Leica Gallery İstanbul, "Sisters Of Persephone" adlı sergi kapsamında fotoğraf sanatçısı ve eleştirmeni Nazif Topçuoğlu ile Leica Oskar Barnack Yarışması finalistlerinden Finlandiyalı sanatçı Anni Leppälä’nun çalışmaları arasında etkileyici bir diyalog kuruyor.
Leica Gallery İstanbul ev sahipliğinde karşımıza çıkan "Sisters Of Persephone", gerçeküstü kadın portrelerini bir araya getiriyor. Portrelerin gerçeküstülüğü kadınların görünümlerinden değil; yarattıkları merak, gizem ve araladıkları kapılardan kaynaklanıyor.
Adını Sylvia Plath’in Two Sisters of Persephone adlı şiirinden alan sergi, kadın ruhunu ifade etme amacıyla mitolojik dokundurmalar yapan yazardan ilham alıyor. İddialı, cesur hatta belki zaman zaman günahkâr olarak tanımlayabileceğimiz Nazif Topçuoğlu’nun fotoğrafları; masum ve naifliğiyle dikkat çeken Anni Leppälä’nın fotoğraflarıyla gizemli bir uyum yakalıyor. Bu çelişki Sylvia Plath’in karakterini akıllara getiriyor. İyi, masum bir eş ve özgür, hoyrat bir ruh aynı bedende buluşabilir mi?
Nazif Toğçuoğlu’nun kadın figürüyle empati kuran fotoğrafları, güçlü duruşlarıyla dikkat çeken, kendinin farkında olan kadınları, izleyiciyi kendi aralarındaki oyuna davet ediyor. Işığı kullanışı, kurguladığı sahneleri ve estetik algısıyla dikkat çeken sanatçı, mitolojik ögeleri ve sanat tarihinden figürleri çalışmalarında harmanlıyor. Sanatçının resim hissiyatı uyandıran, Barok dönemi etkisindeki fotoğrafları; merak, yasak, gizli, bilinmeyen temaları etrafında geziniyor. Mekân seçiminden renk uyumuna, kıyafetlerden en küçük detaylara kadar incelikli çalışma şeklini gözlemleyebildiğimiz Toğçuoğlu’nun kuşkusuz reklamcılık geçmişi de bu konuda etkili. Sanatçının eski çalışmaları ile son dönem işlerinin bir arada yer aldığı eserler arasında; Toğçuoğlu’nun imzası haline gelen, en eski işlerinden olan Proust Picture (2001), karedeki diğer meraklılarla birlikte iki kadının gizemli ilişkisine tanıklık ettiğimiz Stigma (2007), merak ögesinin belki de en ağır hissedildiği The Curcious Operation (2005) yer alıyor.
Kadınlar arası ihtirasın kendini çok net belli ettiği Sacrifice: The Story of Isaac (2008), masumluğun seksilikle bütünleşip kimliksizleştiği Piano Trio (2013) ve yine sanatçının son dönem çalışmalarından olan Naturel History (2013)’nin yer aldığı sergi, izleyiciyi detaylara gizli anlamların yerleştirildiği bir dünyaya davet ediyor gibi. Dişil ögelerin tüm farkınladığıyla kendini gösterdiği figürler, cesurca gözümüzün içine bakıyor.
İki sanatçının çalışmalarını bir araya getiren sergi aslında kendi içinde iki kişisel sergiye açılıyor. Aile hatıraları ve tanıdığı modelleri çalışmalarına taşıyan Anni Leppälä, hafıza ve geçmişi hatırlamak, yeniden yaratmakla ilgileniyor. Naif diliyle dikkat çeken sanatçı, üretimlerinde sık sık görsel algıyla oynuyor. Topçuoğlu ile parallellik gösteren oyunlu dil, Leppälä’nın fotoğraflarında da kendini gösteriyor. Door (view) 2013 adlı çalışmasındaki gizem, Small Forest 2014’teki ironi ya da Winter landscape 2014’teki minimallik sanatçının tarzını belli eden başlıca temalar. Çalışmalarında sık sık kullandığı, kardeşine ait olan kızıl saçlar ise yine Leppälä’nın gözümüze sokmadan sergilediği dişiliğin bir simgesi. Aile fotoğraflarıyla kendi fotoğraflarını birleştirmesi, sanatçının kolaj tekniği denemeleri olarak da okunabilir. Dedesinin çocukluk resmi üzerine kardeşinin saçlarını sermesi yine eski ve yeninin çalışmalarındaki birleşimine bir örnek olarak gösterilebilir. Sanatçının basit dilinin hakim olduğu eserlerin bir araya gelmesiyle şiirsel bir bütünlük ortaya çıkıyor.
Dişil ögelerin hakim olduğu, iki farklı gözden kadına dokunan "Sisters Of Persephone" sergisi, 3 Mart tarihine dek Leica Gallery İstanbul’da ziyaret edilebilecek.