Keşfinin 1839’da duyurulmasının ardından çok kısa bir süre sonra Osmanlı’da da uygulama alanı bulan fotoğraf, birçok stüdyonun -çoğunluğu İstanbul’da bulunsalar da- imparatorluğun çeşitli köşelerinde açılması sayesinde halkın çok hızlı bir şekilde tanıştığı bir yenilik olmuş. Bu aracın getirdiği imkânları kısa sürede fark eden devlet ricali, imparatorluğun geçirmekte olduğu dönüşümün belgelenmesi işini devrin önde gelen stüdyo fotoğrafçılarına sipariş ederek modernitenin bir ürünü olan fotoğrafçılığın işlevsel bir şekilde kullanılmasını sağlamış. Bu durum elbette bu topraklara özgü değil, o dönemde dünyadaki diğer devletlerin fotoğrafı kullanma biçimleriyle de bir paralellik göstermekte. *Buradaki farklılık, Osmanlı’nın son dönemindeki en kuvvetli padişah olan II. Abdülhamid’in fotoğrafı aynı zamanda ülkeyi, çıkmadığı sarayından gözlemlemek ve bunlara dayanarak yapılması gereken işleri yönlendirmesindeki yaklaşımdır. Bu belgelemelerin bir sonucu, Sultan Abdülhamid’in Osmanlı’nın gelişmesini göstermek üzere hazırlattığı ve özellikle Batılı devletlere gönderttiği albümlerdir. Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağlı Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bulunan ‘II. Abdülhamid Albümleri’nin dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunduğu bilinmektedir. Bunlar, aynı zamanda başka koleksiyonlardan gelen fotoğraflarla birlikte bu serginin de temellerinden birini oluşturuyor.
Sergi, ‘Portreler’, ‘İmparatorluğu Kaydetmek’, ‘İmparatorluğu Sergilemek’, ‘Görüntüleri Yaymak’ gibi başlıklar altında fotoğrafın konularını, nasıl ve ne için kullanıldığını, nasıl paylaşıldığını ve sunulduğunu gösteren bölümlere ayrılmış. Bunun yanında İmparatorluğun gelişiminin belgelenmesinin örnekleri olarak ‘Haseki Nisa Hastanesi’nde yapılan ameliyatlar gibi fen bilimlerindeki gelişmeleri; ‘Yeni Galata Köprüsü’nün üretim süreci, Zonguldak Madenleri ve Hicaz Demiryolları projesi gibi dönemin önemli mühendislik faaliyetlerinin kayıtlarını; Osmanlı Meclisi Mebusan’ı mensuplarının portre albümünü görmek mümkün. Keza dönemin siyasî olaylarını belgelenmesinin örnekleri olarak da II. Abdülhamid’e düzenlenen bombalı saldırı, Makedonya’daki isyancıların kesik başlarıyla poz veren askerlerin fotoğrafları veya şehzadelerin sünnet töreni için çektirdikleri portrelere de yer veriliyor. Orijinal fotoğrafların yanı sıra o fotoğrafların nasıl kullanıldığının örnekleri olarak da dönemin gazeteleri, bu fotoğraflarla düzenlenen albümler ve kartpostallar da sergide yer almakta.
Sergiyle ilgili önemli bir ayrıntı, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem’in derlediği ve sergiyle aynı ismi taşıyan kitabın varlığı. Bir sergi kataloğu olarak hazırlanmayan kitap, sergiden fotoğrafları barındırsa da, içindeki yazılar ve giriş yazısında belirtildiği gibi Osmanlı’nın son dönemlerindeki fotoğraf üzerine tarihsel bir bakış sunmayı amaçlıyor. Bunu, hem fotoğrafın genel ve Osmanlı özelindeki tarihsel gelişimini anlatarak yapıyor hem de fotoğrafları ve kullanım biçimlerini ayrıntılı bir şekilde analiz eden yazılarla fotoğraf ve modernite ilişkisini irdeliyor. Kitabın, içindeki bilimsel nitelikteki makalelerle bir katalogtan ziyade sergiyi tamamlayan bir başka yapıt olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca sergi için özel hazırlanan www.cameraottomana.com web sitesi de serginin bir özetini web ortamına taşırken fotoğraflarla da erişilebilir bir arşiv oluşturma yolunda bir adım oluşturuyor.
Uzun zamandır bildiğimiz ama fiziksel olarak daha önce geniş bir şekilde görmediğimiz Ömer Koç Fotoğraf Koleksiyonu’nun böyle bir sergi vesilesiyle ilgilisiyle buluşması da ayrıca anlamlı. Fotoğraf üzerine araştırma yaparken ülkemizde kolayca erişilebilir arşivlerin olmaması, uzun süredir bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Özellikle tarihî fotoğraf koleksiyonu yapanların var olduğu biliniyorsa da ne arşivlerinde ne olduğu biliniyordu ne de bu arşivler başkaları tarafından görülebiliyordu. Geçtiğimiz yıllarda çeşitli bağışlarla büyüyen Salt’ın arşivi, kısmen dijitize edilerek araştırmacıların ilgisine sunuluyor ve sosyal medyada da örnekleri paylaşılarak arşivin varlığı ilgi duyabileceklere hatırlatılıyor. Bu sergide gördüğümüz ‘II. Albülhamid Albümleri’ne, ülkemizde internetin yaygın kullanımının olmadığı doksanlı yılların sonunda, ABD’deki Kongre Kütüphanesi’nin web sitesinden erişmek mümkündü. Bu yüzden hem bu fotoğrafların bir arada bir koleksiyona dahil olması hem de ilgilenenlerle paylaşılıyor olmasını çok değerli buluyorum. Devlet arşivlerinin yeteri kadar iyi paylaşılmadığı bir ortamda bu rolü koleksiyonerlerin üstlenmesi, hem bu fotoğrafların korunması ve geleceğe taşınması açısından hem de unutulmayıp üzerlerine araştırma yapılabilmesi olanağı açısından çok önemli.
Serkan Taycan’ın ‘Agora’sı
Burada ‘Camera Ottomana’ sergisinin belli bir coğrafyayı fotoğrafla kaydetmek ve bu görüntüleri yaymak üzerine olan kısmıyla bağlantılı olarak ve aynı tarihlerde gezilebildiği için bahsetmek istediğim bir diğer sergi de Serkan Taycan’ın 26 Mayıs-4 Temmuz tarihleri arasında Pilot Galeri'de sergilenen 'Agora' işi. Serkan Taycan’ın en çok sergilenen işi olan eski adı ‘Memleket’ yeni adı ‘Habitat’ ile Türkiye’nin doğusundan başladığı ‘bir coğrafyayı fotoğrafla araştırma yöntemi’nin son örneği ‘Agora’, geçen yıl Venedik Mimarlık Bienali’nin Türkiye Pavyonu için özel olarak üretildi. Bahsi geçen ‘Memleket’ten sonra İstanbul’un çeperlerinde değişen coğrafyanın kaydedildiği ‘Kabuk’ ve 13. İstanbul Bienali için ürettiği ama bir fotoğraf araştırması olmaktan çok bir eylem biçimi olarak ‘yürüyüş’ü ön plana çıkaran ‘İki Deniz Arası’ sonrası üretildi ‘Agora’.
İstanbul’da meydanların kullanım şekillerinin görsel bir araştırması da sayılabilecek çalışma, sanatçının yüksek lisans tezini hazırlarken İstanbul’un görsel temsil biçimleri üzerine araştırmalar yapmasıyla fikir aşamasına gelmiş. Yüksek bir noktadan Beşiktaş, Şişli, Taksim, vb. gibi meydanlara bakarak büyük format bir fotoğraf makinesiyle teknik düzeltmeleri yaparak fotoğraflar çeken Serkan Taycan, daha sonra çektiği fotoğraflarda adeta bir ressamın ince ve sabırlı fırça darbeleriyle yaptığı gibi -dijital manipülasyonla- farklı anlarda aynı noktadan çektiği fotoğrafların içinden bazı insanları başka bir ana taşıyarak görüntüleri oluşturmuş. Burada normalde aynı anda orada bulunmayan insanların bir arada gösterilmesi çok büyük bir manipülasyon gibi durmuyor, meydan daha kalabalık gözüküyor elbette ama bu da bir detay. Önemli olan, bu meydanların kullanımıyla ilgili söylenebilecekler ki bu da meydanların daha çok gelip geçmek için kullanıldığı ama insanların buralarda vakit geçirmesiyle ilgili pek bir unsurun yer almadığı. İronik biçimde, Mecidiyeköy ile Şişli arasında yer alan ve daha önceden İETT garajı olması sebebiyle kamuya ait bir alan olan Cevahir Alışveriş Merkezi’nin bina çizgisinden geriye çekilmesiyle yaratılan yapay meydan, oturabilecekleri gölgelikli banklarla insanlara en çok kullanım imkânı veren alan olarak dikkat çekiyor. Kente dair bir konunun estetize edilmeye çalışmadan yalın bir bakış açısıyla ele alındığı bu fotoğraf serisi insanın karşısına geçip uzun süre incelemesini gerektiren ayrıntılarla dolu.
Bu işiyle yirmibirinci yüzyıl başında İstanbul’da kamuya açık alanların başında gelen meydanların nasıl kullanıldığını araştırarak ortaya koyan Taycan’ın üretim sürecindeki önemli bir detay, bu işin Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu küratörü Murat Tabanlıoğlu’nun davetiyle bir nevi sipariş üzerine üretilmiş bir olması. Bu, ileride bugüne dair bir hafıza yaratmak için atılmış mütevazı ama kayda değer bir adım. İşlerini birbirine ekleyerek bir bağlam yaratmaya çalışan Serkan Taycan’ın bundan sonraki adımını da merakla bekliyor olacağız.
Bu arada 21 Nisan'da açılan Camera Ottomana sergisinin 19 Ağustos'a kadar devam ettiğini de hatırlatayım.
* ‘Sıradan Modernitenin Fotoğrafını Çekmek’ Zeynep Çelik, Camera Ottomana, sayfa 155.