İstanbul Modern, 2016’yı çevresel farkındalığı gündeme getiren ve doğayı yücelten “YOK OLMADAN” sergisiyle karşılıyor. 13 Ocak – 5 Haziran arası görülebilecek sergi, müzenin yeni yılın ilk yarısı boyunca gerçekleştireceği birbiriyle diyalog halindeki projelerin merkezi konumunda olacak.
“YOK OLMADAN” ismi her ne kadar doğa ve insanlar olarak yakın zamanda yok olabileceğimizi ima etse de, sergi içimize korku salmaya veya bizleri pesimizme sürüklemeye çalışmıyor.
2011’den bu yana müzenin küratöryel departmanını yöneten Çelenk Bafra ve 2008’den beri uluslararası sanat danışmanlığını yapan Paolo Colombo’dan eş küratörlüğünü yaptıkları “YOK OLMADAN” sergisini ve serginin hazırlık sürecini dinledik.
“YOK OLMADAN” öncesi ve sonrası olan, sergiden ziyade bir proje. Adımları nasıl gelişti bu projenin?
Çelenk Bafra: İklim değişikliği ve doğanın tahribatı günümüzde ivedilikle masaya yatırılması gereken meseleler haline geldi. Biz meseleyi sanat perspektifinden ele almayı tercih ettik, nitekim çağdaş sanatın belki de en güçlü yönü güncel olgu ve meselelere yaklaşımı.
İstanbul Modern ise doğa ve sürdürülebilirlik üzerine bir sergiye yer vermeyi birkaç senedir planlıyordu, bu açıdan müze için “YOK OLMADAN”, 2011’de yine Paolo Colombo’nun Levent Çalıkoğlu’yla eş küratörlüğünü yaptığı “Kayıp Cennet” sergisinin devamı niteliğinde. “Kayıp Cennet” adından da anlaşılacağı üzere çevreyi daha çok kaybedilmiş bir cennet olarak ele alıyordu ve teknolojik gelişmelerle birlikte insanların doğayla kurduğu ilişkilerin nasıl şekil değiştirdiğine odaklanıyordu.
“YOK OLMADAN” ise konunun temeline iniyor. Doğanın görsel sanatlarda nasıl ele alındığına, özellikle de insanın doğayı algılama ve doğanın insana sunulma biçimlerine dair eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Geçtiğimiz aralık ayında açtığımız “Habitat” fotoğraf sergisi yine doğa ve sürdürülebilirlik bağlamında okumalara açık. “YOK OLMADAN”a paralel olarak mart ayından itibaren ağırlayacağımız bir diğer program ise VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin son sergisi. Sergi konuya mimarlık alanından, konut mimarisi, toplu konut ve kentleşme odağından bakacak. Dolayısıyla 2016’nın ilk yarısında İstanbul Modern’in süreli sergilerinin yer aldığı alt kattaki bütün sergi ve etkinlik programının bir diyalog içinde olacağını söyleyebiliriz.
Paolo Colombo: “Kayıp Cennet”le “YOK OLMADAN” arasında paralellikler olduğu gibi bazı temel farklar da var. “Kayıp Cennet”in nostaljik bir dokusu vardı ve sergide yer alan bütün sanatçılar yeni teknolojinin faydalarını da göz önünde bulunduran işler üretmişlerdi. “YOK OLMADAN”da böyle bir nostaljik yaklaşım yok, çünkü doğa etrafında şekillenen meseleler gerçekten gün geçtikçe değil, her saniye daha önemli ve acil hale geliyor. Bu tabloda durum tespitinde bulunmak ve nerede durduğumuzu görebilmek de önemli oluyor. Serginin afiş ve davetiyelerinde kullanılan flamingonun çaresizliği de bu ivediliğe referans veriyor.
Flamingo neden çaresiz?
P.C.: Çaresiz çünkü doğaya verdiğimiz zarar aslında dönüp dolaşıp bizi etkileyecek. Flamingo adım atamıyor, doğru düzgün nefes alamıyor çünkü boynuyla ayakları birbirine dolanmış. İçinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlatan ikonik bir görüntü olamazdı herhalde. Bir diğer önemli nokta da bu zararı durdurabilecek tek canlının insan olduğu gerçeği. Durdurmanın yolunu bulabilirsek tabii.
Ç.B.: Evet, flamingo biziz aslında. Resimdeki flamingo hem dünyayı hem de insanı çağrıştırıyor. Flamingo dünya ise, evet boynu bacağına dolanmış ama bunu kendi başına yapmamış. Ona bunu yapan biziz. Flamingo biz isek, kendi kendimize kördüğüm olmuşuz demektir ve bu bizim kendi topuğumuza sıktığımız anlamına geliyor. Bir bakıma da hâlâ o zarar verdiğimiz, yok ettiğimiz doğanın ayrılmaz bir parçasıyız ve kendi kendimizi geri dönüşü olmayan bir çıkmaza sokuyoruz.
P.C.: Doğru, zaten insan da bir hayvan, üstelik flamingoya göre daha yırtıcı bir hayvan türü.
Sergide yer alan işler ana konuyla ne şekilde bağlantı kuruyor?
P.C.: “YOK OLMADAN” metaforik bir sergi. İsmini 70’lerde çok popüler bir sanatçı olan Joni Mitchell’in “Big Yellow Taxi” şarkısının nakaratında geçen bir dizeden alıyor. Mitchell aynı zamanda bir ressam ve doğanın sömürülmesine dair endişeleri ilk kez dillendiren 68 kuşağının temsilcilerinden. Doğanın yok edilebilir olduğunu yüksek sesle söyleyen, müziğin gücünü kullanarak bunu geniş kitlelere duyurabilen ilk kişi. İnsanlara yaptığı bu uyanma çağrısı için kendisine ne kadar teşekkür etsek az.
Sergi farklı coğrafyalardan sanatçıları bir araya getiriyor. Çin’in çevresel olaylara bakışını yansıtan Bingyi’nin işleri geniş yüzeylerde renk patlamalarına yer veriyor. Sanatçı kağıt veya kumaş olsun, geniş bir yüzeye helikopterden ekolojik boya bombaları atıyor. Bu boyaların patlayıp yüzeye yayılmasının ardından sanatçı boyaların üzerine muhteşem desenler çiziyor, üretim biçimiyle kontrol ve kontrolsüzlük arasındaki ince çizgiye de referans veriyor. Doğal afetler üzerine çizilen resimler düşünün!
Çin’de ekolojik meselelerin ele alınışıyla Los Angeles’ta ele alınışı birbirinden farklı. Bu farklılıkları gözler önüne sermesi bakımından da sergiyi anlamlı buluyorum. Mevzunun ortak alanı dünya, evet ama kültürel farklılıklar dolayısıyla konu farklı şekillerde ele alınıyor. Los Angeles’ta doğanın korunmasına yönelik daha yüksek bir bilinç var, haliyle orada insanın geleceğine dair bilimkurgular üretiliyor. Jasmin Blasco’nun yakın bir gelecekte geçen ve adından da anlaşılacağı üzere Uzayda Doğmuş İlk İnsan’ın ağzından anlattığı günceler buna örnek.
Hamish Fulton yılın belirli zamanlarında göç eden hayvan türlerinden esinlenerek ‘yürümeyi’ merkezine alan işler üretiyor. Böylece de doğayla içten, yalın bir ilişki kuruyor.
Roger Ackling iki yıl önce aramızdan ayrılan, işlerini üretirken dünya üzerinde karbon ayak izini hiç bırakmamış olan tanıdığım tek sanatçı. Kurşun kalem bile kullanmıyordu işlerinde, ne bir kağıt parçası ne başka bir şey. Dalgaların kıyıya sürüklediği ağaç parçalarını toplayıp büyüteçle üzerlerine desenler çiziyordu. Çok küçük ama son derece şairane işlerini uzun saatler süren çalışmalar sonucu elde ediyordu. Hiç karbon ayak izi bırakmadan, sadece doğanın sunduğu malzemelerle bile nasıl güzellikler yaratılabileceğini anlatan işler ortaya koyuyordu. Ackling bu işleriyle elbette insanlara çamaşırlarınızı deterjanla değil külle yıkayın gibi radikal önerilerde bulunmuyor. Ama karbon ayak izi bırakmadan sanat işi bile üretilebileceğini göstermek, insanları alternatiflere yöneltebiliyor.
