24 AĞUSTOS, PAZARTESİ, 2015

Kültür Turizminde "Nambır Van": Van Gogh Müzesi

Çağdaşlığı ve klasiğin lezzetini tecrübe edebilmek üzere her yıl milyonlarca sanatseveri kendine çeken Van Gogh Müzesi, daha da genişlemek üzere gün sayıyor. Müze programında Munch'dan görme engellilere yönelik kapalı gişe turlara kadar hiçbir şey atlanmamış. Müzedeki geçici, ama güncel ve başarılı sergide bir de tanıdık imza var: Eylem Aladoğan.

Kültür Turizminde

Dünyada, belki de sanatı marka haline getirdiğinin farkına varamadan o dünyaya veda etmiş kaç isim vardır, saymadım. Ama en azından, şu cismî dünyaya bir daha kaç kere geleceğimden emin olamadığımdan, ben de bir fırsatını bulup, Hollanda'nın Amsterdam kentindeki Van Gogh Müzesi'ne bir biçimde adım attım ve oradaki aşkın iklimini soluma imkânını buldum.

Rijksmuseum Amsterdam, Stedelijk Museum ve Concertgebouw'dan menkul bir 'kültür havzası'nda, söz konusu yapılar arasında yürüme mesafesindeki bu modern bina halen, eylülün ikinci haftasında saydam bir anlayışla 800 metrekarelik bir alan daha kazanacak yeni girişinin açılışını bekliyor. Bu şeffaf projenin oluşumu için de kolektif, şeffaf bir fonlama yöntemi oluşturulmuş ve halka açık bağış uygulamasına gidilmiş. Bu anlamda projenin maliyeti, 20 milyon avroyu buluyor. Ana yapısının açılışı 3 Haziran 1973'te yapılan, yalnızca geçen yıl 1 milyon 600 bin bilet kesen Van Gogh Müzesi'nde, Hollandalı Gerrit Rietveld ve müzeye 1999'da da bir sergi kanadı kazandırmış Japon meslektaşı Kisho Kurokawa'nın imzası bulunuyor.

Halihazırda, küresel kültür havzası "Google Cultural Institute" üzerinde kayıtlı bu müzeye bizzat niye gitmek gerekiyor derseniz; bilindiği gibi bu kurum, dünyada elinde en fazla özgün Van Gogh yapıtını bulundurduğu için, kapısındaki enternasyonal kuyruğu deyim yerindeyse, meşrulaştırıyor. Van Gogh'un koyu kargalarını, hasat sarısı hırçın tarlalarını yüreği sarhoş eden yıldızları ve ışık saçan badem çiçekli bahar dallarını kendi renk ve dobralığında görebilmek adına, bazen onlarca avroluk bileti ve saatleri bulacak bir kuyruğu gözden çıkarmak, o halet-i ruhiyede gayet makul bir karar olabiliyor.

Minke Wagenaar

Bunlar olurken, kendisine komşu, 'lisanssız' nice Van Gogh şemsiyeleri, poster, puzzle ve tişört ile kravatlarını satan başka bir seyyar 'dükkân'la dikkat çeken müze binası önünde, hafta içinde bile o günün ziyaret limitini sıkıştırabilecek uzunlukta, en az 300 kişilik kuyruklar oluşuyor. Öyle ki, bu insan kalabalığını, sayısı bazen beşi bulan, kokartlı tişörtleriyle görev yapan kuyruk denetçileri, Van Gogh manyetizmasına kapılmış sanatseverlerin hareketlerini, adeta bir konser sırasındaki hayranları toparlarmış gibi idare ediyor.

Öte yandan, uyarmalıyım; her isteyen basın-sanat yayımı mensubu da öyle canı sıkıldıkça, şahsi ajandası uydukça müzeye giremiyor. Kim veya ne olursanız olun, hangi yayından gelirseniz gelin, müzeyi profesyonel ziyaret için, önceden e-posta ile rezervasyon alıp, bunu konfirme ettikten sonra Amsterdam gezinizi planlamanız gerekiyor.

Yaklaşık 200 tuval, 400 desen ve 700 civarı mektubu bünyesinde bulunduran Van Gogh Müzesi'nin Rietveld ana binası, dört kattan oluşuyor. Post-izlenimciliğin öncüsüne adanmış müzenin ilk katı, Van Gogh ile 'göz göze' gelebilmenize olanak verecek, çoğunluk oto-portreleri barındırıyor. Müze, sanatçının yaşamının bellibaşlı dönüm noktalarını yapıtları eşliğinde okura tanıtırken, bu süreçte binanın birinci katında ressamın 1883-1889 yılı üretim ve tecrübeleri, ikinci katındaysa 'ona daha yakından bakmamıza' olanak tanıyacak özel bilgi, belge ve görselleri, tuval, boya tüpleri, fırça ve eskiz defterlerini ortaya koyuyor.

Bu kapsamda izleyiciler, müzenin ilk koridorlarında, ressamın Nuenen'deki çalışmalarının yanı sıra, 'Yanan bir sigara eşliğinde iskelet kafası' (1886) veya 'Agostina Segatori Cafe du Tambourin'de' (1887) ya da 'İrisler' gibi 'kült' eserlerini görebiliyor. Giderek yükselen bir heyecanla katlarla birlikte 'başyapıtlar'a doğru yükselen müzenin en üst katı olan dördüncü katta ise, ressamın 'Ayçiçekleri' (1889), 'Yağmur Bulutları Altında Buğday Tarlası' (1889) ve 'Ayakkabılar' (1886) gibi çalışmalarına 'kapılmak' mümkün olabiliyor. Ressamın dokuz otoportresine ev sahipliği yapan müzede, izleyiciler sanatçının 1882'ye inen yapıtlarıyla karşılaşırken, müzenin ikinci katına geri döndüğümüzde, Van Gogh'un ağabeyi Theo başta olmak üzere, dostları Emile Bernard ve Paul Gauguin'le yazışmalarına tanık olabiliyorsunuz. Kendi stilini arayış sürecinde özellikle Japon baskı sanatına ilgi duyan Vincent Van Gogh'a adanan müzede bunun dışında, sanatçıya adanmış oldukça kaliteli yayın ve tanıtım malzemelerini kapsayan bir mağaza da ihmal edilmemiş.

Ancak bu koşullar altında, müzeye yönelik ilgiyi taze tutmak ve müzenin yansıttığı küresel Van Gogh imajını bayatlatmamak adına yapılan proje ve sergiler de, yabana atılır gibi değil. Sözgelimi, çağdaş sanatın büyük bir saygı ve huşû içinde üstadı kucakladığı, onun orijinal işleriyle iç içe sergilenen, Henk Schut küratörlüğündeki "When I Give, I Give Myself" (Verdiğimde, Kendimi veririm...) adlı sergi, çağdaş sanatçıların Van Gogh mektuplarına gösterdikleri artistik ve entelektüel refleksi gözle görünür kılan bir tecrübe vaat ediyor.

Buğday Tarlası'ndaki Kargalar isimli tuvali.

2016 yılı Ocak ayı ortasına dek izlenebilen bu sergiye, yapıt ve ifadeleriyle, Hollanda'da yaşayan ve 2011 İstanbul Bienali'nden anımsanacak Türk asıllı sanatçımız Eylem Aladoğan başta olmak üzere, Maria Barnas, Michael Borremans, Hafid Bouazza, Constant Dullaart, Jan Fabre, Alicia Framis, Ryan Gander, Arnon Grunberg, Christian Jankowski, Anish Kapoor, Job Koelewijn, Nicole Krauss, Yayoi Kusama, Gabriel Lester, Navid Nuur, Rory Pilgrim, Cheng Ran, Viviane Sassen, Pilvi Takala ve Siri Baggerman, Simon van Til, Diego Tonus ve Wouter Venema katılıyor.

Bu sanatçılardan Aladoğan, sergiye sunduğu desende çıktığı bir çöl seyahatinin kendisinde bıraktığı izlenimleri, soyutlamacı bir anlayışla görselleştirirken, acele etmeyen, disiplinli ve merak yüklü üretim tarzı ile, Van Gogh'un 7 Ağustos 1883'te yazdığı mektubundaki şu sözünden ilham alıyor: "Kendimi telaşa vermemeliyim, bunun da faydası yok. Fakat sakinlik ve huzur içinde ÇALIŞMAYA DEVAM etmeliyim."

