Sanatçı Gonca Sezer’in tesadüflerden yola çıkıp kendi geçmişiyle hesaplaşmaya götüren, Cumhuriyet’in ilk yıllarında okumak isteyip de eğitimine istediği gibi devam edemeyen teyzesinin hikâyesinden yola çıkarak, bu süreci kız çocukların eğitimi ile kaybolmaya yüz tutmuş hayvanlar ve kaybolan değerler üzerinden kurguladığı “Kuyruk Meselesi” adlı sergisi Gama Gallery’de açıldı. Sanatçıyla “Kuyruk Meselesi” sergisinin serüveni hakkında söyleştik.
Gonca Sezer’in teyzesi Firdevs Hanım’ın ve okumak isteyip de hikâyesi yarım kalan tüm kadınların doğayla kesişen, kolajların içinde katmanlaşan hikâyesi: “Kuyruk Meselesi”. Gonca Sezer’in çekmecede tesadüfen bulduğu Tabiat Bilgisi defteri, içinde özenle alınmış notlar, çizimler, hayvan desenleri serginin genel eksenini oluşturuyor.
Kendi aile hikâyenizden yola çıkarak hazırlamış olduğunuz “Kuyruk Meselesi” adlı sergi kapsamındaki çalışmalarınıza yedi sene önce başladınız. Öncelikle bize bu uzun çalışma dönemi nasıl başladı, nasıl ilerledi anlatır mısınız?
Yedi sene önce çekmeceleri karıştırırken tesadüfen içinde bulduğum bir defter, aslında uzun zamandır aklımda olanların ortaya çıkmasına vesile olan nesneydi. Teyzem Firdevs Hanım’ın 1942 yılına ait Tabiat Bilgisi ders defterini bulunca uzun bir araştırma sürecine başladım. Bu süreç hem kendi geçmişime hem de Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yaşanan sosyal olaylara ve eğitim hayatına biraz daha yakından bakmama neden oldu. Geçmişle hesaplaşırken özel karşılaşmalar, çeşitli olayların bana verdiği değişik duygulardan çıkıp daha nitelikli bir bakış oluşturmak için ihtiyaç duyulan konu zenginliği de bu sürecin bir parçasıydı, aslında bunlar bir nevi işimi kolaylaştırdı.
Teyzenizin Tabiat Bilgisi defterinden yola çıkarak kız çocuklarının eğitimi ve tabiat üzerinden kurguladığınız bu sergiyi hazırlarken uzun bir arşivsel araştırma ve çalışmada bulundunuz. Kimlerle görüştünüz? Hangi kaynakları kullandınız?
1942 yılının ülkemizde tarihsel geçmişini araştırırken zamanın ders kitaplarıyla defter çizimlerini karşılaştırdım ve o sürecin sosyal olaylarını bulabildiğim farklı görüş ve kaynaklardan inceledim.
Tabiat Bilgisi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri okutulan bir ders olarak yatılı kız okullarında da müfredata dâhil olmuş. Kız okulları, kız enstitüleri o dönem Cumhuriyet’in kalkınma politikaları içinde kız çocuklarına istihdam yaratmak için oluşturulan kurumlar arasında yer alıyormuş. Hemşirelik meslek okulu olarak düşünülmüş ve sonrasında öğrencilerin tıp okumaları ve doktor olmaları istenmiş. Teyzemin zamanında okuduğu Cağaloğlu Kız Meslek Okulu şimdiki ismiyle Cağaloğlu Anadolu Lisesi olan okulda okul müdürü ve velilerle görüştüm, okulun tarihçesi değişen erklerle yeniden farklı anlatımlarla yazılmış.
Eserlerinizde yok olma tehlikesindeki canlılar ile ekosistem içerisindeki kayıpları kız çocuklarının eğitimi ile örgülüyorsunuz. Bu iki konuyu birbirine nasıl bağladınız?
Kızlara uygulanan pozitif ayrım, onlara yaratılmak istenen istihdam ve uygarlık seviyesinin eşitlikçi politikalarla desteklenmesi gibi söylemlerle yola çıkılan yeni Cumhuriyet politikaları, zamanla sekteye uğramış ve değer kayıplarıyla günümüze kadar gelinmiş. İktidarların uyguladığı farklı söylemler mevcut alanın kısıtlanmasına, yok olmasına neden olmuş. Tabiat Bilgisi defterinde çizilenler ki bunlar çoğunlukla hayvan türleri, ülke coğrafyasından çok daha geniş skalada araştırılmış. Ülkemizdeki türler ders kitabında hemen hemen hiç yok. Sosyal ve ekolojik yok oluş veya görülmek istenmeyen değerler arasındaki geçişi; Firdevs Hanım’ın anlatımı, ülke coğrafyasında yok olan ve yok olması üzerine endişe duyulan, durumu kritik türlerin kendi söylemleri, hikâyenin bir parçasında da kendi gözümden baktığım durumu, sanırım bir arada tutabildim.
Bu sergiyi hazırlarken atıfta bulunduğunuz “Zaman geçmişimizden akan bir nehirdir” cümlesi sizi nasıl etkiledi ve işlerinize yansıması nasıl oldu?
Zaman kavramını göreceli, ucu açık işlerimde kullanırım. Serginin hazırlanması için geçirdiğim uzun süreçte, tarihsel arşiv kaynaklarına ulaşmakta güçlükler yaşadım, istediğim detaylı parçaları bulmakta zorlandım, elde bulunan mevcut verilerin zamanla geçmişten gelen söylemlerle çok alakalı olduğunu, bu söylemlerin iktidarların istek ve arzularına göre değişebildiğini gördüm.
“Zaman geçmişimizden akan bir nehirdir” cümlesi karşıma bir filmde çıkınca da anekdot olarak kullandım.
Sergide otuz üç işiniz bulunuyor. Hem desen hem video hem foto-kolaj hem de suluboya işlerinize yer vermişsiniz. Aslında bu kadar kalabalık bir sergi olmasına rağmen sergideki bütün işleriniz tek bir konu etrafında izleyicinin dikkatini dağıtmadan kurgulanmış. Bunu nasıl başardınız? Farklı teknikleri nasıl bir araya getirdiniz?
Aile arşivimde bulduğum 1942 yılına ait Tabiat Bilgisi ders defteri ile kurguladığım “Kuyruk Meselesi” sergime hazırlık yaparken geniş tutabileceğimi düşündüğüm, aynı zamanda da imkânlarımın elverdiği ölçüde kullanabileceğim malzemelerin seçiminde bütünlük oluşturmak istedim. Defter, içinde çizimlerin yapıldığı, kolaj hayvanların resimlerinin olduğu, aynı zamanda ince, geçişken yağlı bir kâğıttan üretilmişti. Yapılan çizimlerde mürekkep ve kurşun kalem kullanılmıştı. Mürekkep zamanla arka sayfalar geçmiş farklı izler yaratmıştı. Sergimde suluboya kağıtları üzerinde baskı fotoğraflarım, birbiri içine geçen, zamansal farkları olan görsel parçalardan oluşuyor. Bu malzemelerle görünürde aynı parçaları farklı çalışma yöntemleriyle bir araya getirdim. Onları bazen dijital bazen de desen ve suluboya teknikleriyle yaptım. Sergideki 33 iş malzeme olarak suluboya kağıtlarıyla yapıldı. Fotoğraflar suluboya kağıtları üzerine basıldılar.
Serginin adına “Kuyruk Meselesi” derken aslında neye dikkat çekmek istiyorsunuz?
Sergimin arşivsel yanını da düşünürsek, dönem çalışması yaparken gördüğüm değişen sosyal hayat, eko-sistemin birbiri içine geçişkenliği ve böylelikle tekrar tanımlanan, oluşturulan yaşam alanlarında insan- hayvan ilişkilerine farklı bakılabileceğini, aynı zamanda eğitimde hedeflenen uygarlık seviyesinin kısa sürede değişerek amacına ulaşmasının pek mümkün olmadığını gördüm.
Tabiat Bilgisi defteri, bu coğrafyada aldığımız eğitimle geliştirebileceğimiz her bilginin nasıl kullanıldığı ve ne derece faydalı olduğunu da gösterdi. Kuyruk kelime olarak takılan ya da olanın peşinden giden vb farklı anlamlarda kullanılır.
Süregelen, bir türlü bitmeyen hep kenar köşesinden dönen bu iki meselenin karşımızda durduğunu belirtmeliyim.
Gonca Hanım bu sene sanat hayatınızın 30. yılını kutluyorsunuz. Sizi sosyal kültürel aidiyetler üzerine oluşturulan kimlikler, kadın ve çevre odaklı sorunlar üzerine yapmış olduğunuz çalışmalarınızla tanıyoruz. Sergide bu konuları tekrar ele aldığınızı görüyoruz. Bu konularla neden ilgilendiğinizi bize anlatır mısınız?
Oluşturduğum çalışmalar, sadece serginin ürünü olmaktan ziyade süregelen mevcut durumların ya da çalışma alanlarımın üretimidir. Bu konular, beni farklı durumları ya da olayları araştırmaya iter. O nedenle alan değişimleri olsa da çalışma üretiminde dolaylı ya da dolaysız gelinen yer söylediğin konular olabiliyor.
Gonca Sezer’in “Kuyruk Meselesi” adlı sergisi, 9 Haziran tarihine kadar Gama Gallery’de görülebilir.