Mayıs ayı, Türkiye’de fotoğrafla ilgili pek çok kişinin haberdar olmadığı ama fotoğraf alanında çalışan kimi profesyonelin dahil olduğu bir yolculuğa sahne oldu. İngiltere bazlı Crossway Foundation’ın 2007’den beri düzenlediği yolculukların bu yılki destinasyonu olan Türkiye, Körfez bölgesindeki Arap ülkelerinden altı genç fotoğrafçıyı ağırladı.
Sanatsal üretime dayalı kısa dönemli değişim programları zordur. Gidilen yerin dinamiklerini kavrayıp farklı kültürleri anlamaya çalışmayı, ekip arkadaşlarınızla bir düzeyde uyum sağlamayı, tamamen yabancı olunan bir coğrafyada üretilecek işlere karar vermeyi ve bu geçirilen deneyim süreci sırasında yeni işler üretmeyi, sonunda da programın gerektirdiği sunum biçimleriyle işleri ortaya koymayı gerektirir. Elbette saydıklarımdan daha fazla ayrıntıyı ve karmaşık bir yapıyı barındırır. Adaptasyon önemliyse de kendi dilinizi korumanız da bir o kadar gereklidir.
Crossway Foundation’ın varlığından geçtiğimiz Ocak ayında gelen bir e-postayla haberdar olduk. İngiltere’de kurulmuş bu vakfın programlarından en önemlisi Arap ülkelerinden genç sanatçıları bir araya getirerek her yıl farklı bir ülkeyi odağına alan “yolculuk”lar. Vakıf yöneticilerinden Valeria Marinari bu e-postada 2016’da Türkiye’de gerçekleştirilecek bir projeleri olduğundan bahsediyor ve ocak sonu yapacakları araştırma gezisi sırasında bununla ilgili görüşmek istediklerini belirtiyorlardı. “Journey to Turkey” bu şekilde kısmen Geniş Açı Proje Ofisi olarak bizim de dahil olduğumuz bir proje oldu. Araştırma gezileri sırasında Türkiye’de fotoğraf ve sanat profesyonelleriyle yoğun görüşmeler yapan vakıf yöneticileri, mayıs ayının üçüncü haftasında gerçekleşecek -bu yılki teması “göç” olarak belirlenen- on günlük “yolculuk”un çerçevesini çizecek ve programı oluşturacak verileri topladılar.
Türkiye’den görsel sanatçı, yazar ve çevirmen Merve Ünsal’ın danışmanlığı/kılavuzluğundaki Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan altı genç sanatçıyla proje kapsamında İstanbul’da çeşitli sergiler gezdikten ve aralarında Bikem Ekberzade, Özge Ersoy, Ali Taptık, Beril Gür, Zeynep Beler, Sevim Sancaktar’ın da bulunduğu fotoğraf profesyonelleriyle buluşmalarının ardından bir tam gün geçirme fırsatı bulduk. Kaldıkları Büyükada’da onlara Türkiye hakkında yapılmış yakın dönemli işler ve Türkiye’den fotoğrafçılarla ilgili sunumumuzu yaptıktan sonra birlikte Burgazada’ya geçtik. Nar Photos’tan Tolga Sezgin’le kısa bir ada turundan sonra birlikte serbest zaman geçirebildik. Tekrar Büyükada’ya döndüğümüzde portfolyoları hakkında konuşmak bizim için de ilginçti. Sonuçta bu tip buluşmaların en önemli tarafı her ne kadar eğitmen olarak da katılsanız sizin de öğrenecek bir şeyler bulabilmeniz. Bu karşılıklı öğrenme eyleminin dışında bizim de yabancı olduğumuz bir coğrafyadan genç insanlarla tanışmamız, onlarla çeşitli konularda yüzeyselin ötesine giden sohbetler yapabilmemiz -yaklaşık 12 saat süren- birlikteliğimizin en önemli deneyimlerinden biriydi.
İstanbul’daki son günlerinde Cemre Yeşil, Kerimcan Güleryüz ve Orhan Cem Çetin’e portfolyolarını gösteren ve değerlendirmeler alan yolcular, İstanbul’dan sonraki ikinci durakları olan Kapadokya’ya gittiler ve uzun süre önce Kapadokya’ya taşınan fotoğrafçı Ahmet Özyurt’un eşliğinde bölgeyi tahmin edilebileceğinden daha derin bir şekilde keşfetme şansı buldular. Kapadokya, her ne kadar ilk başka kulağa turistik gelse de Türkiye’nin tam ortasında, Anadolu coğrafyasının şehirden uzak özel bir noktası olması nedeniyle iyi bir seçim olmuş. Sonuçta bu proje, “Türkiye’ye Yolculuk” başlığı altında da olsa bir belgesel fotoğraf projesi değil. Katılanların önceki işlerini de dahil ederek “göç” başlığına uyacak işler üretmesini amaçlayan ve buradan yola çıkarak yapılabilecek çok fazla yaratıcı işe de kapı açan bir proje. Katılımcıların bütün bu buluşmalardan edindikleri deneyim ve kendi yaşadıklarının yarattığı tortuyla, görsel bir hikâye oluşturmaları gerekiyor.
Projenin son ayağı olan Ankara’da ise Ka Fotoğraf Geliştirme Atölyesi’nin ev sahipliğinde yolculuk sırasında üretilen işler değerlendirildi, hangi formatta sunulacaklarına karar verildi, işlerden bir maket kitap üretildi ve 22 Mayıs’ta açılan “It’s a bad word, ‘belong.’” (Kötü bir kelime, ‘ait olmak’) başlıklı bir sergi düzenlendi. Kısa sürede üretilen bu işlerden kendi içinde tutarlı ve ekibin kalanıyla bütünleşen hikâyeler çıkarmak için özellikle son ayağın ekstra önem taşıdığı çok açık. Fotoğrafların anlamlı hikâyeler üretmesi için yoğun bir çalışma gerekli ve görebildiğim kadarıyla Ka’da geçirilen ve gecelere sarkan çalışma dönemi verimli geçmiş ve üç gün içinde hem seçimler hem de prodüksiyon gerçekleşebilmiş.
Bu tip programların en önemli özelliği, sonucun değil sürecin daha önemli olması. Kazanılan deneyim, tanışılan yeni insanlar ve katılımcıların proje sonunda daha görünür olmaları, bu sürecin bir parçası. Özellikle neredeyse tamamen yabancı bir kültürde hem o kültürü tanımaya çalışmak hem de bazı hikâyelerin farkına varmak, bu arada bunları görsel bir dille anlatmaya çalışmak -özellikle bunu kısa süre içinde gerçekleştirmek- kolay değil. Üretilen işlere baktığımızda katılımcıların büyük bir kısmının süreci çok iyi özümseyip iyi sonuçlar ürettiğini de gözlemliyoruz.
https://www.youtube.com/watch?v=QHT0-7zbBK4
Suriye ve Suudi Arabistan kökenli olan Thyma Hezam (22), şu sıralar ABD’de üniversite öğrencisi. Genelde işleri, kendisinin de karşılaştığı kimlik bunalımını yansıtıyor. Hezam’ın proje kapsamında sergilenen işi bir enstalasyon. Bu enstalasyon, Arap kültürünün modernleşmeyle karşılaşmasından yola çıkan mizah yönü ağır basan ve kültürel kodlar içeren natürmortlar, çölde yapılmış alternatif moda çekimleri ve bu yolculuk sırasında üretilen, şu anda yaşanan göçmen krizinin asıl nedenlerini hatırlatan uçak, bomba gibi objeleri de desen olarak barındıran bir halı tasarımını içeriyor. Hezam, bunu yaparken hem Ka Atölye’nin eşsiz mimarisindeki pencere yapısını hem de yanında getirmiş olduğu bir Arap kilimini bazı fotoğrafların sergileneceği seyyar bir duvar yüzeyi olarak kullanımış.
Mohammad Shibli (25), Cidde’de yaşayan Suudi Arabistanlı bir üniversite öğrencisi. Hareketin cazibesine kapıldığı fotoğraflarıyla dikkat çeken ve mimarî fotoğrafla ilgilenen Shibli, göç temasıyla bağlantısı olan dinî, siyasî, iktisadî, kişisel başlıklı kavramları seçmiş. Bunları -klasik atlaslardakine benzeyen bir şekilde- Ortadoğu haritasındaki ilgili hareketlerle bağlantılandırmış ve bu kavramların kendisindeki çağrışımlarından hareketle Türkiye’de çektiği bitkilerin sıkışık mekânlardaki yaşam mücadelesini gösteren detay fotoğraflarıyla eşleştirmiş.
Farah Salem (25), Kuveytli bir görsel sanatçı ve fotoğrafın dışında sanatın farklı alanlarında da işler üretiyor. Bu yolculuk sırasında ürettiği, Kapadokya’nın kendine özgü coğrafyasını arka plana aldığı video işi, sembolik anlamlar içeriyor. Videodaki karakteri de canlandıran Salem, yaklaşık on dakikalık videosunda, göç ettiği yeni coğrafyada, hayata tutunmak için kendisine topladığı ağaç dallarıyla barınak yapan bir insanı temsil ediyor. Serginin açılışında bu sefer Ankara’da topladığı dallarla benzer bir yapıyı videonun karşısına gelecek şekilde kurarak işi bir enstalasyona da dönüştürmüş.
Babası Filipinli annesi Yemenli olan ve Cidde’de yaşayan Akram Al-Amoudi (32), esas olarak grafik tasarımcı ama son yıllarda fotoğrafla da ciddi şekilde uğraşıyor. Mimarî fotoğraf ve sokak fotoğrafı alanında işler üreten Al-Amoudi, sergideki Türbülans başlıklı işinde daha soyut çalışmalarını sunuyor. Bunlar ağırlıklı olarak manzara fotoğrafları, ama Türkiye’de çektiği içinde insan olana sokak fotoğraflarını yerel kumaş desenleriyle sandviç yaptığı işleri yer alıyor duvarında.
Aslen Filistinli olan Rawan Husseini (26), şu anda Bahreyn’de yaşayan ve deneysel işler üreten bir görsel sanatçı. Dilin, yeni bir ülkeye göç etmek zorunda kalan yabancılar için yarattığı zorluklara dikkat çekmek üzere tabelalara ve başka yazılara yoğunlamış. Sergide bir duvarı birbirine bitişik şekilde kaplayan küçük boyutlu bu fotoğraflar, birleşerek büyük bir fotoğraf oluşturuyor.
Mısır/Lübnanlı Marwan Haredy (20), Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Sharjah’ta yaşıyor. Sergideki işinde, boğulma metaforunu başına şeffaf bir poşet geçirilmiş modelinin -ki model olarak da ekip arkadaşı Rawan’ı kullanmış- portresini çekerek görselleştirmiş. Ayrıca İngilizce ve Türkçe olarak el yazısıyla “Beni güvenli bölgeme geri götür” ve “Beni güvenli bölgemden çıkar” yazan kağıtları üzerine bir naylon geçirerek sergiliyor. Bu iş, boğulma metaforunu çok doğrudan anlatırken, bütün işler içinde en zayıfı görünümünde.
“Türkiye’ye Yolculuk” izleyicinin kitap, sergi veya internet sitesinde göreceği fotoğraflarla karşılaştığı/karşılaşacağı bir proje (yolculukla ilgili videoyu izlemek için tıklayabilirsiniz). Daha önce de yazdığım gibi süreç sonuçtan önemli ama sürecin katılmcılarını nasıl etkileyeceğini/geliştireceğini de zaman gösterecek. Genel olarak bakıldığında programın iyi kurgulanmış ve yürütülmüş olduğunu, grup için değerli yol arkadaşları seçildiğini, bunun sonucu olarak da projenin hedeflerine ulaştığını söyleyebiliriz. “Türkiye’ye Yolculuk”un bir sonraki aşaması -şu an kesinleşmemekle birlikte- sergiyi Körfez bölgesindeki ülkelere taşımak ve hazırlanan maket kitabı basılı hale getirmek.