Grafik tasarımcı ve illüstratör Eda Çağıl Çağlarırmak ile gün geçtikçe büyüyen özgün görsel dünyasını, çizimlerinde nelerden ilham aldığını, şu sıralar adidas İstinye Park’ta ziyaretçilerle buluşan Runners at Grand Bazaar çalışmasını ve İstanbul ile kurduğu ilişkiyi konuştuk.
Eda Çağıl Çağlarırmak, çalışmalarını nerede görseniz ayırt edebileceğiniz özgün görsel dili olan sanatçılardan. Çizimle henüz çocuk yaşlarda tanışan sanatçı farklı alanlarda yaptığı çalışmalarla öne çıkıyor. Sanatçıyla yollarımız adidas için özel olarak tasarladığı, ilhamını İstanbul’un en gözde tarihi mekânlarından biri olan Runners at Grand Bazaar eseri sayesinde kesişti. Çağlarırmak ile sanat eğitiminden üretim pratiğine, yer aldığı bu projeyi ve 11 yıllık bir İstanbullu olarak bu şehirle kurduğu ilişkiyi konuştuk.
İllüstrasyonlarınla yarattığın görsel dünya gün geçtikçe daha da büyüyor. Senin için bu dünya nerede başladı ve yolculuk nasıl gidiyor?
En geniş çerçeveden ele alırsak çocukluğumdan beri hep çizim yaptım. Şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki ailemdeki çoğu kişi direkt içinde olmasa da güzel sanatlar alanına uzak değildi ve onlarla beraber ben de ilgimi bu alana yönelttim. Lisede resim eğitimi aldım, ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde grafik tasarım okudum.
Başlarda hayalim büyük bir video oyun şirketinde karakter tasarımı yapmaktı ama bu hayal giderek yerini kendi işlerimi üretmeye bıraktı. Daha bireysel bir yerden yaklaşıp kendi dünyamı yaratabileceğim işlere yöneldim. Bir grafik tasarımcı olarak tek bir yönde ilerlemek zorunda olmadığımı öğrendim ve yıllardır bu görüşü kendimi yakın hissettiğim tüm alanlarda üreterek devam ettiriyorum. Bu görüşle başlarda korkarak adım attığım animasyon dünyasında bile ilerleme fırsatı yakaladım. Umarım ilerleyen dönemlerde kendimden “Animatör” olarak da bahsedebilecek durumda olurum.
Özgün bir görsel dilin var. Bu görsel dili oluştururken neler etkili oldu?
Bence en büyük etken okuduğum bölüm oldu. Tasarım öğesi olarak kullanabileceğim geometrik şekillerden yola çıkan illüstrasyonlara yöneldim. İllüstrasyonda da çalışan bir sistem kurmak, birbiriyle etkileşime giren parçalar ve dokular oluşturmak daha çok ilgimi çekti. Her zaman figürlerin ön planda olduğu bir yaklaşımım oldu çünkü insan bedeninin yarattığı ifade bana çok güçlü geliyor. Bulunduğum ortamlarda da insanları izlemeyi çok seviyorum, bazen dalıp gittiğim oluyor hatta biraz utanıyorum.
Aslında kendi içimde farklı formlar ve ifade biçimleri arıyorum devamlı, bazen daha resimsel bazen de daha grafik yerlere gidebiliyorum. Temelde dayanak olarak gördüğüm bazı isimler oldu tabii. Derslerde rastladığım 1950’ler sonrası Polonya afişlerindeki anlatım dili ve Picasso ve Matisse’in tabloları dönüp dönüp incelediğim temel ilham kaynaklarından oldu. Turhan Selçuk’un geometrik formları, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dokuları ve portreleri de benim için çok ilham verici. Kendimi güncel tutmak için de sosyal medya sayesinde birçok illüstratörle karşılaşıyorum ve işlerini takip ediyorum. Son dönemde özellikle Ukraynalı ve Polonyalı bazı illüstratörlerin işlerini hayranlıkla izliyor ve ilham alıyorum.
Kitap, reklam kampanyası, video klip gibi pek çok farklı mecra için çalışmalar üretiyorsun. Üretim pratiğinden bahseder misin? Bu farklı mecraların taleplerinin sana ve senden işine yansıma süreci nasıl işliyor?
Kendimi grafik tasarımcı ve illüstratör olarak tanımlıyorum. İşe yaklaşım tarzım da öncelikle tasarımcı tarafıyla oluyor. Brief ve metne uyumlu bir görsel dünya oluşturmaya önem veriyorum. Hepsinin temelinde sistem kurmak ve çalışır hâle getirmek yatıyor. Farklı mecraların farklı kuralları oluyor, onları öğrenmek ve kendimi uyumlamak bana zevkli geliyor. Devamlı aynı tür işleri yapmaktansa farklı formlarda üretmek beni daha canlı tutuyor. Farklı alanlar birbirini besliyor bence, bu durum benim bakış açımı da değiştiriyor. Tabii bu üretim tarzı zamanı yönetme konusunda problemler yaşamama da sebep olabiliyor, bazen başka bir işin dünyasından çıkıp yeni bir dünyaya uyum sağlamakta zorlandığım oluyor. Animasyon da benim için keşfedilecek alanlardan biri olarak son zamanlarda öne çıktı. Hatta animasyondaki akışkanlık arayışı illüstrasyon dilime de yansıyarak daha yumuşak formlar ortaya çıkardı.
Çalışmaktan en çok keyif aldığın, özgür ve üretken hissettiğin alan hangisi oluyor?
Briefsiz bir şekilde kendim için üretmekten daha çok zevk alıyorum tabii. Günlük rutinime dahil olan işlerimi bitirip ya da bazen onları bir kenara koyup kendime vakit ayırıyorum. O sıralar aklıma takılan konular üzerine eskizler yapıyorum, ki bunlar genellikle kendi iç sıkıntılarımla ilgili oluyor. Burada biraz daha duyguların ön planda olduğu işler ortaya çıkıyor. Bu eskizler genellikle, çıkan denemeleri dijital olarak tamamlamak ya da tuval üzerine akrilikle aktarmak şeklinde sonuçlanıyor. Akrilik boya kullanmayı seviyorum çünkü, flat renk kullanımına uygun olduğunu düşünüyorum. Sıkıntılı bir hâli aktarmak insanda bir rahatlama hissi yaratıyor bunun sonucu olarak mı bilmem ama genellikle bol renkli oluyor işlerim. Aslında en sevdiğim tuval üzerine çalışmak fakat deadlinelar sebebiyle özel bir zaman dilimi ayırmakta zorlandığım olabiliyor, ileride daha çok vakit ayırmak gibi bir planım var.
Çalışmalarında neleri izler/görür izleyici, keşiflerini mi, hayallerini mi?
Daha çok keşiflerimi yansıttığımı söyleyebilirim. Bir anı yakalayıp duygusunu aktarmak için ifadeyi arttıracak en uygun biçimi bulmaya çalışıyorum. Çizerken hem kendi duygularımı hem de onları nasıl yansıtacağımı keşfettiğim oluyor. Bazen düşünceler içinde sıkışmışlık hissini verebileceğim bir görsel ifade biçimi keşfediyorum. Bazen de devamlı çizdiğim bir kompozisyon üzerinden kendi hissimi keşfediyorum.
Şu sıralar en yakından izlenebilecek işin adidas’a özel olarak tasarladığın Runners at Grand Bazaar adlı eserin adidas İstinye Park’ta izleyiciyle buluşuyor. Eserinin yaratım sürecinden, nelerden ilham aldığından bahseder misin?
Mercado’dan gelen ilk maile çok heyecanlanıp direkt düşünmeye başladım. Figürlerin ön planda olacağı, mekânın da birliktelik ruhunu vurgulayıp İstanbul dokularını yansıtacağı bir kompozisyon hayal ettim öncelikle. Beyoğlu, Galata ve Tarihi Yarımada seçeneklerim arasındaydı ama bana bunu en çok verebilecek yerin Kapalı Çarşı olduğuna karar verdim. Kapalı Çarşı çok önemli bir tarihi miras ve çok renkli bir dokuya sahip. İçinde gezinmek hatta kaybolmak eski İstanbul’u hayal ettiriyor insana. Çarşı’nın yarattığı bu hissi markanın birliktelik hissiyle görsel olarak birleştirmek için ikonik adidas logosundaki çizgiler de bana yardımcı oldu, kompozisyondaki devamlılığı sağlayarak mekânla markanın ilişkisini arttırabildim.
İstanbul’un önemli bir kültür mirasını içerisinde birlikte koşmak eylemi ile birlikte illüstrasyonuna taşıyorsun. Bu kurguyu oluştururken vurgulamak istediğin fikir neydi?
Benim için Kapalı Çarşı’nın mimari biçimi, dükkanları ve gelen ziyaretçileriyle içeride bitmeyen bir koşturmacanın hakim olması koşma temasıyla uyum sağlıyor. Çarşı’nın topluluk olma, bir arada olma hissini destekleyen bir ortamı var. Tüm bu unsurların birlikteliğini illüstrasyonda yansıtmak istedim.
Sonsuz bir kaynak olan İstanbul’u keşfetmek senin için ne anlama geliyor? Bu şehri nasıl yaşıyorsun? Yaşadığın bu şehir sanatına ilham veriyor mu?
İstanbul’da 11, Beyoğlu’nda 9. yılıma girdim. Doğduğum şehir olan İzmir’i de çok severim ama özellikle Beyoğlu’nda olmak bende daha çok duygu uyandırıyor. Okul için İstanbul’a geldiğimde iki yıl Çiçekçi’de yaşamıştım, o zamanlar bir banka oturup karşıyı izlemek en sevdiğim şeydi. Beyoğlu’na taşınınca karşıdan izlediğim görüntünün içinde buldum kendimi.
Beyoğlu ve Tarihi Yarımada ile ilgili okumalar yapmayı çok seviyorum, sonra da tekrar tekrar bir turist gibi geziyorum. Ben bir Reşad Ekrem Koçu hayranıyım, onun anlatımıyla İstanbul bambaşka. Karakterleri ele alma şeklini kendime çok yakın buluyorum. İşlerimde daha çok figür kullandığım için, benim işlerimde İstanbul figürlerde yaşıyor diyebilirim. Bazen eski öykülerdeki anlatımlarıyla, bazense kozmopolit havası ve modern görüntüsüyle. Bir de illüstrasyonlarıma dahil etmeyi sevdiğim dokular var tabii; tuğla binalar, mozaikler, kumaş ve halı desenleri… Çok şanslıyım ki İstanbul temalı birçok işte yer alma fırsatı buldum.
Çalışmana da ilham olan Kapalı Çarşı’nın çatısı pek çok aksiyon filmine set olan bir mekân. Burada koşmak sence nasıl bir fikir? Bunu denemek ister miydin?
Böyle bir fırsat çıksa denemek isterdim. Kapalı Çarşı’nın yanı sıra Yerebatan Sarnıcı, Bozdoğan Kemeri ve Saraylar da listede yerini alırdı. Hem bu mekânları farklı açılardan deneyimleyebilmek hem de farklı bir anı oluşturmak için iyi bir fırsat olurdu.
Runners at Grand Bazaar ile sanat izleyicisi dışında bir kitle ile karşılaşıyor işin. Bu seni üretimin sırasında etkiledi mi ve şu an bu karşılaşma hakkında neler hissediyorsun?
Runners at Grand Bazaar’ı çizerken geniş bir kitleye hitap edeceğimi bilmek benim üzerimde pozitif bir etki yarattı çünkü işlerimle ilk kez karşılaşacak kişiler benim en çok ben olan hâlimi görebilecek. adidas ile iş birliği hâlinde çıkan bu işin beni ve işlerime yaklaşımımı iyi yansıttığını düşünüyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi İstanbul’un tarihi dokusuyla ilişkilenen modern bir anlatım yakalamak benim üretimlerimde büyük bir alanı kaplıyor. Farklı kitlelerin benimle böyle bir iş aracılığıyla karşılaşması beni mutlu ediyor.