Fotoğraf sanatçısı Nazlı Yıldırım ile kişisel tarihinden önemli bir kesiti sunduğu, kaybın ardından yaşadığı yas sürecine ortak olan ilk fotoğraf kitabı Seninle Başım Dertte üzerine konuştuk.
Nazlı Yıldırım ile tanışıklığımız geçmiş zamana dayanıyor. Onunla her iletişimimiz bir üretime, bir meraka, kıymetli bir çıktıya varır. En son “1+1 Birlikte Güçlüyüz!” sergisinde karşılaştığımızdan beri hayatlarımızda çok şey değişti. Eksildik, dönüştük, büyüdük… Bu kez ise isimlerimiz aynı spot içinde geçiyor, nedeni Nazlı’nın ilk fotoğraf kitabı Seninle Başım Dertte. Geçtiğimiz haziran ayında Nazlı’dan başlığı “GÜZEL BİR HABER” olan bir eposta aldım. O güzel haber Seninle Başım Dertte’nin Onagöre Yayınları’ndan çıkacağına dairdi. Kitap yayımlandı ve artık onun hayatında, kalbinde daha derinlere değdiğimi hissettim. Bu kitap öyle bir his veriyor. Bir anne-kız hikâyesi anlatıyor. Yeryüzünde en gerçek organik bağımızın olduğu varlığa, anneye, ardından bakabilmenin zorluğunu paylaşıyor Nazlı. Yutulması zor bir lokma…
Nazlı Yıldırım ile hem gözünden ve kalbinden geçen karelerden, satırlardan oluşan Seninle Başım Dertte’ye, hem hayatında geçtiği duraklara hem de gelecek projelerine dair konuştuk
Nazlı, bizi bir araya getiren ilk fotoğraf kitabın “Seninle Başım Dertte”. Kitabın hikâyesine başlamadan önce senin hikâyeni dinleyebilir miyiz?
Ankara’da doğdum. Lise yıllarım Manisa’da geçti ve ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazandım. Eğitim ve çalışma yıllarım İstanbul’da geçti. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra yayıncılık sektörüne geçtim. Tabii bu süreçte yazılarım Yunanistan, Belçika ve Türkiye’de çeşitli dergi, gazete ve sanal platformlarda yayımlandı. Fotoğrafla ilgilenmeye başladığım yıllarda Hayret adını verdiğim ilk fotoğraf fanzinimi çıkardım. Maddi sebeplerden ötürü sadece iki sayısı yayımlandı. İleride üçüncü sayısı gelebilir, kim bilir. 2019’da Boysan’ın Evi’nde gerçekleşen “1+1 Birlikte Güçlüyüz!” sergisinde fotoğraflarım yer aldı. Ardından 2021’de Faz Collective ve Fail Books iş birliğiyle yayımlanan Photozine #2’e başlıksız bir fanzinle dâhil oldum. Son olarak ilk kitabım Seninle Başım Dertte, 2023’te Onagöre Yayıncılık’tan çıktı. Çalışmalarımda aidiyet ve var olma konularını kişisel deneyimlerimden yola çıkarak keşfettiklerime yer veriyorum. LGBTİ+, sınıf, kültür, cinsiyet, cinsel kimlik ve aile dinamikleri gibi faktörlerin bizlerin üzerindeki etkisini kendi yaşamımın içinden belgelemeye çalışıyorum.
Farklı farklı alanlardan geçen yolculuğun hangi noktada fotoğraf ile buluştu? Seni fotoğraf sanatına çeken ne oldu?
