“Takımyıldız” başlığı altında Seyhan Boztepe’nin direktörlüğünde, CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) ve Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğünde gerçekleşen 7. Çanakkale Bienali, uzun zamandır sınırladığımız rotamızın yönünü Çanakkale’ye doğru döndürüyor. Çanakkale kent merkezinde MAHAL, Korfmann Kütüphanesi ve Kırmızı Konak olmak üzere şehir içinde 3 mekânda, Agah Uğur Koleksiyonu’ndaki eserlerden bir seçki ile de Troya Müzesi’nde, toplamda uluslararası 30 sanatçının 40’a yakın eserini 4 farklı mekânda sanatseverlerle buluşturuyor.
Mart ayından bu yana süren pandemi, etkisini bir süre azaltmış gibi gösterse de hız kesmeyerek hepimizi evimizde kalmaya zorlamaya devam ediyor. Mart ayından bugüne geçen süreçte ardı arkası kesilmeyen iptal haberleri almak artık hayatımızın bir rutini hâline geldi. Beklediğimiz çoğu etkinliğin iptal olduğu bazılarının ise sınırlı sayıda katılımcıyla gerçekleştiği bugünlerde büyük çaplı bir etkinlik görmeyi ne kadar çok özlediğimizi hatırlatan bir etkinlik gerçekleşebildi. 7. Çanakkale Bienali tam olarak böyle bir dönemde, umutlarımızı başka baharlara ertelediğimiz pandemi sürecinde, bizlere taze bir nefes aldırdı. Pandemi koşulları dolayısıyla açılış töreni gerçekleşmese de 7. Çanakkale Bienali sanatseverle fiziki ortamda buluştu. İstanbul’dan çıkıp hem de sanat ağından kopmadan 7. Çanakkale Bienali’ni ziyaret edebilen şanslı kişilerden oldum. Sınırlı sayıda katılımcıyla gerçekleşen 7. Çanakkale Bienali’ni görmeye yetişemediyseniz üzülmeyin. Bienal altı aya yayılan bir programla çevrim içi olarak ziyaret edilebilecek. Tüm bunlardan bahsetmeden önce biraz 7. Çanakkale Bienali’ni açmak ve bienal yapısına değinmek istiyorum.
Çanakkale Bienali’ni ilk olarak 2006 yılında hayata geçiren CABININ ekibinden başlayalım. CABININ, toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren ve gönüllülük esasıyla çalışan odağında çağdaş sanatın olduğu bağımsız bir sivil toplum inisiyatifi. Kolektif süreçlerle şekillendirdikleri iletişim ve iş birlikleri ağları ve paylaşımları sayesinde bienali geliştirip kurguluyorlar. Hatta tam olarak bienalin bu yapısını ortaya çıkarmak üzere de bienalin ve CABININ’i yansıtan “Takımyıldız” başlığını 7. Çanakkale Bienali’nin teması hâline getirmişler. 2006 yılında başlayan Çanakkale Bienali’nin ilkeleri arasında çok önemli maddeler öne çıkıyor. Akdeniz havzasıyla Avrupa ve Ortadoğu coğrafyalarının kesişim noktasında çağdaş sanatın üretip izlenmesi ve algılanması için Çanakkale’yi uluslararası bir merkeze dönüştürmek bunlardan ilki oluyor. Bunun devamında ise bienal ekibi, uluslararası sanatçılar ve sanat uzmanlarını davet ederek kenti bu sanatçıların iletişim ağlarının gündemine sokmak; sanat ve kültür kurumlarını, üniversiteleri ve sanatçıları iş birliğine davet ederek karşılıklı etkileşimle bir iletişim ortamı yaratmak ve böylece Çanakkale’de yerel ile küreselin kesişim alanları üzerinden çağdaş sanat için özgür bir alan açmak ilkeleriyle hareket ediyorlar.
3 ana sergiyle açılan 7. Çanakkale Bienali’nde yer alan sergiler yapısı itibariyle farklı kurgulara ve kavramsal çerçevelere sahip ama bu kavramsal çerçeveler sanatçılar eserler arasında narin bağlantılar, ilişkiler ve kümelenmeler de içeriyor. Sergilerden ilkinin küratörlüğünü CABININ üstleniyor. CABININ’in uzun süredir arkeoloji, mimarlık, edebiyat ve sinema gibi farklı disiplinlerdeki bileşenlerle kendi arasında tartıştığı iletişim meselesine odaklanan “Neye Benziyor” başlıklı sergi, farklı kuşaklardan ve disiplinlerden sanatçıların imge, hareketli görüntü, simge, beden ve yazı üzerine üretimlerini bir araya getirerek iletişim ile sanatın kesişim alanlarına yoğunlaşıyor. CABININ’in 2013’ten bu yana faaliyet gösterdiği Mahal Sanat’ta sanatseverlerle buluşan sergi, Ahmet Sipahioğlu, Ali Can Metin, Constantin Xenakis, Ekin Saçlıoğlu, Korhan Başaran ve Rüstem Arslan’ın eserlerini bir araya getirerek gündelik deneyimin dışından ve ötesinden seslenerek gerçekliğin değişme, dönüşme, başkalaşma ihtimalini çağrıştırmayı, çelişkileri ve çoğul olasılıkları sezdirmeyi, simgeler yoluyla iletişim kurmanın, yeni anlamlar üretmenin potansiyelleri üzerine konuşmayı hedefliyor. Takımyıldız’ın bir diğer bileşeni üç alt başlığa ve bir kamusal programa sahip olan ve iki mekâna, Korfmann Kütüphanesi ve Kırmızı Konak’a, yayılan Azra Tüzünoğlu küratörlüğündeki “Hasarlı veya Tahrip edilmiş: Kültür” başlıklı sergi olurken; Takımyıldız’ın son bileşeni ise CABININ’in daveti ve Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğü ile gerçekleşen “Hiç İstemeden Ama Seve Seve” başlıklı Agah Uğur koleksiyonundan bir seçki oluyor. Bu seçki Çanakkale Merkez’de değil, 2018 yılında kapılarını açan Çanakkale’nin kültür altyapısına eşsiz bir katkı sağlayan Troya Müzesi’nin süreli sergi salonunda sanatseverlerle buluşuyor.
Azra Tüzünoğlu küratörlüğünde Korfmann Kütüphanesi ve Kırmızı Konak’ta izleyicisiyle buluşan “Hasarlı veya Tahrip edilmiş: Kültür” başlıklı sergide 11 ülkeden 11 kadın sanatçı yer alıyor. Katılımcı sanatçılar Fransa, Romanya, İspanya, Dağıstan, Polonya, Çin, Amerika, İran, Türkiye, Hollanda ve Hırvatistan’da yaşıyorlar. Bu sergi Agnès Varda, Agnieszka Polska, Alexandra Pirici, Anahita Razmi, Aslı Altay, Cao Fei, Cristina Lucas, Nora Turato, Pınar Yoldaş, Sanja Iveković ve Taus Makhacheva olmak üzere 11 sanatçının video, animasyon, stop motion, tekstil, seramik kolaj poster gibi tekniklerde ürettikleri eserlere ev sahipliği yapıyor. Sanatçıların en genci 1991 doğumlu Nora Turato ve en yaşlısı yakın zamanda kaybettiğimiz 1928 doğumlu Agnès Varda olurken Venedik Bienali’nden pek çok kurum ve sergide sergilenenlerin yanı sıra 5 sanatçı Sanja Iveković, Aslı Altay, Anahita Razmi, Cristina Lucas ve Nora Turato’nun bienal sergisi için ürettikleri yeni eserlere ev sahipliği yapıyor.
“Hasarlı veya Tahrip edilmiş: Kültür” başlıklı serginin ilk bölümü tehdit altındaki kültür, Korfmann Kütüphanesi’nde Agnes Varda, Taus Makhacheva, Cristina Lucas, Alexandra Pirici’nin eserlerine yer veriyor ve bu eserler ideoloji din veya siyasi iktidarların karşısında şekil verilmeye çalışılan bedenler ve sanatlar kendi varlıklarını tehdit altında sürdürmenin mücadelesini veriyorlar. İnsan bedeninin geçiciliği ile kültürel varlıkların kalıcılığı ve aslında tam tersine odaklanan sergide yer alan sanatçılar, sanat tarihinde kadınların temsiliyetini olduğu kadar toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl inşa edildiğini de düşünerek baba figürünün katli, sömürgeciliğin normalleştirdiği eser hırsızlığı kadar unutulmuş polonyalı bir yazarın şiiri de eserlerde gündeme getiriyorlar. Aynı zamanda sömürgeciliğin görünmez kıldığı eser hırsızlığı, patriyarkanın görünmez kıldığı kadın emeği, sanat tarihini yazanların görünmez kıldığı periferideki sanat gibi görünmez kılınmış tehditleri de görünür hâle getiriyorlar.
Serginin küratörü Azra Tüzünoğlu bu sergi ile ilgili olarak şu sözleri söylüyor: “Kadın sanatçıların sanat dünyasındaki görünürlüğü ve bienal sergilerine katılımı benim epeydir üzerine düşündüğüm bir konu. Biraz araştırdığımızda 1986 yılından beri örneğin Venedik’teki Amerikan pavyonunda sadece 5 sanatçının eserlerinin gösterildiğini, solo sergisinin gerçekleştiğini görüyoruz. “Türkiye’de durum nedir?” diye baktığımızda ise 2007’den beri Türkiye pavyonunda 3 kadın sanatçı yer almış: İnci Eviner, Ayşe Erkmen ve Banu Cennetoğlu. 2008-2018 yılları arasında başka bir araştırmaya baktığımızda Amerika’da yerleşik sanatçıların bu 10 yıldaki müze alımlarındaki yeri sadece %11. Belli başlı 26 müzede sadece %14 oranında sergileniyorlar. Kadın sanatçılar bu zaman aralığında izleyiciler tarafından daha çok ilgi çekmesine rağmen bu rakamlarda bir değişiklik olmuyor. Sadece müzeler değil, sanat marketinde de herhangi bir eşitlikten bahsedemiyoruz. Başka bir araştırma global sanat marketinin sadece %2’sinin kadın sanatçılara ayrıldığını ortaya çıkarıyor. 1986 yılında Guerilla Girls’ün avrupa bazlı yaptığı araştırmada cinsiyet ve ırk eşitsizliklerine odaklanıyor. Belki de müze ve sanat kurumlarını toplumsal hiyerarşinin ve güç ilişkilerinin birer aynası olarak görmek mümkün. Beyaz batılı erkeğin ayrıcalıklı tezahürü olarak müzeler de görülebilirler.”
Serginin ikinci bölümü Bildiğimiz Dünya aslında çoktan enformasyon çöplüğüne dönüşen adaletsizliğin hüküm sürdüğü çevre felaketlerinin yaşandığı bir dünyaya yani bildiğimiz dünyanın sonuna işaret ediyor. Yaşadığımız bu tuhaf zamana ve kalıntılarına neredeyse müdahale edemeden baktığımız ‘gözlemci’ rolü, sanatçıların karanlık ve ironik eserlerinde görünür hâle geliyor. Serginin üçüncü bölümü Reklamların Dili "görünen şeyin hiçbir zaman söylenen şey içinde hapsolmadığını” vurguluyor ve reklam dilini çalan/dönüştüren sanatçıların çalışmalarına odaklanıyor. Agnieszka Polska, Anahita Razmi, Aslı Altay, Cao Fei, Nora Turato, Pınar Yoldaş ve Sanja Iveković’in çalışmalarından oluşan ve Kırmızı Konak’ta sanatseverlerle buluşan bu bölüm reklam ambalaj ve marka dilini yepyeni bir içerikle yeniden izleyiciye sunuyor. Anlamın dile getiriliş biçimine odaklanan sanatçılar kadın dergilerinden sigara paketlerine marka logolarından reklam sloganlarına pek çok alanda yaşamı kuşatan bu ticari dili bir araştırma alanı olarak görüyor ve yapıbozuma uğratıyor. Serginin dördüncü ve şehir içinde ki son bölümünde ise bir dizi hareket organizasyonu yer alıyor.
Troya Müzesi’nde Azra Tüzünoğlu küratörlüğünde sanatseverlerle buluşan “Hiç İstemeden ama Seve Seve: Agah Uğur Koleksiyonu” ise 14 sanatçının video, performans, halı ses gibi farklı medyumlardan ürettiği eserlerine yer vererek 7. Çanakkale Bienali’nin son ayağını oluşturuyor. Bu seçkide Cevdet Erek, Ekin Bernay, Erinç Seymen, Füsun Onur, Gülsün Karamustafa, Hale Tenger, Halil Altındere, İnci Eviner, Koki Tanaka, Marko Mäetamm, Marcos Ávila Forero, Nabuaki Onishi, Nasan Tur ve Serkan Demir yer alıyor. Agah Uğur’un 248 eserlik koleksiyonundan seçilerek oluşturulan sergi başlığını Leyla Erbil’in Cüce romanındaki bir cümleden alıyor. Serginin küratörü Azra Tüzünoğlu bu koleksiyon sergisini şu sözlerle açıklıyor: “Agah Uğur koleksiyonu başlığını Leyla Erbil’in Cüce romanındaki bir cümleden alan “Hiç İstemeden Ama Seve Seve” başlıklı sergi Agah Uğur’un “yolculuğun kendisi varmaktan mühimdir” mottosuyla tanımladığı koleksiyonculuk birikiminden seçilmiş eserlerden oluşuyor. Agah Uğur’un “oyun” teması etrafında yan yana getirilen eserleri, dünyanın kusurluluğu ve hayatın karışıklığı içinde, kendi ritim ve armonisiyle, geçici ve sınırlı bir mükemmellik sunan oyun alanına dahil oluyor. Tıpkı oyun gibi sanat koleksiyonculuğu da gündelik hayatın mantığının dışında gereklilik ve yararlılık alanının dışında yer alır. Oyun, akıl, ödev, hakikat ölçülerinin dışında bir gerçekliğe sahiptir. Koleksiyonculuk ise nesnelerle onların işlevsel değerlerini, kullanılabilirliğini öne çıkarmadan onların kaderlerinin görünümlerinin peşinde olmaktır. Bir koleksiyoncunun yaptığı en anlamlı büyü tekil nesneyi büyülü bir çekim alanı içerisinde hapsetmektir. Nesne bu alanda son heyecanın onu edinmenin heyecanı üzerinden geçerken donup kalır. Tıpkı sanatçı gibi koleksiyoncu da deneyiminin tekilliğinin toplumsal olduğunu fark ettiği yerde ikilenir. Bu anlamda iç hayanının çoktan toplumsal hayat olduğunu gördüğü ölçüde derinleşmektedir. Agah Uğur’un birkaç ana aksa sahip olduğunu düşündüğüm koleksiyonundan seçilen eserler Türkiye çağdaş sanatının tarihsel eserlerini örneklemenin yanı sıra 2000 sonrası üretilmiş uluslararası video sanatından örnekler sunmakta ve koleksiyoncunun obje merkezli olmayan yeni meraklarını müjdelemektedir.”
Çanakkale’de ziyaret edilen ana sergilerin ardından yeni Takımyıldız’larla devam edecek 7. Çanakkale Bienali üzerine Kültür için Alan desteğiyle Port İzmir Çanakkale Bienali deneyimleri ve hafızası üzerine ortak etkinlikler serisi düzenlenecek. Pandemi koşulları el verdiğince altı aya yayılan bir süreçte “Takımyıldız”ları takip edebilirsiniz. Bu yıl ana sponsorunun Dardanel olduğu 7. Çanakkale Bienali’ni 20 Ekim 2020 Salı gününden itibaren çevrim içi olarak buradan ziyaret edebilirsiniz.