Videodan yerleştirmeye, dokuma/halıdan fotoğraf ve performansa Gülçin Aksoy’un çeşitli mecralarda ürettiği son dönem çalışmalarından oluşan “Koro” başlıklı sergisi, 5 Eylül’den itibaren Galata Rum Okulu’nda sanatseverlerle buluşacak. Aksoy bu sergisinde, otobiyografik çerçevede hemen yanı başındaki kişi ve mekânlardan yola çıkarak dünün/bugünün kurumsal “norm”larını aile, cinsiyet, ahlak, toplumsal sınıf, devlet, resmi ideolojiye yönelik göstergeler aracılığıyla ele alıyor.
1993 yılından itibaren Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Öğretim üyesi olarak çalışan ve Halı Atölyesi’ni yürüten Gülçin Aksoy ile yeni sergisi “Koro” vesilesiyle bir araya geldik. Serginin temelini oluşturan koro metaforu, kurumsal normları otobiyografik çerçevede işleyişi, sergi hazırlık süreci ve Halı Atölyesi’ni konuştuk.
İlk olarak “koro” metaforundan başlamak istiyorum. Koro, ele aldığınız konuda nelere vurgu yapıyor, neye dikkat çekiyor?
Yaşam biçimine, yaşama müdahaleye, yaşama katkıya vurgu yapıyor. Hayatını aynı zamanda akademisyen olarak okulda geçirmiş, hâlâ haftanın yarısından fazlasını okulda geçiren biri olarak, bir tarafı resmiyete bağlanan bir çeşit yaşama biçimine dokunabilmeye, yüzleşmeye denk geliyor.
Benim kuşağım ya da bende iz bırakan okul anılarının bir kısmı korolarda geçiyor veya kendimden yola çıkışla yaşanan birçok toplumsal travma veya travma izleri korolarda öyle veya böyle görünür hâle geliyor. Koro fikri, topluluklara, toplulukların evrilme veya manipüle edilme şekillerine dokunabilmek için kullandığım hem de sevdiğim bir metafor. Koro olma hâli veya korolaştırılma hâllerimiz bir koroyu izlerken değil de daha çok yaşam içerisinde karşıma çıkıyor sanki. Toplumsal yaşamda bir araya gelme şekillerimiz, yan yana veya karşı karşıya durma hâllerimiz, bir araya gelip inisiyatif alarak sivil haklarımızı savunabileceğimiz toplumsal örgütlenmeler yerine korolaşmalarda vücut buluyormuş gibi. Bu alandaki açıkları kapatma görevi korolara verilmiş sanki. Birlikte hareket edebilme kapasitemiz veya tek başına güruhla mücadele edebilme veya uyum sağlayabilme kapasitemiz bizim tuhaf korolarımız. Hatta tüm dünyanın tuhaf koroları artık. Bir çeşit yaşadığımız coğrafyadan yola çıkışla dünya üzerinde var oluş biçimimize kadar uzanan tipik insanlık hâlleri diyelim. Bugün, şimdi yuvarlak olan dünyada yaşadığımız veya izlediklerimiz karşısında takındığımız tavırlar, insanlık hâlleri….
Birçok kelimeyle yan yana geldiğinde anlamlı olan “koro”nun özellikle hangi anlamına eğildiniz?
“Koro”nun tek başına imlediği en belirgin anlam topluluk olma hâli. Koro çokluk içeriyor. Sadece bir araya gelip şarkı söyleyenleri değil de, hareketi, rol yapmayı da dahil eden korolara meyilliyim. Böylelikle bir araya gelen topluluğun işaret ettiği, edebileceği “çokluk” ile. Çokluk topluluktan daha ürkütücü bir kavram. Kontrolü zor fakat idare edilesi... Korolar çokluğun kontrollü ve amaçlı bölümünde yer alıyor. Modernleşen dünya ile ideolojilerin inşasında daha da kullanışlı olmuşlar. Öte yandan insanı sağaltan haz veren topluluk olma, bir olma hissiyatlarını taşımışlar. Protest olanları da olmuş. Bugün sanki bir araya gelemeyişler, tahammül edemeyişler dünyasında yaşıyor yine de hep bir ağızdan şarkılar söylüyor, sözler sarf ediyoruz. Hâlen nasıl bir araya geliyoruz? Geçmişteki bir araya gelişlerle bugünkü bir araya gelişler arasındaki bağlantı veya kopuş gibi, siyah beyaz bir aradalıklar ile çok renkli olanlar arasındaki bağ gibi çokluğa dayalı dertlerim var. Yani mesele bir arada ve tek başına yaşayabilmekte.
Dünün ve bugünün kurumsal normlarını, otobiyografik bir çerçevede ele alma nedeniniz nedir?
İnsan doğal olarak yaşadığından yola çıkıyor. Özel olarak otobiyografik bir yaklaşım belirlemedim aslında. Elimde olana, daha kolay ulaşabildiğime ulaştım. Bu soruya “pratik nedenlerle” diye cevap verebilirim. Müdahale edip, dönüştürebileceğim veya kullanabileceğim en kolay malzeme kendimim. Yıllar sonra bir süredir bağlarımı zayıflattığım büyüdüğüm çevreye döndüm. Ya da yolum tekrar düştü. Gördüklerim, büyürken yaşadıklarımın aynı-değişmeyen mantıkla dönüştürülmüş kitch kopyalarıydı. Her yer tarihin düz anlatımının düz ve ucuza getirilmiş görüntüleri, heykelleri ile dolmuştu. Yeni yetme çağımın neredeyse tamamının geçtiği spor salonu bile panoramik müze olmuştu. Bu karşılaşmalar başlangıçta beni hayrete düşürdü. Kendimi alamayıp kazımaya devam ettikçe bu görüntülere hem bağlandım hem de gittikçe dozu artan bir kızgınlık sahibi oldum. Bu dilin nasıl olup ta tekrar tekrar yeni sürümlerine hâlen tabi olmaya devam edişimizi şaşkınlıkla izliyor ve sinirleniyorum. Kendimize yaptığımız haksızlıklara inanamıyorum. Derken buradan üretilen inanılmaz, naçar bir “sahte kültürü”n bu denli gerçek kılınabiliyor olmasına, inanılmaz sayıda izleyici ve inançlı bir kitle bulabiliyor olmasına, kullanılan araçlarla oluşan tuhaf çarpık estetiğin sunduğu bakış açısına şaşırmama şaşırıyorum. Hatta bu estetikten kendi adıma medet ummaya bile şaşıyorum. Derken tüm bunların peşinden gitme inancımı yitirmiyorum. İnşa edilen bu şeyin “ne”liği üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. Otobiyografik yaklaşım, geçmişim veya şu an yaşadığım alan içerisinde kendimi bir araç hâline getirdiğim için sekteye uğruyor bence. Orada bir “ben” değil de koro var diye düşünüyorum. Benden yola çıkan bu şeyler, birçok kez kendi yağımla çözebildiğim yani sponsorsuz, eş dost desteği ile yaptığım birçok iş daha sonra kurgusal bir alanda dans ediyor. Bir kişi değil ama birçok kişinin yani toplulukların koroların yaşamına dokunabiliyor.
Üretim sürecinde sizi besleyen duygu ve düşünceler nelerdir?
Üretmek ya da sanatsal fikre sahip olmak, benim için bir yaşam biçimi. Zaten dünyaya kendinizi oluşturduğunuz formatta bakıyorsunuz. Üzerine yoğunlaştığım belli kavramlar var. İster istemez yaşantım içerisinde onlara bağlanıyorum. Aklımda bir fikir ya da bir mesele taşımadığım bir an var mı bilmiyorum. Hele de bu coğrafyada yaşarken aklınızın boş kalması gibi bir şansınız olmuyor. Allahtan meselelere ironik yaklaşmak gibi bir tarzım var da çok karamsar hâllere düşmüyorum. Düşmek gerektiğini de düşünmüyorum. Doğrusu insanlık tarihi her zaman berbattı. Sonuçta dünyaya buralardan bakınca üretmek bir refleks hâlini alıyor. Elbette her zaman nesne ya da sanat işi üretmiyorsunuz. Düşünce fikir, tartışma vs.. Sorular sormak, soru sahibi olmak önemli. Belki de bunların tamamı sanat işidir. Elimdeki nesneye yabancılaşmak, bilindik kavramlara yabancılaşmak gibi… Tam olarak ifade edemem ama sanırım elimdeki nesne ya da fikre yabancılaşmakla başlıyor mesele. Sorular çoğalıyor, yanıtlar zaten geçici. Süreç evet süreç... Etkileşim devam ettikçe kafa karışıklığının artması ve buluşulan en tuhaf noktada durmak diye gidiyor.
Sanatsal üretim sürecinizde, akademik ve sanatçı kimliğiniz birbirinden nasıl besleniyor?
İkisini birbirinden ayırmıyorum. Hocalığım sanatçı kimliğimin parçası veya tam tersi. Sürecin tamamı sanat yapmak benim için. Kimi öğrencilerimle birlikte kimi tek başına fakat her zaman etkileşimli bir yaklaşımım var. Yıllardır Halı Atölyesi’ni üretiyorum, üretiyoruz. Öğrencilerle birlikte, en azından içeride hiyerarşik olmayan ürettiğimiz bir mekânda, ihtiyaçlar nereye götürürse oraya odaklanarak. Hocalığı her zaman çok sevdim. Zira hocalıkla sanatçılığı birbirinden ayıran ve hocalığı sıkıntılı hâle getiren o süreçlerin bana bulaşmasına izin vermedim. Hepsi sürecin parçasıydı, hâlen de öyle. Hocalığımı vesile olmak diye değerlendiririm. Karşılıklı birbirimize vesile oluruz. Öğrenci yararına elimden geldiğince pozisyonumu değerlendiririm.
Sergi fikri nasıl ortaya çıktı ve nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Yıllar boyu okurken yazarken üretirken, hep takıldığım aklımın bir köşesinde dönen kavramlarım oldu. Koro bunlardan biri. Zaman zaman bir görüntü bir kelime bir olay bunlardan birine bağlanabiliyor. Sanırım ilk koro işimi 2000 senesinde, “Yerli Malı” sergisi için yapmıştım. Sonra belirli aralıklarla bu bağlamda işler yaptım. Bu sergi aslında bir üçlemenin parçasıydı. Biri 2017’de Kasım ayında yaptığım, Zilberman Galeri Proje Alanı’nda gerçekleştirdiğim “A”, diğeri Perşembe Pazarı’ndaki atölyemde gerçekleştirdiğim “Sevdiğim Aile Mezarlığı” adlı oldukça kapsamlı eş zamanlı iki kişisel serginin üçüncü ayağı olarak planlamıştım. Fakat zaman ve yer ayarlamasının tutmaması nedeniyle bu sergiyi boşlukta bırakmış, diğer ikisini açmıştım. Derken Rum Okulu’nda sergi yapmak gündeme gelince hemen hazırlıklara giriştim. Rum Okulu “Koro” konsepti için çok uygundu. Zaten var olan ve yeni işlerle birlikte yeni bir kurgu gerçekleştirdim diyebilirim. Bu sergiye özel yapmakta olduğum işlerden biri olan Koro Şefleri Korosu aslında ilk versiyon olarak görülecek. Fırsat ve olanak bulabilirsem daha da genişletmek istediğim bir projenin ilk aşaması olacak. Çok yoğun, hiç durmadan çalıştığım bir yıl geçirdim ve hâla durmadan çalışıyorum. Sanırım üretim ve deneme süreci son ana kadar devam edecek. Açıkçası benim için bile sürpriz olabilecek bir sergi olacağını düşünüyorum.
Çalışmalarınızda, ele aldığınız konu ve formlarla kurduğunuz ilişkiden bahseder misiniz?
Medyumun dili hep önemliydi. Bu dili okumaya çalışırken düşünceye, düşünceden fikre ve ona hizmet edecek formu belirlemeye giden karşılıklı değiş tokuş ilişkisi söz konusu. Bazen bir sözcük veya cümleden imgeye geçiş... Mesela iki gündür aklımda “Ağlayan Klarnet” ve onun çağrıştırdıkları var. Büyük olasılıkla sergideki Yurttan ve Cihandan Sesler Korosu’na bağlanmayacak fakat biliyorum ki bu iki sözcüğü bir süre taşıyacağım.
Halı üretim atölyeniz ve buradaki çalışmalar, ele aldığınız konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor?
Halı Atölyesi, herkese kapısı açık olan güncel üretim alanı. Sergideki koroların görünmeyen arka planı. Tüm bu korolar kritik eder, ürkütür, hatırlatır… Halı Atölyesi işleyen bir saat gibi arka planda konuya bağlanır. Eğlencelidir, paylaşımcıdır. Ortak çalışma alanları, tezgâhları vardır. Yine de sinsilik ve samimiyetsizlik dışlanır. Bu sergi halı atölyesindeki paylaşımımız sayesinde, orada yaşayan birçok kişinin iş birliği ile gerçekleşiyor. Bağımsız bir sanatçı için sergi açma koşullarının bu denli zorlaştığı şu zamanlarda, diyebilirim ki böyle bir sergi ancak Halı Atölyesi ruhu ile yapılırdı.
Gelecek projeleriniz arasında neler var?
Gerçekleştirme vaadinde olduğum birkaç proje ve katılacağım sergiler var. Fakat asıl önemli olanı Halı Atölyesi ve epeyce uzun yıllara dayalı sanat pratiğime dair bir yayın hazırlamayı düşünüyorum. Ayrıca fırsat bulursam öğrencilerim ve asistanlarımla bir sergi yapmayı planlıyorum.