16 EYLÜL, PAZARTESİ, 2013

Komet Momet, Şiir Müsveddeleri

Değerli sanatçı Komet’in yeni şiir kitabı ‘Komet Momet’in yayınlanması dolayısıyla; Nişantaşı’nın çağdaş sanat alanında öncü galerilerinden Çağla Cabaoğlu Gallery’de, Komet’in şiir müsveddeleri izleyici ile buluştu.

Komet Momet, Şiir Müsveddeleri

10 - 19 Eylül 2013 tarihleri arasında sanatçının hazırladığı şiir  müsveddelerinden oluşan yeni bir serisi sanatçının 1960’lardan bugüne kadar yazdığı yazılardan bir kesite yer veriyor. Komet, bu son kitabını  ‘olgunluk dönemi şiirleri’ olarak nitelendiriyor.

Komet Momet, Şiir Müsveddeleri gösteriminde Komet’in bu döneme ait fine art baskılarından oluşan 3 edisyonlu baskı  serisi sergileniyor.

Komet’in fine art baskı eserlerinin yer aldığı Çağla Cabaoğlu Gallery’nin yaptığı sergi kataloğunda Hande Şarman, Marcus Graf, Necmi Zeka ve Dr. Seda Yavuz’un Komet’le yaptıkları söyleşiler yer alıyor. Bu söyleşiyi aşağıda yayınlıyoruz.

Hande Şarman


HŞ: - “Nasıl ilerleyelim” derken “hiçbir şey yapmamak/için şiirin uçma imkanlarıyla” diyorsunuz. Resmin uçmak imkanlarıyla şiirinkini karşılaştırsanız ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

HŞ: - Şiirde aradığınız şeyi tarif ederken; “Yaşadığım çağın tanıklığını, her türlü problemi, düşünsel derinlikleri, güncel olayları, acı ve tatlısıyla zapt etmek. Kişiselden toplumsala, toplumsaldan kişisele giden hafızayı nakşetmek diyebilirim” demiştiniz. Gezi olayları sırasında da Twitter’da “Eskiden biz halkı kurtarmak icin mücadele etmiştik. Halbuki bunlar özgür, kendi özgürlükleri için özgürler” dediniz. Ardından “iyi anlatamadım” notu düştünüz. Bu tespiti ben çok kıymetli buluyorum. Sizce de bunun altını çizmek bugün adına önemli değil mi?

Komet: - O şiirde “ilerleme” meselesi, 2000'deki “İdi, İdim, İdik”sergisinde sergilediğim elektrik ampulleri ile yazdığım “Kahrolsun EDISON”eserinde belirtmek istediğim gibi. Teknolojik ilerleme insanlığın gelişmesi demek değildir. (Teknolojik ilerleme insana rağmen, sık sık da insanın ve dünyanın aleyhine oluyor.) Yani bu şiirde modernist ideolojinin eleştirisi yapılıyor. Dünya’yı bütünüyle bir toplum mühendisliği anlayışıyla tek tip bir düşünce ve baskın uygarlık önerisiyle, insanları makineleştirerek (Nazım’ın “Makineleşmek İstiyorum”şiirini düşünün) kalıplaştırıcı, insanı sadece tüketici bir sürü olarak gören zihniyete başkaldırmanın, (onca toplumsal deneyimlerden sonra, düş kırıklıklarından sonra) başkaldırmanın bir türü olarak şiir kaldı deniliyor. (Nitekim Stalinizm ve Nazizim, modernist ideolojinin ürünüdür.)

İşte Gezi olaylarında “60larda biz halkı özgürleştirmek, kurtarmak istiyorduk, ama şimdi gençler özgürlüklerini özgürleştirmek istiyorlar” derken kastettiğim şuydu: 68lerde Avrupa’da, Paris’te ve Türkiye’de gençler çeşitli ideolojik görüşlere angaje idiler, Sitüasyonistler, Troçkistler, Maocular vardı; ve bizde de bir sürü fraksiyon vardı. Halbuki Gezi ruhu daha geniş bir muhalefet platformu içinde paylaşımcı ve kazanılmış özgürlüklerini korumak amacıyla ortaya çıksa da yeni bir bilinç yaratmıştır: SİVİL bir direniş. Sanat zaten bir özgürlük meselesidir. Eleştiridir. Önce sanatçının özgür olması lazımdır ki, eser özgür yaratım enerjisi taşısın ki, o özgürlük havasını diğer insanlara taşısın. Aklıma Edip Cansever’in “Yerçekimli Karanfil”şiiri geliyor. Özgürlük rüzgarı sirayet edicidir.

Sevgili Edip’in şiirinden bir bölümü :
.......
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.

.......
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.


HŞ: - “gürültü yapmayınız” diyorsunuz ama gürültüden kurtulamadığımız bir çağda sizce bunun bir formülü var mı? Gürültüsüz var oluş ve sürdürülebilir bir yaşamın imkanı var mı?

Komet: - Gürültüsüz bir yaşamı düşünebilmek bile bu konuda atılmış bir adım sayılabilir. Biz eleştirmekten, şikayetten ve hastalığı tespit etmekten hiç vazgeçmeyelim, ola ki yavaş veya hızlı değişimlerle böyle bir yaşama doğru yol alabiliriz.

Düşünebiliyor musunuz,binlerce sene sonra ambulanslar, itfaiyeciler hâlâ bağırarak, gürültü yaparak yol alıyorlar. Benim bir projem var, elektrikli hızar, tokmak, matkap ve diğer kazıcı aletler için. Şimdi düşünün, ses de bir enerjidir, değil mi?

Enerji dönüşebilir bir şey olduğuna göre, biz de bu rahatsız edici gürültü seslerini başka seslere, hatta müziğe dönüştürebiliriz. Mesela benim elektrikli hızarım çalışınca bir Mozart eseri çalıyor olabilir. Ve bu çalışma fabrikasyona geçilebilecek hale getirilebilir.

HŞ: - Şiirin anlaşılırlık ve okuyana ulaşabilme derdi günüzmüzde şair açısından hangi seviyededir? Resimle benzer mi? Balık adlı resmi için “Bunun neresi balık?” diyene “O balık değil, resim” demesi gibi?..


Komet: - Şiir gün geçtikçe daha az okunuyor, hatta pek okunmuyor diyebilirim. Meraklısı az. İyi şiir uzman işi veya şiir bitti.

Uzatmaları mı oynuyoruz acaba, bilmiyorum. Herşey şiir zaten.

HŞ: - Üç Başlı Ejderha şiiriyle merhum Leyla Erbil’e bir selamınız var. Kendisi şiiri okudu mu? Okuduysa bir yorumu oldu mu?

Komet: - Üç Başlı Ejderha’yı çok sevmiştim. Leyla’nın doğum gününe armağan olarak götürmüştüm. Leyla da çok sevdi. Sonra şiiri bir dergide yayınlamıştım. Momet’e de koyduk.

HŞ: - Şiirlerinizin müsveddeleriyle insanların duvarlarında-yaşamlarında var olmak ve dahil olmak fikri nasıl geliyor?

Komet: - Çok yakında 40 yıllık şiir müsvettelerinden elimde kalanlardan 2000 sayfaya yakın tıpkı basım bir obje kitap çıkıyor. Hakkı Mısırlıoğlu’nun tasarladığı kitabın adı “ MERAK bir”. Dirimart galerisi kitabı bastırıyor. Tıpkı basımları Contemporary Fuarı’nda bir lahit olarak sergileyeceğiz.

*Yazar 

Marcus Graf

MG: - Kitabınızın başlığı nasıl ortaya çıktı ve anlamı nedir?

Komet: - Komet momet, şiir miir, kapı mapı, küratör müratör, sanatçı manatçı diye çoğaltabileceğimiz bir söyleyiş şeklidir. Ve sıfatı, ismi veya herhangi bir sözcüğü kullanarak onun anlamına biraz değer azaltıcı (negatif) bir anlam katmayı ve önemsizleştirmeyi gösterir.

Ben de kendi kitabıma bu ismi verirken bir tevazu gösterisi yapıyorum belki de. Kendimi aşağılayarak “ordiner” hale getiriyorum. (Doğu geleneklerinde vardır bu. Abdallar mesela. Veya eski Rus’ların mektup sonlarında kendilerini köpek olarak sunmaları gibi)


“Ama işte ne söylesem gam, yitmeyen bir şey kaldı mı arkamızda amcacığım” diye bu cevabı tamamlayalım, Marcus Usta.

MG: - Görsel sanat olarak resimler ve projeler yaratma gücünüz var. Neden düşüncelerinizi ve duygularınızı kelimelerle anlatma ihtiyacı hissettiniz

Komet: - Bunlar da başka bir çeşit yaratma dürtüsüyle oluşuyor. Medyum değişik. Çocukluktan beri aşırı okuyan birisi ve şiirle büyümüş bir kuşağın mensubu olarak yazmadan edemezdim. Ayrıca coşku ve felsefi dilemmayı başka türlü mezcedemezdim.

MG: - Görsel ve yazılı işleriniz arasında nasıl farklar ve paralellikler görüyorsunuz?

Komet: - Şair ve yazarlar yazılı işlerimde görselliğin ağır bastığını, görsel alanlarda yaratım yapanlar ise görsel yapıtlarımı şiirsel buluyorlar. Bu tabii ki bir övgü değil.

MG: - Sizin resimlerinizi ve görsel işlerinize baktığımda şiir sanatınızda da aynı parçalılık ve heterojenliği hissediyorum. Parçalılığı sanatsal bir karakter olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Komet: - Meselem “ŞEY”ler ve “OLUŞLAR”ın çözümlenme çabasının, -kendi için ve kendinde var olma hikayesinin kavranmasının - absürdite ile soyutlayarak sorgulamaya çalıştığımı söyleyebilirim. Ve doğal olarak “DASEIN” meselesi.

MG: - Şiir sanatınız görsel sanat üretiminizden nasıl etkilendi?

Komet: - Kendiliğindiliğe belki gereğinden fazla yaslanıyorum. Ama zaten bu bu çağda imaj ve bilgi bombardımanı altındayız. Hızla doluyor ve hızla boşalıyoruz. Çok boyutlu bir karmaşa ruhumuzu kamaştırıyor. Hiçbir disiplin tek başına bizi yönlendiremez diye düşünüyorum, o halde zaten ‘yok’um.

MG: - Nerede, nasıl, ne zaman yazarsınız?

Komet: - Her yerde olabilir, notlar alırım veya özenle oturup otomatik yazıya başlayarak uzun süre üzerinde çalışılacak ham maddeyi, cevheri kuyudan çıkarmaya çalışırım. Çok titizimdir. Bazen montaj yaparım. Bazı bölümler senelerce bekleyebilir. Ayrıca okumalarımdan çıkarsamalar yaparım. Metinler arası göndermeler çokça vardır çalışmalarımda. Geçmiş ve yeni yaratılarla yarışa girerim. Bütün geçmiş ve gelecek kültür mirasını hovardaca kullanırım.

MG: - Şiir sanatınız Paris’te kalışınızdan nasıl etkilendi?

Komet: - Bu çok önemli. İlk Paris’e gidişte başka bir dilin içine düşüyorsunuz. Kendi dilinizin farkına varıyorsunuz. Soyut olarak sanki hiyeroglif gibi yabancılaşarak tekrar keşfediyorsunuz onu. Bunun beni kamçıladığını söyleyebilirim. Dilimi gerek yazarken gerek konuşurken daha yalın, daha doğru kullanmayı öğrendiğimi düşünüyorum. Her ne kadar bu günlerde karmaşık bir şekilde yazıp dursam da.

MG: - Kitabınızın arka kapağında “Böyle Geçti” adlı şiirinizden bir parça basmışsınız. Kendinizi hoşnutsuz ve suçsuz olarak adlandırmışsınız. Neden hoşnutsuzsunuz ve sizin suçunuz ne?

Komet: - Yabancı bir ülkenin dilini konuşmuyorsanız, başkalarıyla konuşamayınca, kendi kendinize konuşursunuz. Bunun da çok acayip olduğunu görünce yazmaktan başka çare kalmıyor. Şiirin bütününü görmek lazım aslında. Bu parçayı arka sayfaya editör koymuş. Dünya’nın halinden hoşnutsuzum tabii ki. Ayrıca bu da benim suçum değil. Her şey bu kadar basit belki de.

*Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi, Sanat Yönetimi Bölümü ve Plato Sanat Daimi Küratör

Necmi Zeka

NZ: - “Komet Momet”te tabii ki uslu muslu, cici mici şiirler yok. Ancak, ilk bakışta her ne kadar savruk, başına buyruk, hatta bozguncu görünse de, özellikle yapı, inşa meselesini ciddiye alan bir şiir terbiyesini yansıtan bir kitap. İkinci Yeni şairlerinin cüretkarlığını bir anlamda geriye taşıyarak, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in nizamperestliğiyle buluşturuyorsunuz. Aynı zamanda, Y. Kemal’in “Görsem de görmesem de bu indimde bir benim / Madem ki şimdi her biri kalbimdedir benim” maziperestliğiyle, M. Akif’in “duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfar.../ Meğer geğirti imiş. / -Pek şifalı şey şu hıyar.” halkperestliği, bir başka deyişle acı tatlı hatıralar ve gündelik hayatın saçmalığı, adeta gözü kara, uyumsuz bir perspektiften bugüne taşınıyor. Şiir terbiyesi, genelde şiir tarihi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Komet: - Tespit ve övgüleriniz için teşekkür ederim. Küçük yaştan beri şiirle hem hal olmam. Divan edebiyatı olsun halk edebiyatı veya Anadolu’da o zamanlar her küçük şehirde bir sürü genç, yaşlının şiir okuduğu yazdığı ortamlarda büyümem, aşağı yukarı bütün Türkçe ve Osmanlıca şiirle yakınlığımı doğurdu.

Ses ve sentaks konusunda olsun, deyiş üslupları, söyleyiş tarzları aşinam oldu. Lisan’ın (en soi) kendinde veçhesiyle şiirleştiğinin fakına varmaya başladım. Bu arada çeviri şiirler vasıtasıyla batı ve doğu şiirlerinin de tadına varmaya çalışıyordum. Tabii ki çeviri şiir ne kadar anlaşılabilir ise. Alman edebiyat ve düşüncesinden etkilenimler oldu ve Nietzsche ile çok genç yaşta karşılaşmak, yıkım ve coşkuyu ve yeniden oluşu getirdi, kendini ve dünyayı yeniden kurma arzusu.

Fransız edebiyatı tabiatıyla etkiledi beni. Çeviri de olsa Arthur Rimbaud başta olmak üzere sürrealist şairler (ressamlarını beğenmem).
Bu durumda önce egzistansiyalistler, varlık bilimciler, daha sonraları Marksizm ve türevleri, Sitüasyonistler, 68 olaylarından Dev-Genç’ten Gezi’ye kadar kendimi özgürleştirmeye çalıştığımı zannediyorum. Böylece üç kulaçta üç asrın duygusal göklerinden geçerek (gerçek bir romantik olarak) mantıksal çelişkilerinde yuvarlanarak, bazen absürt kırıcılığa ve ‘komik’e sığınarak, bozgun ve disiplini birbiriyle çarpıştırarak, tamamen serbest, bir ŞEY, sistemsiz. Kendi kendine kurulan bir saat gibi, bazen terbiyesizliği terbiye etmeye, bazen de terbiyeyi terbiyesizliğe teşvik etmeye çalışıyorum belki de.

NZ: - Müziğe, hatta sese karşı eleştirel bir tavrınız var. Her türlü sese pür dikkat kesiliyor, ancak her türlü gürültüye, çatlak, yüksek seslere itiraz ediyorsunuz. Şiirde kulağı (hoş sadayı, hatta avazeyi) son derecede önemseyen, ahenk ve ahenksizliği bir arada kullanmayı seven bir tavrın bir yandan kusurlu seslere, öte yandan kusursuz müziğe bu mesafesini nasıl yorumlamalı? Biraz açar mısınız?

Komet: - Şiirin veya şiirselin ilk ortaya çıkışı, ayinlerden itibaren topluluğun bütünleşmesini sağlayan bir aksiyon idi. Çok sonraları matbaanın keşfi sırasında bile çok az insan okuma yazma biliyordu. İletişim, etkileyici iletişim için şiirsel ve dış sese önem veren tavır önemli idi. Daha sonraları da bilhassa toplumcu şairler bu dış sesi etkileyici bir şekilde kullanmışlardır. Bir çok önemli çağdaş şair de hala kullanıyor. Tabii ki hala dış ve iç ses kullanılabilir. Ama bağırarak düşünülemeyeceği için bazı tür şiirlerin sessiz okunması daha akıllıca olur gibime geliyor. Ama bazı bazı disonanslar göndermeler veya oyunlar olarak da kullanıma gidebiliriz.

NZ: - “Yanlış ata binilir attan inilir” dizenizi, medeniyet eleştirisi olarak mı yoksa daha dar (ya da daha geniş) anlamda bir “keşke” felsefesi olarak mı okumalı?

Komet: - Zannediyorum bir yanlış anlama ve bir de mürettip hatası var. Şiirin bu bölümü methal bölümü, yani peşrev kısmındadır. Cümle şöyledir aslında ;

At-bir «At binmek» çıktı. Yanlış- Ata binilir, attan inilir.
Burada (-) unutulmuş. Tırnaklar konmamış. Yani «At bin» komutu askerlikten gelmedir. Burada Türkçesinin yanlış olduğunu belirtiyorum. «At bin» değil «Ata bin» olması lazım. Ata bin derken komutanlar belki de Ata derken Ata’mızla karışmaması için böyle yaptılar.
Bilmiyorum.
Ama siz illa medeniyet eleştirisi olarak anlamak istiyorsanız, size hayır diyemem.

*Şair

Necmi Zeka

NZ: - “Komet Momet”te tabii ki uslu muslu, cici mici şiirler yok. Ancak, ilk bakışta her ne kadar savruk, başına buyruk, hatta bozguncu görünse de, özellikle yapı, inşa meselesini ciddiye alan bir şiir terbiyesini yansıtan bir kitap. İkinci Yeni şairlerinin cüretkarlığını bir anlamda geriye taşıyarak, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in nizamperestliğiyle buluşturuyorsunuz. Aynı zamanda, Y. Kemal’in “Görsem de görmesem de bu indimde bir benim / Madem ki şimdi her biri kalbimdedir benim” maziperestliğiyle, M. Akif’in “duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfar.../ Meğer geğirti imiş. / -Pek şifalı şey şu hıyar.” halkperestliği, bir başka deyişle acı tatlı hatıralar ve gündelik hayatın saçmalığı, adeta gözü kara, uyumsuz bir perspektiften bugüne taşınıyor. Şiir terbiyesi, genelde şiir tarihi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Komet: - Tespit ve övgüleriniz için teşekkür ederim. Küçük yaştan beri şiirle hem hal olmam. Divan edebiyatı olsun halk edebiyatı veya Anadolu’da o zamanlar her küçük şehirde bir sürü genç, yaşlının şiir okuduğu yazdığı ortamlarda büyümem, aşağı yukarı bütün Türkçe ve Osmanlıca şiirle yakınlığımı doğurdu.

Ses ve sentaks konusunda olsun, deyiş üslupları, söyleyiş tarzları aşinam oldu. Lisan’ın (en soi) kendinde veçhesiyle şiirleştiğinin fakına varmaya başladım. Bu arada çeviri şiirler vasıtasıyla batı ve doğu şiirlerinin de tadına varmaya çalışıyordum. Tabii ki çeviri şiir ne kadar anlaşılabilir ise. Alman edebiyat ve düşüncesinden etkilenimler oldu ve Nietzsche ile çok genç yaşta karşılaşmak, yıkım ve coşkuyu ve yeniden oluşu getirdi, kendini ve dünyayı yeniden kurma arzusu.

Fransız edebiyatı tabiatıyla etkiledi beni. Çeviri de olsa Arthur Rimbaud başta olmak üzere sürrealist şairler (ressamlarını beğenmem).
Bu durumda önce egzistansiyalistler, varlık bilimciler, daha sonraları Marksizm ve türevleri, Sitüasyonistler, 68 olaylarından Dev-Genç’ten Gezi’ye kadar kendimi özgürleştirmeye çalıştığımı zannediyorum. Böylece üç kulaçta üç asrın duygusal göklerinden geçerek (gerçek bir romantik olarak) mantıksal çelişkilerinde yuvarlanarak, bazen absürt kırıcılığa ve ‘komik’e sığınarak, bozgun ve disiplini birbiriyle çarpıştırarak, tamamen serbest, bir ŞEY, sistemsiz. Kendi kendine kurulan bir saat gibi, bazen terbiyesizliği terbiye etmeye, bazen de terbiyeyi terbiyesizliğe teşvik etmeye çalışıyorum belki de.

NZ: - Müziğe, hatta sese karşı eleştirel bir tavrınız var. Her türlü sese pür dikkat kesiliyor, ancak her türlü gürültüye, çatlak, yüksek seslere itiraz ediyorsunuz. Şiirde kulağı (hoş sadayı, hatta avazeyi) son derecede önemseyen, ahenk ve ahenksizliği bir arada kullanmayı seven bir tavrın bir yandan kusurlu seslere, öte yandan kusursuz müziğe bu mesafesini nasıl yorumlamalı? Biraz açar mısınız?

Komet: - Şiirin veya şiirselin ilk ortaya çıkışı, ayinlerden itibaren topluluğun bütünleşmesini sağlayan bir aksiyon idi. Çok sonraları matbaanın keşfi sırasında bile çok az insan okuma yazma biliyordu. İletişim, etkileyici iletişim için şiirsel ve dış sese önem veren tavır önemli idi. Daha sonraları da bilhassa toplumcu şairler bu dış sesi etkileyici bir şekilde kullanmışlardır. Bir çok önemli çağdaş şair de hala kullanıyor. Tabii ki hala dış ve iç ses kullanılabilir. Ama bağırarak düşünülemeyeceği için bazı tür şiirlerin sessiz okunması daha akıllıca olur gibime geliyor. Ama bazı bazı disonanslar göndermeler veya oyunlar olarak da kullanıma gidebiliriz.

NZ: - “Yanlış ata binilir attan inilir” dizenizi, medeniyet eleştirisi olarak mı yoksa daha dar (ya da daha geniş) anlamda bir “keşke” felsefesi olarak mı okumalı?

Komet: - Zannediyorum bir yanlış anlama ve bir de mürettip hatası var. Şiirin bu bölümü methal bölümü, yani peşrev kısmındadır. Cümle şöyledir aslında ;

At-bir «At binmek» çıktı. Yanlış- Ata binilir, attan inilir.
Burada (-) unutulmuş. Tırnaklar konmamış. Yani «At bin» komutu askerlikten gelmedir. Burada Türkçesinin yanlış olduğunu belirtiyorum. «At bin» değil «Ata bin» olması lazım. Ata bin derken komutanlar belki de Ata derken Ata’mızla karışmaması için böyle yaptılar.
Bilmiyorum.
Ama siz illa medeniyet eleştirisi olarak anlamak istiyorsanız, size hayır diyemem.

*Şair

Necmi Zeka

NZ: - “Komet Momet”te tabii ki uslu muslu, cici mici şiirler yok. Ancak, ilk bakışta her ne kadar savruk, başına buyruk, hatta bozguncu görünse de, özellikle yapı, inşa meselesini ciddiye alan bir şiir terbiyesini yansıtan bir kitap. İkinci Yeni şairlerinin cüretkarlığını bir anlamda geriye taşıyarak, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in nizamperestliğiyle buluşturuyorsunuz. Aynı zamanda, Y. Kemal’in “Görsem de görmesem de bu indimde bir benim / Madem ki şimdi her biri kalbimdedir benim” maziperestliğiyle, M. Akif’in “duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfar.../ Meğer geğirti imiş. / -Pek şifalı şey şu hıyar.” halkperestliği, bir başka deyişle acı tatlı hatıralar ve gündelik hayatın saçmalığı, adeta gözü kara, uyumsuz bir perspektiften bugüne taşınıyor. Şiir terbiyesi, genelde şiir tarihi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Komet: - Tespit ve övgüleriniz için teşekkür ederim. Küçük yaştan beri şiirle hem hal olmam. Divan edebiyatı olsun halk edebiyatı veya Anadolu’da o zamanlar her küçük şehirde bir sürü genç, yaşlının şiir okuduğu yazdığı ortamlarda büyümem, aşağı yukarı bütün Türkçe ve Osmanlıca şiirle yakınlığımı doğurdu.

