Elçin Ekinci ile Yazz Collective’deki Faar Art Space’de açılan “İçindeyim, Büsbütün Dışında” isimli sergisi, üretim süreci ve ele aldığı nosyonlar hakkında konuştuk.
Elçin Ekinci’nin, Yazz Collective’deki Faar Art Space’de açılan “İçindeyim, Büsbütün Dışında” isimli sergisi, bir hafta boyunca performatif bir süreç ile üretilen, mekâna özgü kurgulanan bir yerleştirme olarak karşımıza çıkıyor. Ekinci’nin araştırma konuları arasında yer alan varoluş, insan doğası, medeniyet, kent ve beden politikaları bu sergide, içsel bir yolculukla “öz”e dair, bireyin kendisiyle ve doğa ile ilişkisi üzerinden, zaman kavramının katmanları ve dairenin temsiliyetleri ele alınarak işleniyor. Sergide kullanılan gündelik objelerin organik yapısı ve mekânın biofilik tasarımı görsel ağlar oluştururken kavramlar da diyalog içerisine geçiyor.
Sanat pratiğinizde genellikle, varoluş, zaman olgusu, insan doğası, medeniyet, kent ve beden politikaları üzerine odaklanan bir sanatçısınız. “İçindeyim, Büsbütün Dışında” isimli serginizde bu kavramları nasıl ele alıyorsunuz?
Sergi, insan doğası ve düzenine ait kozmos, medeniyet kavramı üzerinden kurgulanmış anlam dünyası, var olan sistem içindeki yörüngelerimiz, tahakküm ve tekâmül, ontolojik olarak “zaman” ve dairenin temsiliyetleri arasında dolanan, bu kavramlar üzerine ürettiğim 2014 yılından bu yana devam eden bir seri. Bu sergi içinde devam eden sürecimden bir kesit diyebilirim. Seri, pergel ve ağaç dalı, kömür gibi çeşitli organik malzemeler ile mekânda performatif olarak “enso circle” pratiğine dayalı ürettiğim desen ve döngülerden oluşuyor.
Serginin dikkat çekici bir ismi var. İşlerinizin öznel bir ilişki ve iletişim yolu kurma olasılıklarını düşünürsek, bu yerleştirmenizin izleyicide nasıl bir etki bırakmasını istiyorsunuz? Ayrıca, bu ismin nasıl ortaya çıktığından da bahsedebilir misiniz?
Sergi ismini, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bergsoncu zaman anlayışı ile yazılmış “Ne içindeyim zamanın” isimli şiir dizelerinden referans alıyor. Şairin şiirindeki zaman algısının, sayılara, saatlere bölünebilen matematiksel lineer bir zamanın ötesinde, ruhun kozmosla birleşme arzusuyla yüklü olduğu ontolojik bir zaman olduğu söylenebilir. Tanpınar’ın zaman algısı ve anlayışının oluşumunda Henri Bergson’un etkisi büyük. Bergosoncu felsefî yaklaşıma göre, insan varoluşunun kaynağında bulunan asıl zaman, mekânsal ya da çizgisel zaman değil, içsel bir zamandır.
İçsel zaman (süre), döngüler, kozmosla insan ruhu arasındaki çekim gücü, tekâmül ve tahakküm, sistemin/döngünün ne içinde olmak ve ne de dışında olmak gibi kavramlar arasında dolanırken serginin ismi bu şekilde evrildi.
“İşlerin yada yerleştirmenin izleyici de nasıl bir etki bırakmasını istiyorsunuz” sorusuna dönersek belirli bir etki niyetinden ziyade araştırdığım, etrafında dolandığım, mesele edindiğim kavramlar üzerinden görsel zihinsel bir kolaj, sürecime dair bir kesit paylaşıyorum sergi ile. Referans noktalarımı paylaşıyorum ancak açık bırakmak daha anlamlı geliyor. İzleyicinin temas etmesi ile birlikte bambaşka dehlizlere geçiş yapıyor sergi.
Mekâna özgü üretilen enstalasyonunuz, performatif bir süreçle ortaya çıkıyor. Enstalasyonun merkezinde yer alan pergeller ise hem statik hem de dinamik bir duruş sergiliyor. 2014 yılından beri devam eden bu seriniz daha önce farklı mekânlarda sergilendi. Bu bağlamda, serinin evrildiği noktadan ve bu sergideki rolü hakkında bilgi alabilir miyiz?
Evet, seri en başından beri performatif bir süreçle evrilmeye devam ediyor. “Enso circle” pratiği ile tek bir el hareketiyle oluşturuyorum desenleri. Çemberi/deseni tamamladığımda geriye dönme veya değiştirme söz konusu değil. Bu sebeple yavaşlayıp, odaklanıp ana yoğunlaşmayı gerektiriyor. Serinin başından bu yana kömür, ağaç dalı, toprak, mürekkep gibi organik malzemeler kullanıyorum. Malzemede süreç ile dönüşmeye devam ediyor.
Burada yeni bir deneyim olarak, bir haftalık Artist Residency kapsamında mekânda konaklayarak ve buranın coğrafyasında vakit geçirerek desenleri ürettim. Yazz Collective’in müthiş doğası ve galeri alanı bir hafta boyunca atölyem oldu. Süreç içinde desenleri oluşturmak günlük zihinsel bir egzersiz, meditatif bir pratik oldu.
Çıkan üretimler ile birlikte sergi için, bu bir hafta içinde biriktirmiş olduğum anların performatif bir kesiti de diyebilirim.
Sergi mekânı, biofilik bir atmosfer sunuyor. Doğal yapı, mimari oluşum ve enstalasyon dengeli bir diyalog içerisinde konumlanıyor. Üretim sürecinizde mekânla kurduğunuz ilişki ve deneyiminizi aktarabilir misiniz?
Üretim ve sergi sürecinde, mekân ile bağ kurmayı, birbiri içinde yer almasını ve birbirini içinde barındırmasını, etkileşimi önemsiyorum. Bu sergi içinde tüm karakterlerin bütünsel bir diyalog oluşturması serginin önemli bir katmanı.
Fahrettin Aykut ve Yazz Collective’in davetleri ile gerçekleşen bu sergi de, Fahrettin Bey, Faar Art Space galeri alanını paylaştığında özellikle mekân ve üretim etkileşimi açısından çok heyecanlandım. Fahrettin Bey’in mekânı tasarlarken hiç müdahale etmeden bıraktığı ve galeri mekânını etrafına ördüğü dev kaya ve ağaç çok etkileyici. Kaya o kadar güçlü bir karakter olarak galeri alanının ortasında konumlanıyor ki birlikte nasıl dengeli bir diyaloga geçebiliriz en başından beri zihnimde dönmeye devam etti. Kayanın hemen yanında diyalog içinde desenleri oluşturmak çok keyifli bir deneyim oldu. Birlikte, çok sesli bir koro...
Çok disiplinli bir üretim anlayışınız var. Malzeme kullanımlarınızda da bir o kadar çeşitlilik görülüyor. Genel olarak malzeme seçimlerindeki yaklaşımınız ve bu sergideki tercihleriniz hakkında bilgi alabilir miyim?
İşlerim, genelde araştırma tabanlı ve süreç üzerinden şekilleniyor. Bu düşünme sürecinde de desen, heykel ve fotoğraf-video gibi proje bazında ihtiyaç hissettiğim malzeme üzerinden farklı medyumlar kullanıyorum.
Bu seri ekseninde ise pergel, medyumlar ve günlük yürüyüşlerimde topladığım, biriktirdiğim ağaç dalı gibi çeşitli malzemeler kullandım. İşler, mekânda performatif olarak “enso circle” pratiğine dayalı tek bir el hareketi ile ortaya çıkan desen ve döngülerden oluştu.
Son yıllarda belli dönemlerde, farklı ülkelerde yaşadığınızı biliyorum. Bu aslında sizi bir açıdan göçebe yapıyor. Bu sergi için İngiltere’deki evinizden ağaç dallarını buraya getirdiniz ve Yazz Collective’deki ağaç dallarıyla harmanlayarak, katmanlı bir coğrafya oluşturdunuz. Araştırma konularınız arasında yer alan doğa ve insan ekseninde, coğrafya üretiminizi nasıl etkiliyor?
Katmanlı coğrafya harika bir tanım. Coğrafya ile etkileşim ve süreç üretimlerimde her zaman belirgin katmanlar.
Ve yürümek! Pratiğimin görünmez başka bir katmanı diyebilirim. Bulunduğum coğrafyayı ve dinamiklerini en iyi sokağın sesi içinden geçerek algılayabiliyorum ve birleştirebiliyorum. Yürürken topluyorum ardından bir nevi zihinsel bir kolajlama ile bir araya getirmek ve ağlar örmek, anlamlandırma yolumda çalışmalarıma dönüşüyor genelde. Bu sergi kapsamında da işler aynı pratikle bir araya geldi.
