Mehmet Aksoy, Türkiye’nin yaşayan en eski heykeltıraşlarından. Kendisi, Kars’ta yaptığı ‘İnsanlık Anıtı’ ve bu anıtın hükümet tarafından yıkılma girişimiyle yeniden gündeme geldi. Anıt yıkıldı, sanatçı üretimlerini bir bölümünü sergi alanına çevirdiği Böcek Ev’de sürdürüyor.
İçeri girdiğimizde devasa Böcek Ev’le, restrospektif sergi diyebileceğimiz kadar sanatçının geçmişten bugüne yaptığı heykellerin bulunduğu büyük bahçeyle ve tüm bunların önünde yer alan ve bu yapıya bir mermer atölyesi izlenimi veren vinçle karşılaşıyoruz. Üzerinde şu yazıyor: Taş Taşırım Laf Taşımam
Mehmet Aksoy’un ‘kavramsal sanat işi’ dediği bu vinç ve üzerindeki yazı Polonezköy’e gelen piknikçilerin dikkatini çekiyor olsa gerek, sanatçı özelikle yazın, atölyenin çok sık ziyaret edildiğini ve insanların ‘’kapı neden kapalı’’diye kızdıklarını söylüyor. Kamusal alanda çalışmaya açık bir heykeltıraş olarak Mehmet Aksoy insanların bu merakından memnun, kapısı ise herkese açık.
Heykele, ilkokul hocasının desteğiyle başlayan sanatçı o zamanlar ‘Akademi’ olarak bilinen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girer. Resim ve heykel olmak üzere iki bölümün sınavına giren Aksoy, Akademili olur. Mehmet Aksoy’un heykele yeteneğini keşfeden de Şadi Çalık olmuş. O dönemde yetenek, bir işin birebir aynısının yapılabilmesiyle de ölçülebiliyor. Mehmet Aksoy, bir Venüs heykelinin aynısını yaptığında Şadi Çalık ona heykeltıraş olması için tüm desteği veriyor. Mehmet Aksoy, bir şeyin ne zaman heykel olup ne zaman olmadığını da Şadi Çalık’la birlikte çalışmalarından öğrendiğini belirtiyor. ‘’Bir figür anlam kazanmaya başladığında ışıklar öyle düşer, o zaman olur’’ diyor.
Sanatçı soyut çalıştığını söylerken, soyutun bugün daha da soyutlandığını belirtiyor. ‘’Günümüzde insanlar anlam düşmanı olmuş. İnsani özellikleri kovaladılar sanattan’’ diyor Böcek Evi’n içinde, mermer masadaki sohbetimizde. Kendisini güncel sanatçı olarak görüp görmediğini sorduğumda ise, “sanat hiçbir zaman güncel olmamıştır. Sanat, bir zamanı yakalayıp tüm zamanlara mal edebilmektir. Bir kişiden, bir noktadan kişilere ulaşmaktır”cevabını veriyor. “Benim bir lafım var. Tek gibi ben gibidir. Kendimi bulma macerasıdır sanat aynı zamanda.”
Güncel sanatta disiplinler ve kategoriler ortadan kalkıyor. Heykel yapıyor olmaya karşı çıkmak değil derdim, fakat düşüncenin ön planda olduğu bir dönemdeyiz, malzemeyi fikir belirliyor. Bu konudaki düşüncelerini soruyorum kendisine, kendi malzemesini nasıl ve neye göre seçtiğini merak ediyorum. Mehmet Aksoy, sanatı bir üst yapı kurumu olarak belirliyor. Bu yapının, olup bitenin yansıması olduğunu kabul ediyor. İşlerini şekillendiren de bu. Figüratif formlarla çalışan sanatçıya göre, yeni form arayışlarının sonu gelmeyecek. Kendisi, heykele ve forma dair birçok şeyi yıkmış, dünyaya bu gözle bakma konusunda kendisini eğitmiş. Güncel sanatın dert ettiği meseleleri dert edinmiyor; heykelin ne anlattığı, hangi öyküyü veya olayı nasıl somutlaştırdığı daha ön planda onun için. Brancusi’den, Richard Serra’dan söz açılınca, evet onların, o dönemde olanların farkında Mehmet Aksoy, fakat daha farklı bir yolu seçmiş.
Üniversiteden sonra, 70’lerin sonunda iki yıl Londra’da kalmış. Kavramsal sanatın en hararetli dönemlerinde bu alanı anlamaya çalışmış, fakat benimsememiş. O döneme dair şunları söylüyor Aksoy:
“Kavramsal sanatı anlamaya çalıştım. O dönemde Royal Academy of Art’a gittim, orada bir hoca işlerimi çok beğendi ama artık böyle bir eğitim vermediklerini söyledi. Atölyeye girdik, boş bir atölye. Ortada ip gerilmişti, kağıt parçası, altta bir tabak. Duvarda ‘orange’ yazıyordu. Bizim atölyelerimiz bu, dedi heykel bölümü hocası.”
Kamusal Alan ve Heykel
Mehmet Aksoy büyük ölçekli işler yapıyor. Çoğu heykeltıraş gibi işlerini kamusal alanda sergiliyor. Geçmişte bu konuda yaptığı çalışmalardan biri, Berlin’deki Kunst am Bau’da sosyolog, sanatçı ve sanat tarihçileriyle bir araya gelerek mekanın içeriği ve heykelin mekanla ilişkisi üzerine çalışmışlar.
Mehmet Aksoy’un son dönemlerde yaptığı işlerden İnsanlık Anıtı üzerine konuşuyoruz. “Dönemin Kars valisi Kars’ı heykellerle donatmak istiyor, Ermenistan’la olan sınırın açılmasını istiyor. Bunun Kars’a iyi olacağını düşünüyor. Ermeniler tarafından yapılan anıtların kan davasını körüklediğini düşünüyor. Ben ise, savaşı kimin çıkardığıyla ilgilenmiyorum, o anıtın barışı sembolize etmesini istedim.” Daha sonra Kars’taki heykelin yıkımına hep beraber tanık olduğumuz bir süreç başlıyor.
Bu heykel de, sanatçının diğer heykelleri gibi birçok hikayeyi barındırıyor içinde. Mehmet Aksoy’dan dinliyorum. “Burada bir insan var, ikiye bölünmüş. Aslında çok düz hatları olan bir heykel bu fakat diğer taraftan bu ikiye bölünmüşlüğün arasında, insana dair formlar var. Diğer tarafa uzanan bir dostluk eli var. Öte yandan, heykelin aşağı inen tarafında her şeyi gören bir göz. İşte bu heykel, oradaki dostluğun simgesi olacaktı.”
Bahçedeki diğer heykeller de insanlık tarihine ve mitolojiye referansla yapılmış. Kayıp anneleri, Nelson Mandela, işçi heykeli, Kibele formunda bir heykel ve büyüklü küçüklü heykeller arasında ilerlerken, cam ve mermerden yapılmış Böcek Ev’den ayrılıyoruz.