10 ŞUBAT, ÇARŞAMBA, 2016

Kimlik Arayışına Atıfta Bulunan Fotoğraf Serileri

Sıtkı Kösemen, 42 Maslak Art!SPACE Gallery’de “Sahne ve Bellek” isimli fotoğraf serisisiyle izleyiciyle buluştu. “Türkiye zaten kimlik sorunu ile kurulmuş bir ülke ve bu kimlik sorusu hâlâ devam ediyor” diyen Kösemen’in bu yeni serisi, 70’lerin sonunda Ortaköy’de kapanan eski bir Yahudi Erkek Yurdu’nun kapılarını aralıyor.

Kimlik Arayışına Atıfta Bulunan Fotoğraf Serileri

Profesyonel anlamda mimarlık yapıyorsunuz. Bu yanınızın fotoğraflarınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Mimarlık zaten yaşama yön veren bir meslek. İçinde tasarım denilen öğeyi de bulunduruyor. Mimarlık ve fotoğraf, ikisi de hayatla iç içe olan şeyler. Mimarlıkta mekânlar tasarlıyorsun, insanlar içinde yaşıyor, çocuk doğuruyor, tartışıyor, sohbet ediyor, hayatlarını geçiriyorlar; fotoğrafta da insanların hayatlarından birtakım teorik noktaları yakalayıp bir eser üretmeleri durumu var.

42 Maslak Art!SPACE Gallery’de izleyiciyle buluşan son serginiz “Sahne ve Bellek” serisini biraz anlatabilir misiniz?

“Sahne ve Bellek”, yedi sekiz bacağı olacak bir seri. İsmini İngilizce olarak düşündüğüm bir seri bu: Landscape and Identity. “Sahne ve Bellek” bu serinin birincisi oluyor. Buradaki 'landscape' çiçek, böcek, manzara anlamında değil. Argoda “manzaraya bak” söyleminin tam karşılığı aslında. Identity ise, son 20 yılın Türkiye'sinde, özellikle sanatın çeşitli kollarında ve Türkiye’nin politikasında yaşanan kimlik problemine atıfta bulunuyor. Türkiye zaten kimlik sorunu ile kurulmuş bir ülke ve bu kimlik sorusu ülkede hâlâ devam ediyor. Tarih boyunca bir arada yaşamış olan bir topluma din, etnik ve politik görüş gibi değerleri kullanarak, ayrıştırma amaçlı uygulanan politikalar sonucunda bir kimlik arayışı manasız kalıyor. Bana sorarsanız bunu sonuçlandırmaya veya bir cevap aramaya, bulmaya da gerek yok. Türkiye eskiden beri neyse hâlâ o. Üstünde yaşadığımız muhteşem coğrafyada, çaresiz bir kimlik arayışına atıfta bulunan birtakım fotoğraf serileri üzerinde çalışıyorum.

©Korhan Karaoysal

Fotoğrafların çekildiği yerin de bir hikayesi var. Bu hikayeyi sizden dinlemek isteriz.

Burası Ortaköy’de 70’lerin sonunda kapanan eski bir Yahudi Erkek Yurdu. Etrafı duvarlarla çevrilmiş, toplamda yaklaşık 400-500 metrekare, üç katlı kendi halinde bir bina. Günümüze dek muhafaza edilmiş. Yeni uygulanacak bir “yuva” projesi için mekân ararken, bize gezdirilen binanın duvarlarındaki posterleri fark ettim. Bunlar 70’li, 80’li yıllardan kalmış yurttaki erkek öğrencilerin duvarlarına astıkları magazin posterleri. Bu posterler aslında Türkiye’deki 70’ler, 80’ler pop kültürünün kalıntıları.

Mimarlık, tarih, eski yapıyı koruma, İstanbul’un yok oluşu konuları hep konuşuluyor. Ne kadar engellenmek istense de bir yıkım süreci yaşanıyor. Bu resimler eski yapının, dokunun -70’li yıllardan bile olsa- içinde ne kadar çok şey barındırdığının bir işareti aslında. Hale Soygazi’den, Bülent Ersoy’a İstanbul’un pop kültürünün izleri bunlar. Bırakın mahalleyi, semti küçücük bir duvarda bile izlere rastlamak mümkün. Buradan İstanbul’un ne kadar korunması gereken bir yer olduğu sonucuna varabiliriz. Mahallenin/toplumun çok sesli halinin, güzelliğinin en detay izleri bunlar. Kültürümüze yerleşmiş “eski yapıyı yık, yenisini yap” bilinci sebebiyle birçok kültürel değerimiz korunamıyor ve yok oluyor.

Sıtkı Kösemen ©Korhan Karaoysal

Geçmiş serilerinizde özne insanlarken, insan portreleri üzerindeki çalışmalarınıza alışmışken bu defa konunuz duvarlar.

Fotoğrafta şekilcilikten çok içeriğe önem veriyorum. Baktığım şeyin ardındakini ele alıyorum. Dolayısıyla duvarlar ya da insanlar fark etmiyor. Önemli olan görünenin arkasındaki hikayeler. Portrelerde hikayelere dokunmak daha kolay tabii. Şu anda yeni bir portre serisi üzerinde çalışıyorum. Stüdyoda çekilen portrelerden oluşan ve özellikle belli bir tema altında şekillendirmediğim bir seri bu. Hayatın içinde bir şekilde yolumun kesiştiği, bir şekilde tanıştığım insanlar...

Ortaköy Erkek Yurdu Magazin Poster Kalıntıları#8

Önceki serilerinize baktığımda ön plana çıkmış kadın figürü dikkatimi çekiyor.

Kadın figürü dolaylı olarak ortaya çıkıyor. Geçmişte eski adı Platform şimdiki adı Salt’ta bir sergi düzenlemiştim. Rus fahişeleri konu alan bir sergiydi. Herkes ilk bakışta, klasik kadın figürünün işlendiği bir sergi sandı. Biraz çıplak, biraz erotik öğeler barındırıyordu sergi. Anlatmak istediğim ne kadın, ne de erotik figürdü.

Sergi “Rus fahişe” söyleminin altında yatan uzun hikaye ile ilgiliydi.

Ben gençliğimde, komünizm sempatisi/korkusu arasında gidip gelen şizofrenik bir ortamda büyüdüm. 1975’de ODTÜ’de bir arkadaşım bu bilinçsiz ortamda 20 yaşında öldürüldü.

Bir anda 20 yıl sonra 1995’e geldik ve ne gördük? Bir zamanlar süper güç olan bir toplumun kadınları yoksulluktan dolayı Türkiye gibi bir ülkeye gelip, fahişelik yaparak evdeki çocuklarını geçindirme yollarını aramaya başladılar. Dolayısıyla İstanbul’da bir Rus fahişenin varlığı bana oldukça ironik geliyordu. Bu hikayeyi anlatmak için bu sergiyi yapmıştım. Gerçek bir Rus fahişe bulduk. Çekimleri Beyoğlu Londra Oteli’nde bir odada yaptık. Kıza 13 farklı kadın görüntüsü vermeye çalıştık.

Sergi açılışı Kadınlar Günü’nde, Rus kız ve bir arkadaşının katılımı ile yapıldı. Ancak bunların hiçbiri konuşulmadı, konuşulamadı. İnsanlar sadece olayın erotizm kısmına takıldı. Bu serginin, portfolyomda işlerimi en iyi temsil eden sergilerden biri olduğunu düşünüyorum.

Fotoğraflarınızda ne boyutta dijital müdahale kullanıyorsunuz?

Dijital kamera kullanıyorum ancak hiçbir zaman fotoğraflara photoshop ile sizin demek istediğiniz manada müdahale etmiyorum. Photoshop sadece poz, ışık ve renk ayarları için kullandığım bir program. Bu fotoğrafları örnek alırsak renkleriyle bile oynanmadığı fark edebilirsiniz. Açık renk olan yerler pencereye daha yakın, gün ışığını alan yerler. Fotoğrafı doğal haliyle kullanmayı seviyorum. 

Sıtkı Kösemen ©Korhan Karaoysal

Analog fotoğrafa dönüş ve analog makinelerin popülerliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Analog fotoğrafın kendine özel değerleri var, ancak ben o tarafta değilim. Ben görüntü elde etmenin pratik yönü üzerinde duruyorum. Gizli, görünmemiş, alt hikayeleri ortaya çıkarmaya çalışıyorum. En son analog kameram Hasselblad, (gerçi yeni digital kameram da Hasselblad) stüdyoda hâlâ saklıyorum bu makineyi. Film banyo eden yerlerin çoğu kapandı, artık bu alışkanlık çok pratik değil. Bu yüzden ilgi alanımın dışına çıktı. Ben daha çok “son ürünün” peşindeyim, yani düzgün bir fotoğraf baskısı. Ancak hâlâ analog kullanan/kullanabilen fotoğrafçılara da saygım büyük ve işlerini de takip ediyorum.  

Sergiyi 28 Ocak-4 Mart 2016 tarihleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

0
5864
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage