Pelin Çağlar’ın “Kim Unutacak Bizi?” isimli ilk kişisel sergisi, Melis Bektaş küratörlüğünde, 15 Ekim’de, Beyoğlu’nda bir depoda ziyaretçilerle buluştu. Çağlar’ın birçoğu ilk defa sergilenen 13 yağlı boya resminden oluşan sergi, muğlaklık ve belirsizlik kavramlarıyla diyalog kurarak portreye yeni bir yorum getiriyor. Pelin Çağlar ve Melis Bektaş ile “Kim Unutacak Bizi?” sergisini konuştuk.
Sanatçı Pelin Çağlar ve küratör Melis Bektaş ile “Kim Unutacak Bizi?” sergisinin oluşum süreci, seçkideki eserler, bağımsız bir sergi açma konusu üzerine sohbet ettik. Alıştığımız “white cube” algısının dışına çıkan bir mekânda konumlanan sergiyi 15 Kasım’a dek ziyaret edebilirsiniz.
Pelin Çağlar
Sergi ismi Melis’e (Bektaş) ait. Melis ilk söylediğinde çok sevdim, üzerine başka bir seçenek daha düşünmedik bile. Sergi isminin soru cümlesi olması beni daha da etkilemişti çünkü bu seriyi tamamlarken kendimi çok fazla sorguladığım noktalar oldu ve izleyicinin de bir şekilde baskı hissetmeden kendine bazı soruları sormasını istiyordum, diğer nedenler bir yana bu bile benim için anlamlı.
Ölüm ve yok oluş ile bir bağlantısı var mı?
Elbette izleyicinin kendi okumasına bağlı, benim çıkış noktam insanların hisleri ve davranışlarının çeliştiği noktada ortaya çıkan belirsizlik ve bulanıklığı işlemekti. Melis bunu gözeterek, metni yazma sürecinde beni de dinleyerek farklı bir noktadan ele aldı, bu benim için seriye başka bir bakış açısı yarattı ve eksik kısımları tamamladı.
Belirsizlik, kimliksizlik, muğlaklık, bulanıklık çalışmalarının dikkat çeken ögelerinden. Aynı zamanda portrelere odaklanıyorsun. Bu ifadeler ile portreler arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsun?
Sayılan ögeler içerisinde “kimliksizlik” kelimesi modellerim için kullanabileceğim bir tanım değil, çünkü onları seçmemin en önemli sebeplerinden biri bu nokta. Onun dışında yüzlerinde ya da herhangi bir ifadelerinde onları çizmeme neden olan detaylar var.
Fotoğraf referanslı çalışıyorum ve çekim sırasında modellerimin bana verebilecekleri kısmında onları rahat bırakıyorum. Bu sebeple ifade ve portre arasındaki ilişki tamamen onların bana verdiğiyle ilgili.
Canlı modellerle çalışıyorsun sanırım. Üretim sürecini senden dinleyebilir miyiz?
Modellerim çoğunlukla çevremdeki insanlar. Bu serinin fotoğrafları için Anıl Anık’la çalıştık. İki ayrı zamanda çekim yaptık ve sonrasında çok fazla seçeneğin arasından pek de kolay olmayan bir eleme yaptım.
Her resim bir hikâyesi olduğunu hissettiriyor. Sen onlara duygu, anı ve hikâyeler yüklüyor musun?
Modellerim çevremdeki insanlar. Onların hikâye ve duruşları bana çok fazla ilham veriyor. Çizimlerin her biriyle en az bir ay zaman geçiriyorum ve o dönemde yaşadığım her duyguda bana eşlik ediyorlar. Bu tabii ki bir yandan da çok kişisel bir şey benim için. Bu yüzden onları çiziyor olmamın belli başlı nedenleri haricinde kendi hayatımdaki duygu, anılar da her bir çalışmaya yükleniyor.
Bu sergi kapsamında bir de söyleşi olacak sanırım. Ne planlıyorsun?
Evet bir söyleşi planlıyoruz, hatta istedikleri takdirde modellerimizin de bizimle olmalarını istiyoruz. Bir aksilik çıkmadığı takdirde tarihi 12 Kasım olarak belirledik. :)
Sergi mekânı seçimin de alışılmışın dışında. Bunun bir sebebi var mı?
Bağımsız ilerlemek bize hem müthiş bir özgürlük hem de beraberinde zorluklar getirdi. Günümüz koşullarıyla bu şekilde ilerlemek çok da kolay değil. Mekânı ilk gördüğümüz anda tutulduk ve diğer seçenekleri eledik. Atıllığı ve dönüştürebileceğimiz hâlini düşünmek bizim için büyük motivasyon oldu, resimleri destekleyecek bir yerdi ve sonunda içimize sinen bir sonuç oldu.
Gelecek projelerin arasında neler var?
Şu an serginin yorgunluğunu atmaya çalışıyorum. Sonrasında sokakta bir şeyler yapmak istiyorum, beraberinde atölye çalışmalarım da başlar.
Melis Bektaş
Bağımsız bir mekânda sergi düzenlemek küratöryel anlamda nasıl bir deneyimdi?
Sergi için kurgulanmamış ve öyle işlemeyen bir mekândan sergi alanı yaratmak, dönüştürmekle ilgileniyorum uzun zamandır. Ya da bağımsız sergi mekânlarıyla çalışmayı tercih ediyorum. Yaklaşım Tüneli’nde sergi yapmamızla başlayan süreçte bir mekânı dönüştürmek, izleyenleri ve katılan sanatçıları da bir keşifle karşı karşıya getirmek büyük bir heyecan veriyor. Dolayısıyla geçtiğim yerlere, özellikle Beyoğlu’na mekânsal açıdan farklı bir gözle bakmamı sağlıyor bağımsız sergiler yapma isteği ve ihtiyacı. Burası iki yıl önce fark ettiğim bir yerdi, bir depo, konum olarak çok cazipti. Pelin’in de seçenekleri arasındaydı burası.
Bir mekân yaratmak, yeniden kurgulamak, bağımsız bir sergi yapmak pek çok açıdan tetikte olmanızı gerektiriyor. İşin ekonomik ve teknik her detayıyla baş başa kaldık Pelin’le. Küratöryel anlamda mekânla ve resimlerle kurduğum bağ hep rahat hareket etmemi sağladı. Çok uzun bir süreci birebir geçirdik Pelin’le. Onu anlamaya çalışmak, resimleriyle daha sık bakışmak bütün işleri nereye nasıl konumlandıracağımıza gelene kadar ciddi bir altyapı sağlıyor. Bütün kurguyu sanatçı ve mekân özelinde, aylara yayılan diyaloglarımız ve paylaşımlarımızı doğrulayacak bir bütünlükte yapmaya çalıştım. Mekâna bir resmi gizlerken, başka bir resmin açısıyla oynarken, gölgelerin oluşmasına ve yerleşmesine izin verirken, metinde kurduğum anlatımla hem dilde hem görüntüde her şey birbirinin üstüne eklenmiş oldu. Metin, mekân ve resimler birleştiğinde bir form oluştu gibi hissettiriyor. Bağımsız bir sergi yapmak sanatçıyla ortak bir dil ve bakışla ilerleyebildikten sonra çok özgür hareket etmenizi sağlıyor, birlikte başarmanın getirdiği tarifsiz bir hissi de doğuruyor.
Mekân ile eserlerin kurduğu diyaloğu nasıl tanımlarsın?
Biz hep bir depo aradık Beyoğlu’nda, bir şeyleri saklamaya, korumaya, biriktirmeye yarayan bir yer arayışındaydık. Tıpkı hafızanın da yapmaya çalıştığı gibi… Bir çerçeve deposu burası ve içinde muhteşem işçilikte çerçeveler, resimler, kırık parçalar, boş tuvaller, antikalar vardı. Portrelerle ve unutuşla kurduğumuz bağ mekânda fizikselleşti. Yüzler; saklanan, unutulan, biriken pek çok anın sonucu ifadelerine kavuştular. Bunu resmin tekniğiyle ya serginin kavramsal çerçevesiyle de rahatça bağdaştırabilirsiniz. Dolayısıyla bir deponun içinde, birden fazla anda biriken imgeler gibi resimler de sergiye yayılmış oldu. Sergilenme biçimiyle de yer yer gizlendiler, duvardan taştılar, boşluğu daha da derinleştirdiler. Yüzden geriye kalanlar, unutulmaya başlananlar, üst üste binen hareketler yüksek bir mekâna uzun bir koridora yayıldı. Resimlerin belirsizliklerini, yer yer tekinsizliklerini göstermek için ferahlattığımız bir mekânı tercih ettik, burada da bir ikilik kurulmuş oldu.
Farklı detayların karşımıza çıktığı bir eser yerleşimi söz konusu, bunu kurgularken nelere dikkat ettin?
Pelin’in yaptığı resimler bir gruplandırmaya ihtiyaç duymuyor bence. Hepsinde kendiliğinden bir ayrılık aynı zamanda ortaklık var. Karşımızdaki mekân bir koridor gibi dolayısıyla bence bu resimler özelinde bir hareket istiyordu. Tam karşıdaki duvarı siyah yapıp mekâna derinlik vererek önüne Can’ı tavandan astık ve siyahın üzerinde yaratmasını istediğimiz gölgeye ve derinliğe yer vermiş olduk. Bakışlarını daha üstten, daha büyük görmemizi sağladı bu. Yan tarafında Eray’ı mekânı kesecek şekilde astığımız açı alışkın olduğumuz bir yerleşim değil ancak mekânın sonuna çekilirken bakışını göremediğiniz bir bedenle karşılaşmak ve ona çekilmek için gerekliydi. Hem yanında hem arkasında hem de çaprazında duran resimlerle bakışları üstüne çeken ancak onlarla bağ kurmaya çalışmayan bir yerde duruyor Eray. Böyle bir mekânda çalışırken işlerin kendisi özgürce de konumlanabiliyor, yerini buluyor. Bu esneklikte hareket edildiğinde resmin asılma şekli de kendisi de mekânla bir diyalog kurabiliyor ve göze başta yabancı gelip sonrasında kendine çekebiliyor. Kapının aralığından görebileceğimiz şekilde yerleştirilen Laurence ve ona bakışımızın devamında soyut bir manzara gibi Rana ile karşılaşıyoruz. Sokakta çekilmiş tek model Laurence, yürüyüşü bir yüzde görebiliyorsunuz, ben de biraz mekânın dışında, kalabalıktan gizlenmiş şekilde yerleştirmeyi tercih ettim o resmi. Bunları denerken Pelin’le ortaklaşıyor olmak mekânı ve yerleşimi kurgulamamı da kolaylaştırdı elbette. Serginin hem bağımsız olması hem Pelin’in yeni yeni karşılaşılan tekniği, resimlerin sunuluş şekli ve mekânın ruhu birleştiğinde işin tamamı bir diyalog kuruyor ziyaretçilerle. Bunu aldığımız yorumlar doğrultusunda da rahatça ifade edebilirim.
“Kim Unutacak Bizi?” sergisini 15 Kasım tarihine kadar Beyoğlu’ndaki bir depoda görebilirsiniz.
Deponun adresi: Firuzağa Mahallesi, Çukurcuma Cad. No:18, Beyoğlu-İstanbul