Bunun gibi, söz konusu sergide çarpıcı sayabileceğimiz bir diğer iş, Job Koelewijn'den geliyor. Eserlerine edebiyatı dahil etmesiyle tanınan sanatçı, Van Gogh yapıtlarıyla koyun koyuna denebilecek yerleştirmesi için, 2006 Şubat'ından bu yana her ne yapmakta ise ona devam ediyor: Yüksek sesle okuyup, kendini kayıt altına alıyor. Bu yöntemi bu kez dahil olduğu sergide "Relief" (Yardım / Nöbet değişimi) adıyla yenileyen sanatçı, müzeye, Van Gogh'un bütün mektuplarını (ki sayısı 902 adeti buluyor!) seslendirip, kayıtları da sergilemek suretiyle dahil oluyor. Sanatçının bunu yapmasına yol açan Van Gogh alıntısı ise (345. mektubundaki), şu cümleleri olmuş: "Ben bir ressamın resimden başkaca bir şey yapmaması lâzım geldiği, hatta gerektiği fikrini reddediyorum. Bunu diyorum, çünkü pek çok diğerleri, kitap veya başka şeyler okumanın bir vakit kaybı olduğunu düşünüyor; bilakis bana öyle geliyor ki, durum tam tersi. (...) kişi böyle olunca, daha çok, ve iyi netice ile çalışıyor."

Keza, gerçekten çok çeşitli ve düşünce yoğun işleri buluşturan bu başarılı sergideki Christian Jankowski imzalı çalışma da, hayatında (ve mektuplarında) orijinallik ve taklitçilik meselesine iyice kafayı yoran Van Gogh'un 20 Eylül 1882 tarihli bir başka mektup alıntısından (Salt bestecinin kendi bestelerini çalacağı gibi ağır ve sıkı bir kaide yok.- Van Gogh) hareket ediyor. Jankowski, İnternet kullandığı çalışmasında kendisini Van Gogh yerine koyarak poz veren kimseleri keşfedip, onların portre tuvalini yapan gizemli bir Çinli ressamla anlaşınca, ortaya sanatçının 'Van Gogh II' isimli projesinin neticesi çıkıveriyor. Üstelik, orijinal Van Gogh tuvallerinin olduğu, yüksek güvenlikli, milyonlarca gözün üstünde olduğu bir binada oluyor bu.

Müze yönetimi, bu koşullarda sanatta kendini ifadenin gelişim devamlılığı adına, halihazırda eğitim gören genç sanatçıları da teşvik edebilecek bir de programa imzasını atıyor. Buna göre, genç ve ümit vaat eden bir sanatçının ne anlama geldiği konusunda yüreklendirilen sanatçılardan, Van Gogh'un ağabeyi Theo'ya yazdığı mektuplardan yapacakları bir alıntı üzerinden birer sanat projesi önermelerini bekliyor. Bu önermeler, 22 Ekim 2015'e kadar Van Gogh Müzesi tarafından değerlendirmeye alınacak ve kazanan yapıt, Aralık ayından itibaren söz konusu sergiye dahil edilecek.

25 Eylül itibariyle Van Gogh ve Edvard Munch'u özgün işleriyle hem görsel, hem de sanat tarihsel ve entelektüel yönleriyle yan yana getirmeye hazırlanan Van Gogh Müzesi'nde ayrıca, engelli sanatseverler için de 'kapalı gişe' turlar düzenleniyor. Sadece gören gözlere, yürüyen zihinlere değil, bütün insanlığa Van Gogh tutkusunun rengi ve şiddetini 'bulaştırmayı' amaçlayan müzede özellikle görme özürlü sanatseverler için hazırlanmış, üç boyutlu özel Van Gogh tuvalleri reprodüksiyonları kullanılıyor. "Van Gogh'u Hissetmek" adlı bu proje uyarınca, sanatçının “Yatak Odası” ve “Ayçiçekleri” olarak bilinen klasikleri üzerinden üretilmiş "Relievos"lar tecrübe edilebiliyor. Bunun yanı sıra, müzeyi rehber köpekler ve uzmanlar eşliğinde, tüm özürlü bireyler de özgürce gezebiliyor.  

0
8551
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage