Mimari ve görsel sanatları bir arada harmanlayan Ömer Pekin’in “The Uncanny. The Real. The Epiphany – Tekinsiz. Gerçek. Tezahür” adlı sergisi geçtiğimiz günlerde sanatseverlerle buluştu. Versus Art Project’in ev sahipliği yaptığı sergi, Pekin’in mimari unsurlara yaptığı görsel müdahalelerden oluşuyor.
Mimari yapıların birbirlerinden farklı ve hiç alışık olmadığımız formlarda karşımıza çıkmasının pek çok nedeni var. Bunlara örnek olarak mimarlık ve tasarım eğitimine verilen önemin artması ve internetin gittikçe yaygın olarak kullanılır hâle gelmesi, her gün daha gelişmiş özelliklere sahip telefonların ve bilgisayarların üretilmesi verilebilir. Sanatçıların yaratıcılığı ve hayal gücü bu gelişmelerden besleniyor ve her gün birbirinden farklı çalışmalar üretebiliyorlar. Bu çerçevede mimar olmasının yanı sıra, sanat alanında da üretim yapan Ömer Pekin’in 10 Mayıs’ta Versus Art Project’te açılan “The Uncanny. The Real. The Epiphany – Tekinsiz. Gerçek. Tezahür” adlı sergisi göze çarpıyor.
Sergide Ömer Pekin’in üzeri boyalı metal kullanarak yapmış olduğu heykelimsi çalışmaları elektrik motorlarla bir araya geliyor. Sanatçı, “obje” kavramına önem atfederek, sergi içerisinde sanatçıyı ve izleyiciyi eşit konumda görüyor. Sergi, ilhamını Graham Harman’a ait Object- Oriented Ontology: a New Theory of Eveything kitabından alıyor. “... mesele –esirgenmiş, erişilmez, gizlenmiş olan- gerçek obje ortadan kaybolurken, niteliklerinin görünür, erişilir ve daima meydanda olmasıydı” diyen Harman, bu olguyu Homeros’un “şarap koyuluğundaki deniz” metaforuyla birleştirir ve ortaya “dolaylı nedensellik” çıkar, yani objelerin birbirlerine olan temasını sorgular. Ömer Pekin, Harman’ın düşüncelerinden de hareketle bu sergide “painterly object” kavramını ortaya atıyor. Bu kavramları “resimsel etki yaratan desenleri üç boyutlulaştırarak obje hâline getirmek” olarak tanımlıyor.
Ömer Pekin’in Versus Art Project’teki sergisinde yer alan çalışmaları, kilisenin iç yapısını anımsatacak şekilde yerleştirilmiş. Galerinin merkezinde olmak üzere sağdaki ve soldaki odalarda koyu yeşil, lacivert ve mor renge sahip, sanatçının metal kullanarak yapmış olduğu, herhangi bir objeyi hatırlatmayan heykelimsi yapıları bulunuyor. Bu yapılar bir kaidenin üstünde tam zemine değmeyecek şekilde duruyor. Ömer Pekin, bu durumu serginin “Tekinsiz (The Uncanny)” başlığı ile bağdaştırıyor. Galerinin merkezinde yer alan heykel ise içe doğru çökmüş, daire şeklinde bir yapıya sahip. Bu yapının bir kısmı su ile dolu ve yapının alt kısmına yerleştirilen tek bir motor ile titriyor, böylelikle suyun üzerinde bir patern oluşuyor. Ortada bulunan bu yapı ve odalardaki heykeller arasında hayali bir aks söz konusu. Sanatçı bu aksın ve mimari düzenlemenin özellikle planlı bir şekilde yapılmadığını, bunların sergiyi dijital ortamda tasarlarken ortaya çıktığını söylüyor. Tekinsiz objelerin tanımlanmış bir sergileme alanında bulunuyor olması onları tekinsizliklerinden kurtarabilir mi? İzleyiciler bu objelere bir anlam yükleyebilir mi? Bu konuda Ömer Pekin “spekülatif realizm” kavramına değiniyor. Bu da her izleyicinin kendi doğrularına sahip olduğunu ve objeyi de bu doğrular üzerinden algıladığını söylüyor. Bunun sonucunda ise “Tezahür (The Epiphany)” ortaya çıkıyor. “Gerçek (The Real)” ise bu tekinsiz objeye izleyicinin anlam yükleyebileceği veya yükleyemeyeceğini anlamış olması gerçeği.
Sağdaki odada ise sanatçının daha önce Code Art Fair’da sergilenen çalışmalarından iki tanesi bulunuyor. Bu çalışmalar duvara yerleştirilmiş dikdörtgen boyutlarda bir yapının üzerine daha küçük ölçüde dörtgenler yerleştirilerek ortaya çıkan birer duvar heykeli. Bu yapıların izleyiciye yakın olan kısmı ise dikdörtgenlerin içerisindeki motor aracılığıyla titreşim yayıyor. Bu titreşimi hissedebilmek için izleyicinin bu duvar heykeline dokunması gerekiyor. Böylelikle dokunma duyusu harekete geçiyor. Dokunmanın yalnızca el ile olması gerekmiyor, izleyici kulağını da dayayarak titreşimi hissedebiliyor. Serginin geneline hakim olan objenin, başka bir objeyle ve izleyiciyle olan ilişkisi burada tam anlamıyla ortaya çıkıyor. Sergideki her bir çalışmayı birer mimari eser olarak gören Ömer Pekin sergisinin geneline dair “Bunun neresinde sanat başlıyor?” sorusunu soruyor.
“Bu bir mimari tasarım ise, aynı zamanda da bir sanat eseri midir? Sanat nerede başlıyor?” gibi sorular soran sanatçı, Versus Art Project’teki sergisinde de izleyicilerin bu soruları sormasını ve algılarını açmasını bekliyor. Pekin’in yaptığı işlere hakim olan mesele de bu: Mimari bir eserin bir sanat olarak ya da olmayarak izleyici tarafından nasıl algılanacağı. Sanatçı bu meseleyi ele almak amacıyla dört tane birbirinin aynısı olan ya da aynısı gibi görünen çalışmayı duvara yerleştirmiş. Çalışmalara bakıldığında formlar birbirinin aynısı ama her biri farklı açılardan yerleştirildiği için farklıymış gibi duruyor. Buradaki soru ise bu çalışmaların her biri tek ve eşsiz midir, yoksa birden fazla olması dolayısıyla her biri birer edisyon mudur? Bu soru çok bilinmeyenli bir denklem içerir ve denklem çözülemediği için yapılan işlemler sonuçsuz kalır. Dolayısıyla hiçbir işlemin sağlaması yapılamaz.
Soldaki odada ise bizi bambaşka bir yapı bekliyor. Bu odaya ‘U’ şeklinde fazladan bir duvar eklenmiş. Duvar küçük boyutta daireler oluşturacak şekilde delinmiş. İki duvar arası ise dar bir koridor var. Koridorun sonundaki geniş alanda ise duvar delinerek oluşturulan yuvarlaklardan galerinin iç kısmı görülebiliyor. Bu odada ayrıca iki tane duvar heykeli de bulunuyor. Bu heykellere farklı ışıklar ve farklı şekiller yansıtarak onları dijitalleştiriyor. Sanatçı bu çalışması hakkında “Sergide üzerinde herhangi bir desen olan objelerin hepsi benim mimarideki cephe tanımlamalarım ve bu konu üzerindeki araştırmalarımdan ötürü gelişiyor. Bunlara abstrakt olarak pencere ya da açıklık gibi de bakabiliriz.” diyor.
Duvar heykellerine farklı şekillerin yansıması, tekinsiz ve havada duran objeler, duvarın ötesini görebiliyormuş hissi yaratan delikler ile sanatçı bizi bu odada tam anlamıyla dijital bir dünyanın içine sokuyor. Gerçek bir ortamda, dijital bir dünya yaratan Pekin, burada yine izleyicinin algısıyla oynuyor. İzleyiciden önce nesneleri algılamaya çalışmasını, kendi doğrularını yaratmasını ve gerçeği ortaya çıkarmasını bekliyor. Böylelikle her izleyicinin kendi doğrusunun spekülatif bir biçimde dijital dünyanın akışında birbirine karışması serginin başarıya ulaşmasını sağlayacaktır.
Bu odadan çıkıp soldaki koridordan yürüdüğünüzde ise karşınıza küçük boyutlarda Kopenhag’da sergilenen heykellere benzer yapılara sahip ve içinde yine motor bulunan duvar heykelleri çıkıyor. En sonda ise bir video enstalasyon çalışması var. Bu video enstalasyon daha önce Hasköy Yün İplik Fabrikası’nda sergilenmiş. NonCorrelated isimli bu videoda sanatçının kendi yazdığı yazılımlar aracılığıyla oluşturulmuş görüntüler bulunuyor. Burada görüntüler renklerden oluşuyor ve düzenli bir şekilde tüm renkler yatay bir düzlemde akıyor. L şekline sahip bu yerleştirmenin üzerine, bir ressam tarafından yapılmış gibi görünen çalışmalar koyulmuş. Burada Ömer Pekin’in “painterly object” kavramı ile tekrar karşılaşıyoruz. Bu kavramların tanımında yer alan, iki boyutlunun üç boyutlu hâle gelmesi, aslında üç boyutlu çalışmalar üzerinde yoğunlaşan sanatçıların yaptığı şey değil mi? Bu da Ömer Pekin’i hem bir mimar hem de bir görsel sanatçı yapıyor.
Oldenburg’un yapmış olduğu dürbün şeklindeki yapı izleyiciyi ikileme sürüklüyor. Uzaktan ilk olarak dev bir dürbün formuna sahip bir heykel olarak algılanırken, yakından bakıldığında bir giriş kapısı görünüyor. Tıpkı Ömer Pekin’in dikdörtgenlere katmanlar ekleyerek oluşturduğu dört adet duvar heykeli gibi. İzleyici ilk olarak duvar heykellerinin hepsini aynıymış gibi algılarken, dikkatli bir şekilde incelediğinde onların farklı açılarda yerleştirdiği görülüyor. Buradan Harman’ın bahsettiği gerçek objenin ortadan kaybolmasına ve bu objenin farklı şekillerde karşımıza çıkarak algılarımızla oynamasına şahit oluyoruz.
Teknolojinin ve onun bir meyvesi olan internetin önlenemez yükselişi insanın gündelik yaşamında karşılaştığı şeylere de yansıyor. Sokaktaki dükkanların neon ışıklı tabelalarından tutun, alışveriş merkezlerindeki titreyen masaj koltuklarına, akıllı telefonlardaki yüz okuma teknolojisinden, x-ray ışınlarına sahip tarama cihazlarına kadar her şey dijital bir hâl almaya başladı. Bu doğrultuda sanat da dijitalleşmeye başladı. Dijitalleşmenin sanata yansımasını gösteren en iyi örneklerden biri de Ömer Pekin’in bu sergide gösterdiği duvar heykelleri. Peki bu duvar heykellerine titreşim yaydığı ve farklı şekilleri yansıttığı için “dijital duvar heykelleri” diyebilir miyiz?
Ömer Pekin’in Versus Art Project’teki “The Uncanny. The Real. The Epiphany – Tekinsiz. Gerçek. Tezahür” adlı sergisi 9 Haziran’a kadar görülebilir.