Serginizin meditatif bir tarafı var. Toplumsal yaşamı oluşturan düzen, denge, değişim ve tekâmül gibi kavramlar serginizde sezgisel bir anlatıyla karşımıza çıkıyor. Bu noktada hangi felsefi kavramlardan beslendiğinizi öğrenebilir miyiz?
Bu işler ekseninde ağırlıklı olarak Bergson ve Zen felsefesi- Enso Circle pratiği etrafında dolandım…
Bergson felsefesinde zaman demek, “süre” (durée) demektir. Süre, onun bazen matematiksel, bazen de çizgisel olarak adlandırdığı dünyevî zamanı da yutan, ardışık olmayan ve parçalanamayan “içsel bir zamanı” temsil eder. İçsel olmayan zaman, insan doğasının madde üzerinde “zamanı mekânsallaştırmasıdır”. Süre (durée) ise, zamanın özü ve her türlü yaratıcı tekâmülün mayası olarak düşünülebilir.
Bergson’a göre; ölçülen çizgisel zaman hareketsiz, içsel zaman (süre) ise hareketlidir. Çizgisel zaman, hazır, dolayısıyla tamamlanmış bir şeydir, süre (zaman) ise “bir oluş hatta daha da ötesi her şeyin olmasını sağlayan şey”dir. Zen felsefesinde Ensō ise; mu’ya (mu; Zen Budizmi’nde yokluk, boşluk ya da hiçliği tanımlamak için kullanılmakta olan bir ifadedir.) her şeyin başlangıcına ve sonuna, varlığa ve yokluğa, boşluğa ve doluluğa, yaşam döngüsüne ve varoluşun bağlantılılığına atıfta bulunur.
Bu kavramlar ve Foucault’nun özne-iktidar ilişkisi ekseninde insan doğası, medeniyet gibi kurgulanmış anlam dünyası ile akışta olan kozmos içindeki yörüngelerimiz, gezegenler gibi birbirimize çekilmemiz, itişmelerimiz, kesişmelerimiz, tekâmül sürecimiz gibi ontolojik sorular etrafında dolandım.
Sergideki işler altı bağımsız parçadan oluşmakla beraber bir bütünü oluşturuyor. Özneyle varoluşsal bir ilişki içerisinde olan beden, doğa, hafıza ve medeniyet kavramlarını düşündüğümüzde nasıl bir iktidar alanı ortaya çıkıyor?
Bu noktada Foucault’nun özne-iktidar ilişkisi…
Foucault’ya göre özne bireyden farklıdır ve içinde bulunduğu toplumun, medeniyetin disiplinci ve düzenleyici politikaları tarafından ehlileştirilmiştir ve tasarlanmıştır. Bu noktadan hareketle modern toplum içerisinde kendisini özgür bir karar veren olarak gören “özneleşmiş” bireyin aslında iktidar tarafından nasıl bir sarmal içerisinde yeniden üretildiği, özneyi özne konumuna getiren iktidar katmanları düşünülebilir mi?
Son olarak, devam etmekte olan serinizin yanı sıra, yeni projeleriniz varsa bahsedebilir misiniz?
Bir yıl kadar önce İngiltere’ye taşındım. Öncesinde de Sidney’deydim. Yaklaşık üç yıl kadar bir süredir göçmenim. Bu dönem içinde heyecan verici yeni bir tecrübe olarak ebeveyn, anne olma deneyimi ile de tanıştım. Bu üç yıl, inanılmaz yoğun, birikimli, heyecan verici, dönüştürücü bir süreç oldu benim için.
Ve şu ara yoğun bir şekilde atölyemdeyim. Tüm süreci önüme serdiğim “kendime ait oda”mdayım.
Heykel ve desenlerden oluşan yeni bir günce-seri üzerinde çalışıyorum. Seri; köklenme, aidiyet, beden politikaları ve ebeveyn olma deneyimi ile örtük hafızamdan imgelerin su yüzüne çıkmasıyla birlikte eril ve dişil beden ile kurduğum ilişkinin dönüşmesi gibi kişisel tarihimden, güncel sürecimden beslenerek ilerliyor.
Sergi, 11 Eylül tarihine kadar Yazz Collective’de bulunan Faar Art Space’de görülebilir.