Edebiyatla ilgiliyken görsel sanatlar üzerine de okumalar yapıyordum. Özellikle John Berger’dan başlayarak. İstanbul Üniversitesi’nde az da olsa fotoğraf buluşmaları gerçekleşiyordu. Karanlık oda ve film yıkama üzerine teknik detayların paylaşıldığı buluşmalar olurdu çoğunlukla. İstanbul’da çeşitli mekânlarda gerçekleşen sergileri, fotoğraf çalışmalarıyla ilgili yapılan programları kaçırmamaya çalışırdım. Sürekli fotoğrafın peşindeydim. Sözcüklerimi güçlendiren, gördüklerimdi. Tabii uzun süre maddi sebeplerden ötürü bir fotoğraf makinem olmadı ve bu aradaki boşluğu okumalarla besledim, yazmaya da devam ediyordum. Makineyi elime aldığımda ortaya ne çıkacağına dair gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Ankara’ya taşınmadan önce İstanbul’daki son zamanlarımda ödünç aldığım makinelerle İstanbul’un sokaklarını dolaşarak çekimler yapıyordum. Çoğu ya beğenildi ya da beğenilmedi. Ancak istediğimin bu olmadığını Ankara’ya geldiğimde fark ettim. Başlangıç noktasına geri varmanın verdiği buhranlı ve sıkıntılı sürecin mecbur kıldığı bir çıkış yolu arayışındayken asıl fotoğrafın sanat gücüne vardım. Kendimi, kimliğimi, bedenimi yani varlığımı yeryüzüne kabul ettirme telaşıyla başlarken önce kendimi bilmek ve tanımak istiyordum. Bunun en iyi yöntemi ise fotoğraf oldu. Bir kâğıdın yüzeyine bakarak kendinizle yüzleşmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bu zorluk içerisinde fotoğraf daima yanı başımda durdu.
Fotoğrafın sanat gücüne vardım, diyorsun. Başladığından bu yana fotoğrafik gözündeki gelişimi nasıl tarif edersin? Deneyimlerin bugünkü vizyonunu, gördüklerini fotoğrafa dönüştürmeni nasıl etkiledi?
İlk başlarda fotoğraf ile romantik bir ilişkimiz vardı. Ayakları yere basmayan, biraz da başkalarının ağzından çıkacak sözlere kulak kesilerek özünü unutan bir başlangıçtı. Bu başlangıç İstanbul’un sokaklarında dolaşırken belirginleşirdi. Elbette, keşfettiğim fotoğrafçıları inceledikçe, John Berger dışındaki görme ve düşünce analizlerinizi renklendiren kitaplar okudukça ilişkinin de boyutu değişti. Duyguların yoğunluğu azalarak daha da dengeli dağıldı fotoğrafın içerisinde. Artık başkalarının ne dediğini umursamamayı kulaklarınızı keserek başarıyorsunuz bir noktadan sonra. Tabii ki doğru eleştiriyi de kaçırmadan. Fotoğrafın doğduğu yıllardan günümüzün yıllarına kadar geçen süreçte yer almış fotoğrafçıların çalışmalarını inceleyerek, fotoğraf üzerine yazdıkları kaynaklara ulaşarak kendi anlatım dilini keşfettim. Bu keşfimin ilk denemesi kendi üzerimde oldu. Yaşadıklarımı görselleştirdim. Merak ettiklerimi, aklımdaki sorulara aradığım cevapları bulabilmek için inişli çıkışlı ruhsal yolculuğumun her dalgasını kaydettim. Her ne kadar benim çektiklerim izleyiciler için olağan olsa da. Sıra dışı dikkat çekici bir detayı yoktu. Ancak izleyicinin karşısında bir başka dünyanın odasında neler yaşandığına dair tanıdık bir imge vardı. Bu tanıdık imge tıpkı hayattaki gibi basit bir şekilde içinizde taşıdığınız benzer duygularla ortaya konulmuştu. Bir dikkat yaratabilmek istedim kendi hikâyem üzerinden. James Wood’un edebiyatla ilgili söylediği bir sözü vardır, “Oysa edebiyat bize dikkat etmeyi öğretir.” Bu sözü, fotoğraflarımın dönüşümünde büyük etkisi oldu.
Hayatında da bir dönüşüm söz konusu. Uzun bir süredir, Türkiye’den uzaktasın, İrlanda’da yaşıyorsun. Bu deneyimin sendeki ve sanatındaki yansımaları ne şekilde oldu?
İrlanda’ya taşındığım günden şimdiye kadar henüz bir düzen yakalayabilmiş değilim. Sürekli sırt çantam ile taşınma hâlindeyim. Basit ihtiyaçlarınızı karşılamanın bedeli ağır ve pahalı olduğu için sürekli para kazanma üzerinde oluyorsunuz. Kendinize kalan vakitlerde yorgunluğunuzu atıyorsunuz ya da biraz inatçıysanız kalan enerjinizi yorgunluğunuzu dönüştürerek üretimlerinize ayırıyorsunuz. Bu süreçte geçmişte çektiğim fotoğraflara tekrar tekrar bakıp kendimce eleştiriler yapıyorum. Elemeler sonrasında ortaya çıkan fotoğraflarla hikâyeler yaratıyorum. Ortaya çıkan bu hikâyelere baktığımda ise İrlanda yaşamımdaki koşturmacaların etkisini fark edebiliyorum. Özellikle hikâyelerde toplanmış bir öfke belirgin. Bununla birlikte farklı duyguların yansımalarını da fark etmek mümkün çalışmalarımda. Elbette karşılaştıklarım, yaşadıklarım ve başıma gelen birçok olay bakış açımı değiştirdi. Sanata karşı yaklaşımımı şekillendirdi, şekillendirmeye de devam ediyor. Şu an üzerinde çalıştığım projelerimde bunu apaçık görebileceksiniz. Kendimi körleştirmemek adına bulunduğum ülkenin sanat alanındaki gelişmelerini de takip ediyorum. Özellikle İrlanda’nın demografik yapısını dikkate aldığımızda ufuk açıcı, zengin bir fotoğraf alanına sahip. Bu alandan beslenerek kendime pay biçmeye devam ettiğimi söyleyebilirim.
O hâlde asıl konumuza gelelim… Seninle Başım Dertte fotoğraf kitabın senin için oldukça özel ve anlamlı bir proje. Kitabı hazırlamaya nasıl karar verdin? Kitabın sürecini paylaşır mısın?
Kitabın hazırlanma süreci İrlanda’ya geldiğim ilk aylarda başladı. Geçmiş fotoğraflara bakarken. Acınız hâlâ taze. Sürekli fotoğraflara bakarak hesaplaşma geceleri yapıyorsunuz. Beş yıl içerisinde çekilmiş fotoğraflara bakarken -dijital kazalar yüzünden yitirdiğim fotoğraflardan geri kurtarabildiklerime- psikolojik olarak kendimle savaşıyordum. Anneme dair bütün fotoğraflara tek tek bakıyordum. Baktığım bu fotoğrafları küçük boyutlarda çıktılarını alıp tekrar tekrar izliyordum. Daha sonra hastanedeyken yazılmış metinleri okudum. Fotoğraflara bakarken hatırladığım anılara dair notlar aldım. Anılarla ilgili hissettiklerimi yazdım. Anlamak istiyordum, sadece. Bir öğlen vaktinde yürürken aklıma Roland Barthles’in kitabı geldi. Yaşadığım küçük bölgenin tek bir kitapçısı vardı, o da ara sokaktaydı. Hemen gidip yazarın Mourning Diary isimli kitabını aldım. Dönüp dönüp okuyordum. Hem de notlar almaya devam ediyordum. Başımı kaldırıp duvara baktığımda “Neden olmasın?” diye kendime sorduğum an bir taslak oluşturmaya başlamıştım. Açıkçası Roland’ın kendi deneyimlerini paylaşması bana ilham olmuştu. Ben de kendi yas yolculuğumu anlatabilirdim. Bu sayede annemle bir diyalog kurmayı başarabilirim derken dördüncü ve beşinci taslak denemelerinden sonra nihayetinde son hâlini aldı. Tabii ilk taslakta yer alan çoğu fotoğraf, kitapta yer almadı. Kitapta yer alan kimi metinler hastanedeyken yazıldı kimi metinler ise o anın deneyimleri sonucunda. Neticesinde elinizde tuttuğunuz kitap var oldu.
“Birbirlerini artık asla tanıyamayacak bir anne ve kızın hikayesi” diyorsun Seninle Başım Dertte için. Kişisel hikâyeni paylaşıyorsun bu kitabınla. Kitabın oluşum sürecinde, kurguyu oluştururken neler önemliydi senin için? Annen ile arandaki ilişkinin sınırları kitabın da sınırlarını belirledi mi yoksa hem ona hem okura karşı açık sözlü bir anlattım mı benimsedin?
Tehdit altında olan kendi var oluşumun acı yönünü göstermenin bedelini nasıl ödediğimi göstermek isterken; biraz öfke, biraz da korku içinde sıkışıp kaldığım yerden kurtulma isteğiyle çekilmiş bu fotoğraflar bir kitap projesi fikriyle çekilmemişti aslında. Bu yüzden taslağı oluşturma aşamasında fotoğrafa dair tüm bildiklerimi odanın dışında bırakarak, bir türlü beceremediğim o iletişim dedikleri alanı yaratmaya odaklanmıştım. Annemle bir diyalog kurmaya çalışırken açık sözlülüğe önem verdim. Çünkü geldiğimiz toprağın kültürüne baktığımızda duygularımızı ifade etmek üzerine yetiştirilmedik. Ne hissettiğimizi, başkalarının ne hissettiğini anlayabilmek için bir dil öğretilmedi bizlere, maalesef. Keşfettiğim bu dili kullandım özellikle. Okurla da paylaşmak istedim. Mümkün olunabileceğini gösterebilmek için. Ginette Raimbault, “Acıma dair kimsenin anlayamadığı şeyi birileri öyle bir yolla ifade eder ki ben de ifade edemediğim o şeyde kendimin farkına varırım.” der.
Bu kitap senin kişisel tarihine odaklanan dürüst bir kitap. Yayına hazırlarken geriye dönüp baktığında yaşadığın en büyük zorluk ne oldu? Bu süreci nasıl hatırlayacaksın?
Notlar ve fotoğraflarla bir yokluğu, bir boşluğu, olmayan şeyi kayda geçirmenin, belgelemenin zorluğunun krizlerini yaşadım. Çünkü ölümle birlikte o kişide kaybettiklerimizi de fark ediyoruz. Bu sadece bir kişi için değil, tarihi bir yapının yıkılmasında da, bir kentin yok oluşunda da kaybettiklerimizi fark ederiz ve bu gerçeklikle yüzleşiriz. Çünkü her biri birer kimliktir. Bir kimlik yok olduğunda kendimizden de bir parça kaybolur. Yakın zaman tarihinde yaşanılan olaylara bakalım. Yitirdiklerimize. Döngünün tekrarlanışında aynı duygular var. Buradaki en büyük zorluk buydu, yüzleşmek! Dürüst olmam gerekirse yüzleşebildiğimden hâlen emin değilim. Kendime yüksek sesle söyleyemediğim sözlerim var. Açıkçası biraz da kendimiz için yas tutmaz mıyız?
Zamanın buharlaşmasına, anıların uçup gitmesine bir müdahale fotoğraf. Geçmişte bıraktığımız ve bir daha asla yaşanmayacak anları koruyabiliyoruz sayesinde. Sen de geçmiş zamandan, yeniden yaşanmayacak anlarla dolu bir kitap sunuyorsun. Kitap özelinde düşündüğünde zaman ve fotoğraf ilişkisi hakkında neler söylersin?
Fotoğraf durağan yapısında çok fazla birikim barındırır. Fotoğraf içerisindeki ilişkilerin deneyimleri ve zaman akışındaki detaylar sabitlenir. Değişmez. Bu değişmezlik yıllar boyunca süregelir. Bizden sonraki nesillere aktarılarak. Zamanın betimlediği ya da bize gösterdiği şeyler üzerine bakış açımızı doğrulttuğumuzda anlam biricikleşir ve izleyiciye özgü yorumlamalara dönüşür. Biz bu yorumlamaları bir kenara bırakacak olursak, zamanın fotoğrafta muhafaza ettiği saptamalardan biraz uzaklaştığımızı söyleyebilirim. Walter Benjamin’nin Fotoğrafın Kısa Tarihi isimli kitabında bahsettiği o “hâle”nin etkisi günümüzde ne yazık ki azaldı. Tüm bu azalmalara rağmen fotoğraf devam ediyor. Nihayetinde fotoğrafa bakan bir izleyici, fotoğrafta yer alan zaman ile ilişki kurabilir. Elle tutulur geçmişte kalan bir zamanın kaydına, bir belgeye bakarak geçmişle bağını koruyabilir. Bunun ilk örnekleri cüzdanlarda özenle taşıdığımız sevdiklerimizin vesikalık fotoğrafları, sonra evlerimizin köşelerinde titizlikle sakladığımız aile albümleridir. Hatta bununla ilgili Lichtwark der ki “(…) sevdiği insanın portre fotoğrafı kadar özenle bakıldığı başka hiçbir sanat eseri yoktur.” Geçmiş şeylerin yakınında olma isteği. Şu an için teknoloji değişti. Alternatif iletişim araçları çoğaldı. Elimizin altında sosyal medya var. Zaman içindeki ân meselesi de sosyal medyada daha aktif olmaya başladı. Hâliyle fotoğrafla belirlenen “zaman” yapısı da anlaşılmaktan epey uzakta kaldı. Elle tutulur fotoğraflar şimdilerde uçucu. Bu koşullara rağmen bugün fotoğraf çekiliyorsa zamandan bize düşen şeyleri hâlâ hatırlama isteğinin gücü sayesindedir. John Berger’in de dediği gibi “Kaybolma olmasaydı herhalde resim yapma itkisi de olmazdı.”
Bize uzattığın bu kitap senin ve annenin özel alanına dahil ediyor karşı tarafı. Seninle Başım Dertte’yi eline alıp inceleyen, dahil olan bir okurda nasıl karşılık bulmasını, nasıl bir etki yaratmasını istiyorsun?
Her birimizin kederi, yası kendine özgü, biricik. Benzer duygulara sahip olduğumuz her okurda farklı biçimlerde karşılık bulacaktır. Nasıl bir etki yaratmak istiyorum değil de yaralarımız üzerine konuşabileceğimizi, hatta iyileştirebilmenin de mümkün olduğunu gösteren bir ifade biçimi sundum. İlişki kurabilmeyi başardığımız her yolun değerli olduğunu da. Bu değeri kendilerini en iyi hissettikleri yolda biçimlendirebileceklerine dair bir hatırlatma, bir itki.
Son olarak Seninle Başım Dertte henüz çok yeni yayımlandı ama bu kitabın ardından hazırlamakta olduğun projeden söz ettin. Neler yapıyorsun bugünlerde?
Bugünlerde Look At Me! Who Am I isimli selfportrait diyeceğimiz bir kitap çalışması var. Bitmesi yakın. Bundan önce Seninle Başım Dertte’nin ikinci durağı ve yasın son hâli olacak bir çalışmayı hayata geçirmek istiyorum. Bunun için ölümünden sonra kapısını açmadığım mahrem alanına girmem gerekiyor. Kişisel ve özel eşyaları üzerinden annemin hayatını, karakterini, umutlarını, düşlerini derinlemesine anlatabilmek için Türkiye’ye gitmeliyim. İstiyorum ki adı bir tahta parçasına kazınmış parsel sayısı olmasın, bir hikâyesi olsun annemin. Şu anki koşullarım buna elverişli değil. Son olarak heteroseksüel ilişki normların hâkim olduğu bir cinsiyet normlarını irdelediğim Queer, Body and Love isimli projem de çekim aşamasında. İrlanda’daki kuir çiftlerin gündelik detaylarına sıçramış normları ayrıntılarıyla gösteren bir çalışma. Bunlar dışında fotoğraf hakkında düşünmeye, zaman zaman da öyküler yazmaya devam ediyorum.
Nazlı Yıldırım’ın Seninle Başım Dertte adlı fotoğraf kitabını buradan satın alabilirsiniz.