Pae White ise işinde Londra’nın metro düzeninden esinlenmiş. Metro gün içinde binlerce insanı bir yerden başka bir yere taşıyan, akışın yoğun olduğu, aynı zamanda biraz da depresif bir alan çünkü en nihayetinde yer altındasınız. White’ın bu sergi için ürettiği iş şans getirdiğine inanılan hilal, at nalı, dört yapraklı yonca gibi uğurlu nesneler üzerine. Bu nesneler farklı renklerde neon ışıklarla üretilmiş. White’ın kullandığı neon ışık gün ışığına çok benziyor ve bu ışık türü kandaki serotonin seviyesini yükselterek kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlıyor. Bir nevi ışık terapisi gibi düşünebiliriz.
Ç.B.: Fuaye alanından sonra sizi sergiye yönlendiren iki kapı var. Bu kapıları sergiye girerken ya da çıkarken kullanabilirsiniz. Bu kapılardan birinde tünel atmosferi tasarladık ve White mekana özgü neon bir enstalasyon kurguladı. Böylece izleyici geleceğe dair gerçekçi ve olumsuz hislerle dolmuşsa dahi sergiyi iyimser bir hisle terk ediyor ya da sergiye olumlu bir hissiyatla başlayıp ardından sergideki yapıtları deneyimliyor.
Işık terapisi modern dünyada, özellikle yıl içinde çok az güneş ışığı alan Kuzey ülkelerinde sıklıkla başvurulan ve insanların depresyon sorununa deva olmaya çalışan bir yöntem. Bizim depresyona ya da kötümserliğe artık zamanımız yok, gerçekçi bir şekilde durumumuzu ve geçmiş hatalarımızı analiz etmeye, sonrasında bir şeyleri değiştirmek için gerekli olumlu ve yapıcı tavra ihtiyacımız var.
P.C.: Diğer kapıda ise Bas Jan Ader’in yerçekimiyle ilgili işi yer alıyor. Onun hemen ardında Mario Merz’in spiral masası ve elmaları. Ki o elmalardan birinin Newton’ın kafasına düşmesi sayesinde bugün yerçekiminden haberdarız. Buyurun size insan ve doğa arasındaki paralelliğe bir örnek daha.
Peki işler sergiye özel olarak mı üretildi?
Ç.B: Sergide çok farklı dönemler bir arada. 19. yüzyıl ortalarından, I. Dünya Savaşı sonrasına dek uzanan çalışmaların yanında sergi kapsamında asla saygıda kusur etmek istemediğimiz bir dönem olan 1970’lerden işler de mevcut. Dolayısıyla sergi için seçtiğimiz eserlerin bir kısmı hazırdı, hatta sanat tarihinde yer edinmiş yapıtlardı. Bir kısmını ise bu sergi için davet ettiğimiz sanatçılarla birlikte sergiye özel ürettik. Sergi için yurtdışından Maro Michalakakos ve Türkiye’den katılan sanatçılardan Canan Tolon haricindeki diğer üçü yeni işler yaptı. Tolon, bize göre Türkiye sanat tarihinde sanatsal pratiğini tamamen doğaya adayan öncü sanatçılardan olduğu için onun sergide özellikle erken dönem iki yapıtına yer verdik.
Sürdürülebilirlik ve çevre bilincinin çok da bilinen kavramlar olmadığı Türkiye’den bu sergi için nasıl işler çıktı?
Ç.B: Camila Rocha, on yıldır İstanbul’da yaşayan bir Brezilyalı. Brezilya’nın florasını ve bahçe kültürünü yansıtan işler ortaya koyuyor. Ayrıca, Türkiye’nin yerel kültüründen de etkileniyor ve bunu sanatına taşıyor. Sadece formla değil doğa felsefesiyle de ilgileniyor. Serginin akışını müzenin alt kat fuayesinden başlayıp yine orada biten bir şekilde kurguladık. Camila Rocha bu alanda canlı bitkilerden, yapay çiçeklerden ve kendisinin tuval üzerine boya ve baskı uygulayarak yarattığı bitkilerden domestik bir bahçe yarattı. Bu alanın içindeki asma bahçe, salıncak, sehpa üzerindeki saksı ve taburelerle müze ziyaretçilerinin gelip başkalarıyla muhabbet edebileceği, dinlenip vakit geçirebileceği bir ortak düşünce ve yaşam alanı yaratmak en büyük dileğimiz.
Sergide, İstanbul Bienali’nden anımsayacağımız Elmas Deniz’in de işi var. Elmas Deniz’in video ve heykeli bir araya getiren odası ilk kez izleyiciyle buluşuyor. Deniz işinde insansız kamera yani drone teknolojisine yer veriyor. İnsan, kuş, doğa ve teknoloji arasındaki çetrefilli rekabete ve iktidar ilişkisine işaret ediyor.
Alper Aydın ise Ordulu bir sanatçı ve Karadeniz doğasındaki tecrübesi işlerinin kavramsallaştırma biçiminde bile rol oynuyor. Sanatçının farklı yörelerden topladığı taşların her birinin ayrı bir hikayesi, özelliği, değeri ve işlevi var. Bu taşlardan oluşturduğu anıt vesilesiyle Alper Aydın, doğanın izini sürme, toplama, biriktirme, tasnif etme, arşivleme, belgeleme gibi konulara eğiliyor. Basitleştirerek söylersem bu taşları bize bir ‘kütüphane’ olarak sunuyor; taşlar ‘yok olmadan’...
Serginin düzeni ve eser yerleştirmesinin de hikayeye katkısı var mı?
P.C.: İşleri nasıl ve nerede sergileyeceğiniz çoğu zaman önemli bir soru. Sergide yaratmaya çalıştığımız ortam beyaz küp ideolojisini biraz kırmaya yönelik. White’ın işini steril bir galeri ortamında gördüğünüzü farz edelim, iş muhtemelen planlandığından çok daha zayıf bir etki yaratacaktır. Bu işlerin izleyiciyi sadece tefekküre yönlendirmemesini, onları harekete geçirmesini ve onlarla etkileşime girmesini de istedik. Elbette bazı işler izleyiciyi durup uzun uzun bakmaya davet edecektir ama White’ınki gibi bazı işlerin izleyici üzerinde doğrudan etki oluşturmasını özellikle planladık.
Ç.B.: Bu sergi umuda yer bırakmayacak şekilde kötümser bir tablo çizmiyor. Dünyaya kötü şeyler yaptığımıza ve hatta dünyanın sonunun geleceğine dair imalar bulunsa da sanatçılar bunu incelikli ve şiirsel biçimde ifade etmeyi başarıyor. Böylece her zaman alternatif düşüncelere, yeni bakış açılarına ve çıkış yollarına açık kapı bırakılıyor. Sergideki bu proaktif ve çözüm odaklı yönü özellikle değerli buluyorum.
P.C.: Evet, sergi bu konulara Çelenk’le benim nasıl baktığımızı gösteren bir fotoğraf aslında. Tüm konuyu her açıdan ele alma iddiasında olan bir belgesel değil. Zaten bu yüzden hem tarihsel işlere, hem yeni öneriler sunan üretimlere, hem de bu konunun geleceğine dair öngörülerde bulunan işlere yer vermeye çalıştık. Tek seslilikten bahsedilemeyen bir konuda, birçok sesin bir araya geldiği bir sergi oluşturmayı amaçladık.
Ç.B.: Tam da bu yüzden “YOK OLMADAN” doğa ve sürdürülebilirlik sergisi değil, doğa ve sürdürülebilirlik üzerine bir sergi. Konuya dair ikimizin bu kurumda, bu bütçeyle ve bugün itibariyle yapabildiğimiz bir seçki ve sergileme.
Yoko Ono’nun yerleştirmesi bu denklemin neresinde devreye giriyor?
Ç.B.: “Ex It” Yoko Ono’nun İstanbul Modern’e bağışladığı çok kıymetli bir iş. 23 Aralık – 20 Mart arası sergi kapsamında gösterimde olacak. Sanatçının 1997’de başladığı projenin bizdeki versiyonu 2007’de tamamlanmış. Eserin farklı versiyonları dünyanın farklı bölgelerinde farklı ölçeklerde sergilenmiş. Enstalasyon, kadın, erkek ve çocuk tabutlarının ölünün baş kısmının gelmesi gereken bölümündeki delikten yukarı süzülen ağaçlardan oluşuyor. Bizdeki versiyonda ne güzel ki bu coğrafya için tarih boyunca derin bir anlam ifade etmiş olan zeytin ağaçları var. “Ex It” in doğa ve sürdürülebilirlikle kurduğu ilişkiyi kendi sergimiz için çok anlamlı bulduk ve “Ex It”i serginin epilogu ya da serginin ‘bis’ parçası olarak kurguladık.
“Ex It”in serginin anahtar işi olduğundan bahsedebilir miyiz bu bağlamda?
Ç.B.: Hayır, tüm serginin merkezi niteliğinde bir iş yok, Yoko Ono’nun işi de buna dahil. Eserlerin tümü ilişkisel ve birbirleriyle diyalog halinde. Serginin senografisi elbette bizim kurduğumuz bağlantıları gözler önüne seriyor ama izleyicilerin gezerken farklı bağ ve çağrışımlar kurmasını da arzu ediyoruz.
P.C.: Tüm işlerin ilişkisel olarak ele alındığına ve merkezde tek bir iş olmadığına belki de en güzel örnek, sergide büyük ebatlı birçok iş bulunmasına rağmen basılı materyallerde küçücük bir işi, Maro Michalakakos’un flamingosunu kullanmamız.
Zaten merkeze bir iş yerleştirip sergiyi onun etrafında şekillendirmek de vermeye çalıştığınız mesajla tezat oluştururdu sanırım...
P.C.: Evet, bu sergi hiyerarşik bir sunum değil. Doğa meselelerine tek bir bakış önerisi olabileceğini iddia etmiyor. Buna paralel olarak da diğerlerinden daha üstün olan herhangi bir iş yok.
Ç.B.: Tam tersine hem bakış açılarını barındıran hem de malzeme, teknik, dönem ve coğrafya açısından farklılık gösterirken birbirini tamamlayan eserler seçmeye çalıştık.
Böylesine kapsamlı bir konuyu geniş çapta ele alan bir sergi düzenliyorsunuz, işbirliği yaptığınız kurum veya kuruluşlar oldu mu?
Ç.B.: Sergi kataloğu için çevreci, düşünür, eğitimci ve aktivist Richard Heinberg’ten sürdürülebilirlik üzerine bir yazı istedik, dolayısıyla Heinberg’in uzun yıllardır araştırmalar yaptığı Los Angeles’taki Post Carbon Institute’a değinebiliriz. Sergi boyunca ağırlayacağımız sunum, konuşma ve buluşmalara katılacak inisiyatifler, sivil toplum kuruluşları (STK) ve kolektifler olacak. Biz onları davet ettiğimiz kadar, onlar kendileri de gelsinler, özellikle fuayede bir araya gelsinler, birlikte düşünsünler, bizi eleştirsinler ve konu hakkında konuşsunlar istiyoruz. Ama en önemli işbirliğimiz bir dijital sanat televizyonu olan ikonoTV’yle. ikonoTV’nin geçtiğimiz aralık ayında Paris İklim Zirvesi’nde yayınladığı ve hem küratöryel bir seçki olan hem de açık çağrı yöntemiyle oluşturulmuş “Art Speaks Out” (Sanat Sözünü Sakınmıyor) videosu, Yoko Ono’nun yerleştirmesiyle beraber “YOK OLMADAN”ın 13 Ocak’taki açılışının öncesindeki öngösterimde yer alıyor. Serginin sonuna kadar izlenebilecek 15 saatlik video akışı tamamen aktivizm odaklı. Video sanatı, deneysel film ve sessiz belgeselleri bir araya getiriyor.
P.C.: 15 saatlik bir videoyu göstermek sergiyi tekrar tekrar ziyaret eden izleyicilerin her seferinde bir farklılıkla karşılaşmasını da sağlayarak serginin proaktif yanını güçlendiriyor.
Burada doğanın her daim değişim ve dönüşüm halinde olmasına da bir referans var mı?
Ç.B.: Evet, kesinlikle. Canan Tolon’un yaşayan peyzajı, Camila Rocha’nın bahçesi, Yoko Ono’nun zeytin ağaçları, Mario Merz’in spiral masasının üstündeki yeşil elmaları zamanla serpilir, çürür ya da dönüşürken izleyiciler video programının da farklı kısımlarını izleyebilir. Tamamen bir devinim ortamı; aynı doğanın kendisinde olduğu gibi.
“YOK OLMADAN” bir belgesel değil ve alternatif bakış açılarını da derliyor, ekolojik sorunlara sunduğu çözüm önerileri neler?
P.C.: Bir sorunu çözmenin ilk adımı sorunun varlığını kabullenmek ve sorunu tanımlamak. Sergide yer alan tüm işler kendi içlerinde metaforik olarak da olsa bir çözüm sunuyor fakat serginin ağız birliği ederek sunduğu herhangi bir çözüm şeması yok.
Sergiye ismini veren “Big Yellow Taxi”yi çok dinler misiniz?
Ç.B.: Paolo ve ben farklı kuşaklardan sayılırız ama “Big Yellow Taxi” müzik tarihinde yüzden fazla grup tarafından cover’lanarak hep güncelliğini korumuş. Şarkı serginin araştırma sürecinde Paolo’nun aklına geldi, sözlerin içinden serginin adını ben buldum. Sergi bağlamının çıkış noktası olarak gördüğümüz 68 kuşağının müziğinden ve sanatından esinlendik. Onların yaratıcı zihinleri bize iyi geldi. Sadece doğayı korumaya dair değil daha pek çok alanda uyanışı ve farkındalığı temsil eden ve bunun için birlikteliği teklif eden siyasi duruşları kendilerinden sonraki kuşakları olduğu kadar bizi de etkiledi.
“YOK OLMADAN” sergisi doğa üzerine gerçekleştirilen ilk sergi değil. Önceki benzer projelerden esinlendiğiniz noktalar oldu mu?
Ç.B.: Olmadı diyebilirim. Sergilerden çok sanatçılara yani bireysel ve kolektif sanat pratiklerine yöneldik. Edebiyat, müzik, sanat tarihi, sanat akımları ve eleştirel düşünce literatürünü taradık.
P.C.: Sanatçıları inceledik ve biraz da bu konu hakkında kimler, nerelerde, ne gibi şeyler yapıyor sorusuna cevap veren bir dağılım temsil etmeye çalıştık. Doğa gibi geniş bir konuyu ele alan bir sergi yaparken türünüzün tek örneği olmak istemezsiniz. Başka kurumların gerçekleştirdiği projeler sizinkini güçlendirir. Benzer şekilde bu sergide yer alan işler de belirli bir disiplinle sınırlanmıyor, müzikten sanata, siyasetten aktivizme her dala yayılıyor. İkimiz de müzik tutkunuyuz, performans sanatlarıyla da yakından ilgileniyoruz, bunların etkisi ortak yaptığımız sergilerde de ortaya çıkıyor.
İstanbul Modern’in diğer bölümleri de bu sergiye paralel etkinlikler gerçekleştirecek mi?
Ç.B: Elbette, sergi boyunca eğitim ve sosyal projeler bölümümüz rehberli turların yanı sıra özellikle çocuklara yönelik farklı atölyeler düzenliyor. Sinema bölümümüz ise mayıs ayında hayvanların baş rol oynadığı bir film seçkisi gösterecek. Müze mağazası dahi sergi kataloğuyla beraber özellikle sürdürülebilirlikle ilgili çeşitli tasarım objeleri için çalıştı. Kütüphanede ise sanatçılara dair yayınlarla doğa ve sanat ilişkisini ele alan çeşitli kaynaklar bulunacak.