Ses ve sentaks konusunda olsun, deyiş üslupları, söyleyiş tarzları aşinam oldu. Lisan’ın (en soi) kendinde veçhesiyle şiirleştiğinin fakına varmaya başladım. Bu arada çeviri şiirler vasıtasıyla batı ve doğu şiirlerinin de tadına varmaya çalışıyordum. Tabii ki çeviri şiir ne kadar anlaşılabilir ise. Alman edebiyat ve düşüncesinden etkilenimler oldu ve Nietzsche ile çok genç yaşta karşılaşmak, yıkım ve coşkuyu ve yeniden oluşu getirdi, kendini ve dünyayı yeniden kurma arzusu.

Fransız edebiyatı tabiatıyla etkiledi beni. Çeviri de olsa Arthur Rimbaud başta olmak üzere sürrealist şairler (ressamlarını beğenmem).
Bu durumda önce egzistansiyalistler, varlık bilimciler, daha sonraları Marksizm ve türevleri, Sitüasyonistler, 68 olaylarından Dev-Genç’ten Gezi’ye kadar kendimi özgürleştirmeye çalıştığımı zannediyorum. Böylece üç kulaçta üç asrın duygusal göklerinden geçerek (gerçek bir romantik olarak) mantıksal çelişkilerinde yuvarlanarak, bazen absürt kırıcılığa ve ‘komik’e sığınarak, bozgun ve disiplini birbiriyle çarpıştırarak, tamamen serbest, bir ŞEY, sistemsiz. Kendi kendine kurulan bir saat gibi, bazen terbiyesizliği terbiye etmeye, bazen de terbiyeyi terbiyesizliğe teşvik etmeye çalışıyorum belki de.

NZ: - Müziğe, hatta sese karşı eleştirel bir tavrınız var. Her türlü sese pür dikkat kesiliyor, ancak her türlü gürültüye, çatlak, yüksek seslere itiraz ediyorsunuz. Şiirde kulağı (hoş sadayı, hatta avazeyi) son derecede önemseyen, ahenk ve ahenksizliği bir arada kullanmayı seven bir tavrın bir yandan kusurlu seslere, öte yandan kusursuz müziğe bu mesafesini nasıl yorumlamalı? Biraz açar mısınız?

Komet: - Şiirin veya şiirselin ilk ortaya çıkışı, ayinlerden itibaren topluluğun bütünleşmesini sağlayan bir aksiyon idi. Çok sonraları matbaanın keşfi sırasında bile çok az insan okuma yazma biliyordu. İletişim, etkileyici iletişim için şiirsel ve dış sese önem veren tavır önemli idi. Daha sonraları da bilhassa toplumcu şairler bu dış sesi etkileyici bir şekilde kullanmışlardır. Bir çok önemli çağdaş şair de hala kullanıyor. Tabii ki hala dış ve iç ses kullanılabilir. Ama bağırarak düşünülemeyeceği için bazı tür şiirlerin sessiz okunması daha akıllıca olur gibime geliyor. Ama bazı bazı disonanslar göndermeler veya oyunlar olarak da kullanıma gidebiliriz.

NZ: - “Yanlış ata binilir attan inilir” dizenizi, medeniyet eleştirisi olarak mı yoksa daha dar (ya da daha geniş) anlamda bir “keşke” felsefesi olarak mı okumalı?

Komet: - Zannediyorum bir yanlış anlama ve bir de mürettip hatası var. Şiirin bu bölümü methal bölümü, yani peşrev kısmındadır. Cümle şöyledir aslında ;

At-bir «At binmek» çıktı. Yanlış- Ata binilir, attan inilir.
Burada (-) unutulmuş. Tırnaklar konmamış. Yani «At bin» komutu askerlikten gelmedir. Burada Türkçesinin yanlış olduğunu belirtiyorum. «At bin» değil «Ata bin» olması lazım. Ata bin derken komutanlar belki de Ata derken Ata’mızla karışmaması için böyle yaptılar.
Bilmiyorum.
Ama siz illa medeniyet eleştirisi olarak anlamak istiyorsanız, size hayır diyemem.

*Şair

0
9952
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage