“Burada” olmanın yan etkisinden, dünyayı algılayışın başka bir biçimi olarak depresyondan ve ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmek için Hüseyin Bahri Alptekin’in “Dostlar Arasında: Uzun Bir Hikayeden Kesitler” sergisinden yola çıkarak ayak izlerini takip eden bir yazı.
Mayıstan beri çok şey değişti. Devasa bir yaz depresyonu. Umutlu olmak, umutlu günlerin üzerinden fazla zaman geçmese de artık nadir karşılaşılan bir durum. Hatta hoş karşılanmadığını ya da “trend” olmadığını söylemek bile abes olmayabilir. Karamsarlığımızın arkasına saklanan hayal kırıklığı ise gözden uzak bahsinin geçmemesi en elzem olan duygu. Ateşli bir hesap sorma arzusu ya da kayıtsızlıkla dışa vurulan bu hayal kırıklığını konuşmak biraz ürkütücü, kabul etmek gerekiyor. Çünkü sadece tespit etmek yetmeyecek. Orta ve uzun vadeli planlarımızı tekrar düşünmek, belki “Buralardan kaçıp gitmek” kararını gözden geçirmek gerekecek. Yaşadığımız duyguları bütün çıplaklığıyla konuşmadan, karar verebilecek miyiz? Ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmeyecek miyiz? Adını koymaktan kaçtığımız, üzerini ya öfkeyle ya da kaçma arzusuyla kapattığımız büyük hayal kırıklığımızı barışmak için elimizi Hüseyin Bahri Alptekin’e uzatmanın yardımı dokunabilir.
Hüseyin Bahri Alptekin için depresyon hayatla başa çıkmaya çalışmanın bir sonucu. Sonuçlardan, süreçlerden bağımsız bir hayatta kalma hâlinin sonucu gibi görülebilir belki. Burada olmanın yan etkisi. Burası neresi? Şimdilik adını koymak mümkün değil. Bugünden bakınca sürekli seyahat etmek, seyahatte olmak Alptekin’i tanımlayan şeylerden bir tanesi. Bu konuda çok sayıda röportaj, eser ve yazıyla karşılaşılabilir. Ardında bıraktığı külliyatın gücü bir yana, onu bugünden bakınca daha ilgi çekici kılan belki de çok daha yakın, çok daha bizim dünyamızdan bir Beat figürünü görmek. Fakat Alptekin için yolda olmak, Kerouac, Ginsberg gibi aşina olduğumuz Beat figürlerinden biraz farklılaşır şekilde ulaşılan konumla birleşerek güç kazanıyor. Bu yüzden alıştığımız tarz bir süreç odaklılıktan söz etmek biraz fazla iddialı olabilir. Zira dünyanın birçok yerinde olmak, kuşkusuz aidiyet ile alakalı bazı soruları beraberinde getiriyor. Pelin Uran küratörlüğünde Galerist’te açılan “Dostlar Arasında: Uzun Bir Hikayeden Kesitler” sergisinde galeri mekânının dışına konumlanan “H-Faktörü: Misafirperverlik/ Husumet” eserleri de bu sorulara temasta. İsimlerini şehirlerden alan oteller eserin adından da yola çıkarak oldukça “misafirperver”. Fakat onların sıcak ev sahipliği, sanatçının “Don’t Complain” işine paralellik kurar biçimde örtülü bir hiyerarşik yapıyı açık ediyor. Misafir, kaçınılmaz olarak geçici ve edilgen bir konuma hapsolmuştur. Kendisinin ev sahibi olduğu konuma elbet dönecektir ya da dönmek isteyecektir. Eviyle asla barışamayan, misafir hiçbir yerde kalıcı olamayacaktır. Koca bir ülkeyi “ev” olarak tanımlamanın yüzeysel bir metafor olarak görünebilmesinin ve vatandaşlık yoluyla bu ülkeye bağlı olan herkesi “ev sahibi” olarak adlandırmanın çok kabaca yapılmış bir tanım olmasının risklerini anlayabiliyorum. Fakat bu durumun mayıs ayından sonra Türkiye’den ülke dışına giden çok sayıda insanın deneyimleriyle Hüseyin Bahri Alptekin’in işleri arasındaki paralelliği işaret etmeye engel teşkil etmeyeceğini umuyorum.
“Depresyon” kelimesi, bir önceki paragrafın girişinde benim de kullandığım üzere, aynı seyahat etmekte olduğu gibi Alptekin’i anlatırken sıklıkla kullanılıyor. Sanatçının işleri depresyonda olmak üzerinden yorumlanıyor ve tartışılıyor. Çok ilerlemeden depresyondan kastedilenin ne olduğunu bir kez daha düşünmek, tartışmak faydalı olacaktır. Alptekin’in röportajlarında ve işlerinde bahsettiği depresyon geçici bir durumdan ibaret değil. Tedavi edilebilir bir depresyondan söz etmiyoruz ya da en azından tedavisinin bir “depresyon tedavisi” ile mümkün olmadığı bir durum bu. Hiç geçmeyen, en neşeli anlarda bile içten içe hissedilen bir mutsuzluk hâli, dip dalga. Alptekin’in eşi Camila Rocha, Zeynep Nur Ayanoğlu ve Abdullah Ezik tarafından hazırlanan “Hüseyin Bahri Alptekin: Ve Daha Pek Çok Şey” podcast’inde Alptekin’i neredeyse hiç çok ağır bir depresyonda görmediğinden söz ediyor. Depresyon daha ziyade dünyayı algılayışın başka bir biçimi olarak ortaya çıkıyor. Mutlu olmak bir “gereklilik” iken depresyon, normun dışından bir bakış sağladığı için dünyayı algılamak için yeni bir filtre olarak işlev görüyor. Değişmeyen bağlar ve materyaller üzerinden yeni anlamları üretmek için ortaya konulan yeni bir bakış açısı olarak işlevleniyor depresyon. Alptekin depresyonu bu şekilde konumlandırarak onunla da barışı tesis ediyor. Kişi, depresyonla birbirini fethetmeye çalışan iki düşman gibi davranmıyor. Kurtulamayacağını kabul ettiği bu huzursuzluğu yaşanılabilir kılmak için onu yeniden şekillendiriyor.
Tekrar sorarak devam edelim: Ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmeyecek miyiz? Alptekin, şeffaf bir sanatçı. Sıklıkla bahsedildiği üzere yaşamıyla sanatı iç içe geçmiş, birbirinden ayrı değerlendirmesi güç bir figür. Doğal olarak sanatçının mutsuzluğu, zaafları, neşesi ve umutları eserlerin bir filizlendiği kaynak oluyor. Alptekin’in bu şeffaflığını bir çeşit dürüstlük olarak görmek de mümkün. Bu açıdan 2007’de vefat eden sanatçının eserlerini görmek, onunla tanışmanın artık tek yolu. Ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmek için Hüseyin Bahri Alptekin’in ayak izlerini takip etmek bir seçenek olarak beliriyor.
Son birkaç aydır gelecek planlarını Türkiye’yi terk etmek, burada olmamak üzerine kuruyorken ve politik her şeyden travmatize olmuş şekilde kaçarken Alptekin’in işleri adeta bir hoca edasıyla karşıma dikiliyor. Sürekli seyahat eden, evi bazen bir depo bazen bir atölye bazen de sadece bir durak olarak kullanan sanatçıyla anlaşmak kolaylaşıyor. Ülkeyi terk etmek birçokları/birçoğumuz için hak ettiğimizi düşündüğümüz hayat standartlarını elde etmenin tek yolu gibi görünüyor. Geride bıraktığımız yer de belki sadece tatillerde ziyaret edilecek bir ev, aktarmalı uçuşlar için bir durak ya da çocukluk hatıralarının depolandığı bir fotoğraf albümü olacak. Birkaç ay önce umut elden ele yayılıyorken artık umutlu olmak vize kuyruğundaki insanlara has bir duruma dönüştü. Hüseyin Bahri Alptekin’in sürekli seyahatleri, yaşamının ayrılmaz bir parçası olan sanatı için yakıt vazifesi görüyor. Üretmeye devam etmek için seyahatlerinden topladığı bilgi ve materyalleri kullanan sanatçı ile umudunu koruyabilmek için yurt dışına taşınmayı amaçlayan kişiler arasında güçlü bir bağ kuruluyor. Hüseyin Bahri Alptekin’in dünyayı algılamanın bir yöntemi olarak ele aldığı depresyonu içinde bulunduğumuz durumda bizi kendi ülkemizden uzaklaştıran, Türkiye ile kurduğumuz bağları baştan tanımlamaya iten bir role bürünüyor. Kucağımızda bulduğumuz bu yeni filtre, karar alma mekanizmalarımızı (özellikle orta ve uzun vade için) doğrudan etkiliyor. Dünyayı yeni bir şekilde algılamaya başlıyoruz. Bu yeni algının yarattığı belki de en büyük değişim ev sahipliğinden tamamen feragat etmek oluyor. Farklı bir ülkede yaşama kararı almak tahmin edilebilir bir “misafirlik” iken kendimizi artık doğup büyüdüğümüz ülkede de “ev sahibi” olarak konumlandırmakta zorlanıyoruz. Aidiyet bağları zayıflıyor. Bundan sonra dünyanın hiçbir yerinde ev sahibi olamayacağımız düşünceleriyle, daimî bir misafirlikte hapsolduğumuz korkusuyla baş başa buluyoruz kendimizi.
Birebir tanımayanların eserleri aracılığıyla tanışma imkânı bulduğu Alptekin ile sohbet derinleşiyor. Fark etmesek de artık hepimiz onunla biraz tanışıyoruz. Gittikçe daha çok ortaklaşıyoruz. Ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmeyecek miyiz? Sanatçı bahsediyor, bizim yerimize de. Ona yüklediğimiz bu devasa sorumluluğu, bizim depresyonumuzdan konuşmanın ağırlığını hafifletmek için aradığımız yol da aynı yere çıkıyor. Sohbet daha da derinleşiyor. Alptekin arkadaşlarıyla bir arada, neler paylaştıklarını bize sunuyor. Kendisi geri plana çekilmiş, sahneyi dostlarına bırakmış. Hayatı ve sanatı tek parça iken dostları onun uzun hikâyesinden bir kesit sunuyor. Bir araya gelmek, depresyonumuzdan ve evden her gün bir adım daha uzaklaştığımız yolculuklarımızın yanında kendine yer bulmakta zorlanıyor. Asla çok yoğunlaşmayan ve asla bitmeyen depresyonumuzun yanında bir arada olmak da bir çıkış gibi görünüyor mu kestirmek güç. Zira bu durumdan bir çıkış bulup bulamayacağımız da ancak deneyimle sabitlenecek ve henüz o noktada değiliz. Biraz tesadüf eseri olsa da Hüseyin Bahri Alptekin’in Galerist’te dostlarıyla buluşmasının dünyanın farklı yerlerinde yakın zamanda Türkiye’den ayrılan doktorların, yazılımcıların ve öğrencilerin bir araya geldiği bir dönemde gerçekleşmesi de Alptekin ile kurduğumuz ilişkiye yeni bir katman ekliyor.
Vefatının üzerinden on beş yılı aşkın süre geçen sanatçı, bu sergi ile hayatımıza çatlaklardan sızıyor. Onunla tanışmanın bir yolunu bulmanın büyülü hissi bir yana, bu tanışıklık özel hissettirmiyor. Zira Alptekin orada, arkadaşlarının anlatılarıyla ve kendi eserleriyle mevcut. Tanışmak için vakit ayırmak, biraz çaba sarf etmek yeterli. Hayatını sanatıyla ortaya koyan bir sanatçı için oldukça tutarlı bir tanışma biçimi, şeffaf ve herkese açık. Ancak sergide çok davetkâr bir açıklık yok. Alptekin’in kendi işlerinden çok dostlarının çalışmalarının mekânda olması tanışmayı sadece dikkatli gözlere, keskin kulaklara ve ne kadar üzüldüğünden bahsetmeye hazır olanlara özel kılıyor. Çatlaklarda Hüseyin Bahri Alptekin’i bulmak için onun saydamlığını içselleştirmek, bu saydamlığı sağlamak için de hayal kırıklığımızı canımız yana yana konuşmak gerekiyor. Mayıstan bugüne içimize kapanmışken onun sözünü sakınmayışını örnek alabiliriz.
Son defa, biraz da talepkâr biçimde: Ne kadar üzüldüğümüzden bahsetmeyecek miyiz?
Başlıktaki eser:
Hüseyin Bahri Alptekin, Çeviri, 2007 (Salt Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi)
Kullanılan fotoğraflar Salt Araştırma izniyle, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi'nden alınmıştır.