye ya da ilişkilendirme denemeleri gibi okunabilir diyebilirim, en azından kendi okumam bu şekilde.
İzleyiciyi çeşitli okumalara davet eden beş duvarınızdan Yeditepe ya da Diyarbakır Surları’nın görüldüğü fotoğraflar, aynı seçkideki diğer çalışmalarınız ile hangi bağlamlarda irdelenebilir?
Kent, bitki, insan, gıda gibi temalar üzerinden ele alınabilecek bir seriden bahsediyoruz ancak bahsi geçen irdelemelerden farklı yönleriyle ayrılan pek çok yaklaşım söz konusu. Dağın üzerindeki taşlar arasından çıkan bir kadın ile siyah-beyaz bir bayrak fotoğrafını yan yana görebiliyoruz mesela. Bu bağlamda, serideki her çalışmanın belirli bir hissiyat taşıdığı için orada yer aldığını söyleyebilirim.
Fotoğraflarınızın bazılarında benzerlikleriyle dikkat çeken ögeler görülüyor. Mesela önünde köpek bulunan bir büstün duruşu ile hemen yanındaki kâğıt istiflerinin yakınında duran beden formunun kol ve üst vücudu sanki aynı şekilde görülüyor. Çalışmalarınızın bazılarında tipolojik bir yaklaşım söz konusu diyebilir miyiz?
Bu açıdan yaklaşmamıştım açıkçası, teşekkür ederim. Nitekim, fotoğraf çektiğim esnada her şeyin tam anlamıyla bilinç üzerinde hareket etmediğini söylemek isterim. Çalışmalarımın hepsi aklımdadır ve gözlerimi kapatsam bile onlar yine karşımdadır. Yaptığım seçimlerin tamamı bilinçlidir diyemem, üstelik beynimizin de öyle çalışmadığını düşünüyorum. Buna rağmen bilinçsiz olarak gerçekleştirdiğimiz eylem ya da seçimlerin de mantıklı bir bütüne veya hissiyata ulaştığını görüyorum. Bir de bazı şeyleri söylememenin fotoğraflara yönelik okumalarda daha olumlu olacağını düşünüyorum. Örneğin, bahsi geçen konuyla ilgili yaptığım yorumlar fotoğraflarımın sizde uyandırdığı çağrışımları farklı şekillerde etkileyebilirdi. Aldığım yorumlar çalışmalarıma bakış açımı değiştirebilirken yaptığım yorumların ise izleyici kısıtlamasından endişe duyuyorum. Yazın alanında çalışmalar sürdüren bir kimliğim de var, o nedenle bilinçaltımda yarattığım süreci rahatlıkla ifade edebilirim. Fakat bunu yaptığımda kendi bilinçaltımı da dışlamış olurum çünkü çekim esnasında o kadar da bilinçli olmadığımın farklındayım. Bir yerlere gitmenin, bir şeyleri görmenin ve çekim yapıp sergilemenin ötesinde koşturmacalarla dolu hayatlarımızın fotoğraflarını çekiyorum. Herkesin kendi günlüğünü tekrar okuması gibi düşünebilirsiniz, benim yaptığım da böyle bir şey.
Fotoğraflarınızın siyah-beyaz oluşuna değinmek isterim. Kontrast renklerin kullanımının, sokak ya da cadde adlarının olmadığı eserlerinizde bu tercihin zaman ve mekân algısını belirsiz kıldığından söz edebilir miyiz?
Sergideki fotoğrafların yaklaşık on-on beş tanesi siyah-beyazdı. Geri kalan renkli fotoğraflar ise sonrasında bu rengi aldı. Çok dikkatli fotoğraf izleyicileri ya da fotoğrafçı arkadaşlarım, bahsi geçen renkli fotoğrafları sergi mekânında ayırt edebiliyorlar. Bu sergi son on yıldan derlenen bir seçki olduğu için üslupsal bütünlük yaratmak adına siyah-beyaz renk dilini kullandım diyebilirim. Farklı renk algılarını fotoğraftan çıkartmak ise özellikle zamansızlaşmayı tetikleyen bir durum. Bunun dışında, fotoğraflara bakan bir izleyici İstanbul ve çevresiyle karşılaştığını kolaylıkla kestirebilir diye düşünüyorum. Hatta Stockholm’de çekilmiş bir çalışmam da bu sergide yer aldığı hâlde, boğaz ve çeşitli anımsatıcılar nedeniyle bakan kişi için İstanbul’dan pek de farklı görünmüyor.
Kent yaşamından izler gördüğümüz serilerden bahsetmek istiyorum. Öncelikle insana ait çeşitli beden uzuvları ile hayvanların yer aldığı canlı-yaşayan bir kent kavramı, sergi genelindeki pek çok eserde dikkatimi çekiyor. Hemen yanında ise çoğu zaman tazelik, canlılık olarak da algılanan çiçek fotoğraflarını bir vazoda ve kurumuş hâlde sergilenirken görüyoruz. Bu bağlamda, seçkinizdeki çiçekler ile renkli sergileme tercihinizde etkili olan faktörler nelerdir?
Bu okuma da izleyicilerin getirebileceği farklı bir yorum ancak benim bakış açımı konuşursak, bahsi geçen izlenimin bilinçli bir seçim olmadığını söyleyebilirim. Siyah-beyaz fotoğrafların renk algısında değişikliğe gitme nedenimi biliyorum. Ancak sözünü ettiğiniz çiçeklerin renkli olarak yer alma sebebini düşünmedim, bilinçaltından gelen bir itki sanırım.
Sergideki seçkilerden birinde eroin bağımlısı bir kadının yaşamından kesitlere tanık oluyoruz. Bazı karelerde kadının yüzü tam olarak seçilmiyor, o nedenle tek bir kişiden mi bahsediyoruz bilemiyorum. Ancak burada olduğu gibi beş duvarın çoğunda da izleyiciyle doğrudan göz teması kuran bireylere rastlıyoruz. İlk cümlede bahsettiğim seçki üzerinden genele uzanan bağlamda ele alırsak, göz teması kurduğumuz kareler izleyici-seri ilişkisini nasıl etkiliyor, bahseder misiniz?
Öncelikle seriye yönelik pek çok farklı yorum olabilir, bu da mahlûl bir okuma olarak değerlendirilebilir ancak tam anlamıyla bu buna denk geliyor diyemem, dememeyi tercih ederim. Sözünü ettiğiniz karşılaşmalar, benim için çok önemli, çok önemsediğim bir noktada yer alıyor. Fotoğraf çekme arzusunun bende uyandırdığı bir şey o; saygı, hayranlık, arzu gibi pek çok hissiyatı bir arada barındırıyor. Bir yabancıya yanaşırken saygı, sevgi, arzu ve merak duymak önemli. Özellikle sokaklarda çalışan pek çok insan fotoğraflarda ön plana çıkıyor. Onların verdiği emeği, sokaklarda çok sık görmediğimiz bir değer olarak ele almak istedim. Günümüzde karşılaşamadığımız eski yoğurt satıcılarından farklı iş kollarında çalışan insanlara kadar, pek çok kimliği bir arada görüyoruz. Spesifik bir konu başlığı olmasına rağmen sergi içerisinde o kadar sayıda eser yer almıyor mesela. Öte yandan çektiğim fotoğraflardaki karşılaşma anlarında neden çektiğimi ya da bende ne uyandırdığını sorguladığım anlar çok. Bahsi geçen sorgulamalar sonucunda görünen kategorileri üretebiliyorum. Buna rağmen sergideki fotoğraflar dokuz değil on altı kişiyi barındırıyor mesela. Üzerinde düşündüğüm, oynadığım bir mesela bu.
Nitekim fotoğraf alanında uzmanlaşan çok az sayıda yazarın olduğu bir ülkedeyiz. Bu bağlamda belli başlı teknikler, biçimsel üsluplar hakkında da konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, fotoğraf sekansları içerisinde çeşitli biçimsel denemeler var. İlgilendiğim basılı yayın-kitap alanında bahsi geçen çalışmaları sergilemek başka, onları duvara taşımak başka bir şey. Girişte yer alan kitaplara baktığınızda sergideki fotoğrafları çeken bir sanatçı algısı uyandırmıyor olabilirim. Üslupsal bir kırılma söz konusu olsa da kitaplarda ele aldığım yaklaşım fotoğraf disipliniyle irdelediğim konuları baz alıyor.
Sergi ismindeki rakamlar ile eserleri bağdaştırmak isteyen pek çok izleyici oldu. Onların cevabını benim vermem doğru değil, olay örgüsü ve numaralandırma işi izleyicinin kendisine düşmeli bence.
Çalışmalarınızda beden uzuvlarını gözün günlük bakış açısıyla beraber çoğu zaman alttan ya da oldukça üstten bir yaklaşımla izliyoruz. Öte yandan, yarım ya da sadece belirli uzuvlarıyla öne çıkan beden algısında kimi zaman fotoğraftakiler bizimmiş gibiyken kimi zaman da tanık olduğumuz bir anmış gibi hissediyorum. Çalışmalarınızdaki kamera açısı ve bedeni bu şekilde algılama nedenlerinizden bahsedebilir misiniz? Bu tutum planlı bir yaklaşım mı yoksa doğaçlama mı?
Elbette yaşamı algılama şeklimden izler var ancak bahsi geçen fotoğrafları bakmadan çekiyorum. Birçok fotoğrafçının da uyguladığı bir yöntemdir. Yalnızca alışık olduğumuz ve herkesin yaptığı şekilde çekme gereği duymadığım anlar oluyor. Fotoğraf makinesini göz hizasında dışında tutarak çekim yaptığımda da ortaya çıkacak görüntüyü zihnimde netleştirebiliyorum. Bu bağlamda, farklı bakış açıları ya da yöntemleri denememi sağlayan bir yaklaşım görülüyor. Ancak ne çektiğimi biliyorum elbette.
Öte yandan, özellikle bir duvar üzerinden gittiğimiz için sözünü ettiğiniz algıdan bahsediyor olabiliriz. Bu seride dokunma duyusunun çok güçlü olduğu noktalar bulunuyor. İnsanların ilişkilerde kendisi ve bedenini sakladığı bir iletişim dili söz konusu. Belki bu şekilde algılamış olabilirsiniz.
Çalışmalarınızda istif ve yığılma hâli öne çıkıyor. Bir duvara yaslanan kağıtlar, bir odada üst üste duran kitaplar, bazen de zabıtaların oluşturduğu insansı bir yığılma ile surların taşlarında da aynı duyguyu hissediyorum. Fotoğraflarınızda yığılmak ya da istif kavramlarından bahsetmek mümkün müdür?
İstif çok önemli bir kelime. Ofiste de istiflenmiş, yığılı kağıtlarla dolu bir alan bulunuyor. İstifçi ya da tasnifçi, sözü edilen durum için tam olarak doğru bir kelime değil. İngilizcedeki “hoarder” sözcüğü, ele alınan yaklaşımı karşılayan bir anlama sahip. Türkçede ise ayrım gözetilmeyen bir toplama hâli veya toplayıcılık olarak değerlendirebiliriz. Fotoğraflarım, tasnif ve istifleyemeyeceğim kadar çok sayıda şeyin arasından çıkıyor. Onları sergilemek ise bir tür istifleme şeklim sanırım.
Sergi kataloğu da son olarak sormak istediklerim arasında. Alışıldık katalog mizanpajından oldukça farklı ve en arkasında kurutulmuş çiçeklerinizden büyük boy bir fotoğraf yer alıyor. Böylelikle her sergi izleyicisinin evinde bir Ali Taptık eseri bulunabiliyor sanırım. Bu bağlamda kataloğunuzun fikir ve tasarım sürecinden bahseder misiniz?
Sergi kataloğunun arkasına dediğiniz fotoğrafı yerleştirmek istedik, isteyen asabilir diye düşündük. Diğer tarafında ise sergide olan tüm fotoğrafları görebilirsiniz. Bir sergi ya da galeri kataloğu, işleve özel tasarlandığında anlamlı olur. Brief verme işi bana aitken katalog tasarımını ortağım Okay Karadayılar tasarladı. İçime sinen bir çalışma oldu. Serginin dökümantasyonu ve akılda kalıcılığı için daha kullanılabilir olması önem teşkil ediyor. Benim elimde pek çok basılı malzeme olduğu için kataloğun bana kattığı işlevsel bir amacı bulunmuyor. Hediye etme amaçlı ise güzel bir yaklaşım diyebilirim.
Son olarak, güncel açıdan üretmeyi hedeflediğiniz bir konu veya yeni projeleriniz var mı?
Birkaç senedir üzerinde çalıştığım seriler bulunuyor ancak yakında bitecek gibi de görünmüyorlar. Bu sene Yapı Kredi Kültür Sanat’ta bir sergim oldu bir de gördüğünüz gibi Leica Gallery’deki güncel sergim bulunuyor. O nedenle gelecek sene için üretmeye devam edip sergileme sözü vermeden ilerleyeceğim bir yıl olabilir, dinlenmeyi planlıyorum diyebilirim.