23 OCAK, CUMA, 2015

Koruma ve Şefkat

Sergideki tüm işleri değerlendirmek yerine, ‘Kazı, arkeoloji ve tezatları’ üzerine yoğunlaşmayı, buradan sergi kapsamında gösterilmiş diğer işlere değinmeyi tercih edeceğim. Zaatari’nin pratiğine hakim olduğunu düşündüğüm temel hislerden biri şefkatli bir koruma arzusu. Bu arzu yer yer nesnelerin ve belgelerin koruması gibi arkeoloji ile daha yakın ilişkili iken, sıkça mekanların, hikayelerin ve bireylerin haysiyetine verilen önemde de seziliyor.

Koruma ve Şefkat

Serginin başlangıcı olan Letter to a Refusing Pilot [Reddeden Pilota Mektup] gösterimi ve konuşması belki de Zaatari’nin bu kariyer ortası retrospektifine, farklı perspektiflerden bakmamızı sağlayabilecek bir girişti. Kayda alınmayan bu konuşma, bir sanatçı sunumundan ya da bir performans-sunumdan çok, bir dertleşme, bir iç dökme hissini uyandırıyordu. Zaatari, çocukluğunda duyduğu bir hikayenin izlerini sürerek şekillendirdiği video yerleştirme ile 2013 Venedik Bienali’nde Lübnan’ı temsil etmiş. Gösterim mekanında pilot koltuğu şeklinde tek bir oturma yeri olan bu video, emirlere karşı gelerek Sayda’daki sivil hedefleri vurmayı reddeden bir pilota ithaf edilmiş. Sanatçının konuşması sırasında pratiğine dair paylaştığı fragmanlar, samimi ve sakin sesiyle mantıksal olduğundan çok duygulanımsal olarak etkileyen ve birbirine bağlanan bir sıra anekdottan oluşuyordu. İlham aldığı ve işbirliği yaptığı dostlarından çocukluğuna dair detayları anlattığı bu konuşmadan, otobiyografik unsurların çalışmalarının ayrılamaz bir parçası olduğunu çıkarmak mümkündü. Dahası, bu içten konuşma, fotoğrafik araştırmalardan zihinsel arkeolojik kazılara sanatçının pratiğinin temellerine dair işaretler içeriyordu.

Akram Zaatari sergisinden, SALT Beyoğlu, 2014  Fotoğraf: Sani Karamustafa

15 Şubat’a kadar SALT Beyoğlu’nda görülebilecek olan Akram Zaatari sergisi bir kariyer ortası retrospektifi olarak düşünülmeli. Walid Raad, Tony Chakar ve Rabih Mroué gibi, Lübnan’da iç savaş sonrası ülkenin kültürel alanında kurucu ve yön belirleyici olmuş sanatçılardan biri Zaatari. Bellek ve kazı, fotoğrafın nesne ve kavram olarak modern zamanlardaki yolculuğu, Lübnan’daki sol hareketin mirası ve “erkekler arası yakın ilişkiler”  Zaatari’nin işlerini tanımlayabilecek temalardan bazıları. Sergi, SALT Beyoğlu’nun değişik katlarına dağılmış Zaatari’nin işlerine bakılabilecek üç tematik düzlemde kurgulanmış: ‘Pozlar ve duruşlar’ , ‘Fotoğraf üzerine’ ve ‘Kazı, arkeoloji ve tezatları’. İşler, keskin bir çerçeve içerisinde sunulmuş olmalarına rağmen, bu farklı düzlemler arasındaki akıcılıklarını yitirmiyorlar . “Fotoğraf üzerine” olan işlerin ‘arkeolojik’ yönü, pozlar ve duruşlarda tercih edilen görüntüleme tekniklerinin inceliklerinde açıkça hissedilebiliyor. Zaatari’nin politika ile daha doğrudan ilişkili All Is Well On The Border (1997) (Sınırda Herşey Yolunda) gibi çalışmaları bu serginin parçası değil. Şahsen ilham verici bulduğum bu işlerin sergide yer almamasının nedenini merak ediyorum.

Akram Zaatari’nin On Photography, People and Modern Times [Fotoğraf, İnsanlar ve Modern Zamanlar Üzerine] (2010) videosundan bir kare. Sanatçı ve Sfeir-Semler Gallery’nin (Beyrut/Hamburg) izniyle


Sergideki tüm işleri değerlendirmek yerine, ‘Kazı, arkeoloji ve tezatları’ üzerine yoğunlaşmayı, buradan sergi kapsamında gösterilmiş diğer işlere değinmeyi tercih edeceğim. Zaatari’nin pratiğine hakim olduğunu düşündüğüm temel hislerden biri şefkatli bir koruma arzusu. Bu arzu yer yer nesnelerin ve belgelerin koruması gibi arkeoloji ile daha yakın ilişkili iken, sıkça mekanların, hikayelerin ve bireylerin haysiyetine verilen önemde de seziliyor. Serginin birinci katında büyük boy fotoğraflarda sergilenen Letter for a Time of Peace [Barış Zamanı İçin Mektup] (2007) adlı işte görünen kapsül ve mektup, İsrail hapishanelerinde savaş esiri olarak kalmış birine yaptırılmış. Beyaz arka fonda antropolojik bir belgelemeyi andıracak şekilde fotoğraflanmış bu nesneler, tutsakların mücadelelerinin biçimselliğinde sezilen şiirselliği görünür kılarken, bir yandan da bu belleği koruyor. Serginin düzenlenişinde oldukça baskın bir yeri olan Ain El-Mir 23.11.2002 isimli video ise, bu fotoğrafı anlamlandırabilmek için temel bir çerçeve sunuyor. Lübnan İç Savaşı’nın sonlarında boş bir evi işgal eden komünist bir direnişçinin, ailesine bıraktığı ve bu işgalin nedenlerini açıklamaya çalıştığı mektubunun hikâyesini duyan Zaatari bu mektubu bulmaya karar veriyor. Ev sahiplerinin de izniyle bu belgeyi bulmaya kendini adayışı, sadece saklı bir mesajı açık etmiyor, Sol haysiyetine dair bireysel bir hikâyenin tarih ve çatışmalar içinde kaybolmasını engelliyor. Bahçede gömülmüş bir top mermisi kovanına saklı mektubun kazılarak arandığı videoda, bu gergin ve tutkulu performans izlenebiliyor. Acaba bulabilecekler mi? Sonucu bilsek de, o andaki gerginliği hissedebiliyoruz. Top mermisinin özelliklerine yapılan vurgu (“82 mm’lik bir B-10 ağır geri tepmesiz top mermisi kovanı”), sergi metninin önemli bir parçasını oluşturuyor. Belki de özgül detaylara yönelik bu tutkulu bağlanış, tüm ölümler ve göçler sonrasında iktidarlarca çarpıtılan ve kullanılan tarihlere karşı, hakikatleri tüm detayları ile kaydetme arzusuyla ilgili. 

Akram Zaatari’nin Letter to a Refusing Pilot [Reddeden Pilota Mektup] (2013)  videosundan bir kare

Koruma arzusunun diğer bir tezahürü ise Documenta 13’de gerçekleştirdiği Time Capsule [Zaman Kapsülü] (2012)’ de görülebiliyor. Kurucularından olduğu Arab Image Foundation’ın sayısal görüntülerinden oluşan koleksiyonunun, manifester bir şekilde beton bir blok içinde Kassel’deki Karlsaue parkına gömülmesinden ibaret olan bu eser iki farklı açıdan değerlendirilebilir: Bir taraftan Lübnan İç Savaşı döneminde Beyrut Ulusal Müzesi’nin koleksiyonlarını beton bloklar içinde koruma çabasına bir saygı duruşu olarak görülebilecek bu eylem, diğer bir taraftan da sanatçının bir süredir uzak olduğu kurumu ‘korumaya’ adanmışlığının göstergesi. Burada doğrudan bir muhafazadan söz etmekten çok politik bir söylemden söz edilebilir; çünkü sonunda sayısal verileri muhafaza etmenin yolu onları gömmek değil, onları ‘buharlaştırmak’, torrent gibi dağınık veri transferi yöntemleri ile birçok farklı konuma dağıtmak olsa gerek. Yine de kolektif tarihimizin taşıyıcıları, film şeritleri gibi nesnelerin dağılmasındaki birçok eski kafalı hukuki problem üzerine düşünmek için önemli bir eylem olarak değerlendirilebilir. 

Zaatari’nin Arab Image Foundation’daki rolü, ‘Fotoğraf üzerine’ çalışmalarının yoğunlaştığı kattaki birçok işi mümkün kılıyor. Arşivden üretilmiş eserler arşivin ölmemesini, hayatta kalmasını sağlıyor. Gerek fotoğrafik malzemelerin ve belgelediği stüdyoların arkeolojik/antropolojik konumlandırılışı, gerekse fotoğrafın bağlı olduğu mekan ve bağlamdan ‘kaçınılmaz’ kopuşu ve koparılışı bu işlerin ortak özelliği. Serginin tamamı yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya gezilse de, arkeoloji teması çalışmalarının temel bir unsuru olarak ortaya çıkıyor. Belki de bu nedenle Time Capsule isimli çalışmanın bir parçası olan metal donatılar, bir kazı alanının planını andırıyor. 

Akram Zaatari, Scratched portrait of Mrs. Baqari. Studio Shehrazade [Bayan Baqari’nin çizili portresi. Stüdyo Şehrazad], 1957/2012  Hashem el Madani arşivindeki çizilmiş bir 35mm negatiften üretilmiştir. Sanatçı ve Sfeir-Semler Gallery’nin (Beyrut/Hamburg) izniyle

Zaatari’nin ilk kez sergilenen son çalışması, Boğaziçi Üniversitesi’nin Bosphorus Chronicles programı çerçevesinde gerçekleştirdiği, memleketi Sayda’daki arkeolojik kazılar, buluntular ve bunların hareketi üzerine. 1887 tarihinde Osman Hamdi Bey tarafından yürütülen kazıda, Sidon Krallık Nekropolü ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin temelini oluşturacak kadar önemli bulgulardan İskender Lahdi olarak bilinen lahdin de dahil olduğu birçok eser elde ediliyor. Zaatari, henüz son biçimine ulaşmamış hissini veren bu çalışmasına, kazı sonrasında üretilen kitapları ve anlatıyı Edhem Eldem ile tartışarak başlıyor. Daha sonra Sayda’da kazı hakkında yayılmış hikâyeleri ulaşabildiği yakınlıktaki yerel kaynaklarda takip ediyor. Henüz tamamlanmamış hissini veren unsur, belki de Zaatari’nin diğer işlerinde gördüğümüz yorumlayıcı müdahaleler ve eylemler yerine, araştırmayı, birbirine örülmemiş bir ağ şeklinde sunması. Buradaki parçalanmış anlatının genişleyerek dönüşecek yeni bir işin zemini olduğunu düşünmemek elde değil. Yine de böylesine gevşek bir imge ve söylem ağı bile Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmadan önceki sömürgeci dönüşümüne işaret etmek için yeterli. Dahası, günümüzde Devlet’in dünyadaki müzelerden geri talep ettiği eserlerle birlikte Zaatari’nin işaret ettiği bu hareket üstüne daha ciddi düşünülmesi gereken bir mesele olduğunu gösteriyor.

Zaatari’nin çalışmalarıyla 2009’da ParisPhoto’ da ilk karşılaştığımda, küçük boyutlu baskılar, devasa olmayan projeksiyon ekranları ile kurduğu samimiyet beni heyecanlandırmıştı, bu sergideki devasa baskılar ise yadırgadığım farklı bir his yarattı. Belki de bu durum genel olarak retrospektifin kristalize edici doğasından kaynaklanıyor. Ne olursa olsun sanatçının izleyici ile paylaştığı şefkatli bakışı, mesai talep eden bu sergiyi tekrar gezmek için iyi bir neden. 

[1] Saltonline.org, İşler hakkında (Kat 1), http://saltonline.org/media/files/kat-1-isler-hakkinda-floor-1-about-works.pdf

0
6525
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage