Bir kahve resmi, üzerine canlı kırmızılar dökülmüş bir tuval ve Manhattan’da bir kadının resminin ortak noktası nedir? Hepsi başlığı olmayan birer sanat eseridir. Ya da başka bir deyişle hepsinin başlığı aynı: “Başlıksız.”
Bir kural olmasına rağmen, eserlere başlık verme uygulaması sanatçılar tarafından uzun zaman önce değiştirildi. Mesela, Pablo Picasso eserlerinin başlıklarının onunla hiçbir alakası olmadığını konusunda ısrar etmiştir. Yıllar içerisinde eserlerinin çoğu galericiler ya da sanat danışmanlarınca adlandırılmasına rağmen Picasso eserlerinin kendi adlarıyla konuşmalarını tercih etmiştir. Hatta bir keresinde “Açıklamaları alenen belirtmek ne işe yarar ki?” demiştir. “Bir sanatçının yalnızca bir tek dili vardır” ve Picasso gibi diğer pek çok sanatçı için bu dil görseldir.
Felsefi nedenler bir yana, bir sanat eserini başlıksız bırakmak elverişli bir iş değildir. Başlıksız eserlerin kaydını tutmak galericiler ve katalogçular için lojistik bir kâbus olabiliyor. Psikolojik çalışmalar da başlıksız sanat eserlerine izleyicilerin daha az ilgi gösterdiğini ve eserleri daha az anladığını gösteriyor. Yine de “başlıksız”lık o kadar yayılmış durumda ki kendisi bir başlık görevi görüyor ve de önemli bir başlık olarak kabul ediliyor. Kelime, abstraksiyonistlerin temsilden kaçışının altını vurgulayarak ya da seyircinin esere karşı kendi yorumunu oluşturma şansını sunarak, müzelerdeki ve galerilerdeki kurumsal çerçeveyle kurnazca dalga geçiyor.
Bazı durumlarda “başlıksız”lık, “başlıklandırma” genel bir uygulama hâline gelmeden önceki geçmişten basit bir yadigâr görevi görüyor. Yale Üniversitesi’nde bir İngilizce Profesörü olan Ruth Yeazell, Picture Titles: How and Why Western Paintings Acquired Their Names (Resim Başlıkları: Batılı Resimler İsimlerini Nasıl ve Neden Elde Ettiler) adlı kitabında, 18. yüzyıl öncesi sanatçılarının çoğu sanat eseri tek bir yerde kaldığı için eserlerine bir başlık verme gereği duymadıklarını açıklıyor. O zamanlar gezici sergiler ve sanat piyasasının gerekli kıldığı kapsamlı etiketleme ve kataloglama yoktu. Evde sergilenen bir sanat eseri ya var olduğu ortama benzer bir temayı simgelediği ya da patron ve sanatçı arasındaki konuşmalar sonucu üretildiği için kendi kendini açıklayabilir niteliğinde oluyordu. Halka açık gösterilen eserler ise Annunciation* gibi İncil’den sahneleri ya da Thesus’un Minotor’u katledişi gibi daha pek çok kez yeniden anlatılmış, bilinen hikâyeleri betimliyordu. Bu nedenle bir başlık pek çok izleyici için gereksiz ve lüzumsuz olarak algılanırdı. Bizim şu an sahip olduğumuz yaygın okuma yazma oranından önce, bir resim yazılı dilden çok daha fazla ulaşılabilir bir eserdi.
Başlıklandırma uygulaması ilk olarak 1734’te Roma’da Musei Capitolini ve daha sonra 1793’te Paris’te Louvre gibi müzelerin 18. yüzyılda Avrupa’da yayılmalarıyla başladı. Yaklaşık aynı zamanlarda, 1744’te New York’ta Sothbey’s ve 1766’da Londra’da Christie’s gibi müzayede evlerinin kurulmasıyla sanat piyasası büyüdü. Daha fazla eser piyasada dolaştıkça, sürekli yer değiştirdikleri için sadece eserleri takip etmek için değil, aynı zamanda farklı yerlerin yerel halkları için resmin içeriğine dair bilgi sağlamak için başlıklar gerekli bir hâle geldi. Eser, artık aileler arasında sözlü aktarılan ya da sanatçıdan izleyiciye direkt olarak aktarılan bilgilere bel bağlayamıyordu. Grup gösterilerinde ya da salonlarda yer alan sanatçılar için başlıklar kayıtları organize etmek için gerekli hâle geldi. 18. yüzyıldan önce başlıksız bırakılan pek çok sanat eseri galericilerden sanat tarihçilerine, küratörlerden yerli halka kadar pek çok kişiden gündelik dilden takma adlar ya da resmi başlıklar edindiler. Mona Lisa (1503-19) başlığı, Giorgio Vasari’nin The Lives of the Artists (1550-68) (Sanatçıların Yaşamları) adlı kitabında resmi Francesce del Giocondo’nun eşi Mona Lisa ya da “Madam Lisa” şeklinde tanımlamasına kadar takip edilebilir. Rembrandt’ın en ünlü işlerinden biri olan ve Amsterdam’da Rijkmuseum’da bulunan eserinin başlığı Militia Company of District II under the Command of Captain Frans Banninck Cocq (Kaptan Frans Banninck Cocq’un Komandası Alatındaki İkinci Bölge Askeri Bölüğü) iken; eser günümüzde çok katmanlı cilanın uygulaması yüzünden gündüz sahnesinin kararması üzerine Night Watch (Gece Nöbeti) olarak yanlış bir isimle anılmaya başlandı.
Yeazell, başlıklandırma gerekli bir hâle geldikçe “zor bir mesele olma eğilimindeydi” şeklinde not düşüyor. Başlıklandırmanın işlevselliği eserlerinin anlamlarını açık uçlu tutmak isteyen sanatçıların niyetlerine ters düşebiliyordu. Sanatçılar simgelemeden uzaklaşmaya başladıklarında, başlıklandırma işlemini kasıtlı olarak boşlamaya başladılar. Sanat eserlerinin görsel referans noktalarının ötesine geçmeleri gerekiyorsa, sanatçılar dilsel referans noktalarının da dışında kalmaya kararlıydılar. Büyük, soyut tuvalleri resmeden Clyfford Still, başlıklandırma konusunda daha ön yargılı olanlar arasındaydı. “İzleyiciye hiçbir imanın müdahale ya da yardım etmesini istemiyorum” şeklinde açıklama yapan Still, resimlerini “yoruma açık olan bir Rorschach testi gibi” tanımlıyordu. “Her şeyden önce eserimin kendi başına var olmasını istiyorum, eğer izleyici herhangi bir insafsız, hoş olmayan ya da kötü bir imge görürse, bırakın da kendi ruhuna bir baksın.”
Diğer modern sanat akımlarından sanatçılar da etiketlerden benzer nedenlerden dolayı saptılar. Minimalistçiler, saf biçime odaklanarak ve maddeselliğe vurgu yaparak soyut resmin simgelemeden kaçışını bir adım öteye taşıdılar. Objelerin ve estetiğin kendi öz oluşumlarına indirgenmesiyle, dil de ikincil bir öge hâlini aldı. Mesela, minimalizmin önde gelen isimlerinden Donald Judd, pek çok eserini başlıksız bıraktı. Buna rağmen, Yeazell bizim Judd’ın en minimal eserlerine bile The Lifeboat (Filika) ya da Letter Box (Posta Kutusu) gibi takma adlar koyma eğilimimize kitabında not düşüyor. Yeazell: “Görsel deneyimimizden bir anlam çıkarma isteğimiz çok güçlü ve de buna karşı çıkan bir eserde bile benzer bir biçim bulma çabası tuhaf bir şekilde rahatlık verici bir şey” diye yazıyor.
Bu eğilimler eserlerin “başlıksız” unvanlarının yanında parantez-içi başlıklar biriktirmelerine yol açtı. Bu parantez-içi başlıklar zaman zaman halk arasında oluşturuldu ya da galericiler tarafından atandı. Fakat kavramsal sanatçı Felix Gonzalez-Torres’in durumunda, parantezler kasti olarak, bir amaç için varlar. Gonzalez-Torres izleyicilere eserlerinin altındaki düşüncelerine bir bakış açısı sunmak için kendi başlıklandırma düzenini yarattı. Duygu yüklü Untitled (Last Night) / Başlıksız (Dün Gece) ve Untitled (Death by Gun) / Başlıksız (Silahla Ölüm) gibi başlıklar bizim ne gördüğümüzü ve hissettiğimizi yönlendirirken izleyiciye de kendi öz izlenimlerini yaratabilmeleri için yer bırakıyor. Bu durum sanatçının geniş kapsamlı işlerinde de görülüyor; 1993’te Tim Rollins’e verdiği bir röportajda “Halk olmadan biz birer hiçiz” diyen sanatçı “Halktan bana yardım etmelerini istiyorum, sorumluluk almalarını, eserimin bir parçası olmalarını, bana katılmalarını” şeklinde sözlerine devam etti.
Çağdaş sanatçı Hannah Levy de benzer bir düşünceye sahip. Levy, “Benim bir eserde ne olduğuna dair ya da eserin nasıl bir his verdiğine dair bir fikrim var ama eğer bir başkası farklı bir tepki verirse bu hiç sorun değil” dedi. Biyomorfik heykelsi şekiller yapan Levy, ilham için minimalist ve kavramsal sanatçıların başlıklandırma alışkanlıklarına bakıyor. Okul zamanlarında kullandığı malzemelere referansla eserlerine başlık veren sanatçı sonunda bunun fazla betimleyici hissettirdiğini açıkladı. Sanatçı daha sonraları, heykeltıraş Robert Gober’ın “başlıksızlığından” cesaret alarak kendi işlerini başlıklandırmayı bıraktı. Levy’nin kendi internet sitesinde hiçbir başlık yok ama tabii ki bir müze ortamında bu mümkün değil. “Başlıksız terimi konusunda oldukça ikircikteyim.” diyen Levy sözlerine “Gösterişçiymiş gibi bir his veriyor. Sanat dünyasından bir kelime olarak onunla dalga geçmek çok kolay” şeklinde devam ediyor. Sanat dünyasında bu kelimenin varlığı onun aynı anda her yerde olabilme özelliğinin sadece altını çiziyor. New York’ta bulunan Whitney Müzesi’nde Başlıksız adlı bir restoran, Başlıksız Alan adlı bir galeri ve Başlıksız Sanat Fuarı var. Böylelikle “başlıksız” bir başlık görevi görüyor.
Bir başlık olarak “başlıksız”, görüntülerin yoğun sirkülasyonlarına yorum yapan Resimler Jenerasyonu adlı sanatçılar tarafından stratejik olarak kullanılıyor. Bu sanatçılar etrafımızı saran görüntülerin medyadaki yansımalarını yeniden yorumluyorlar. En bilinen örnek olarak; Cindy Sherman’ın medyada kadınlığın kinayeli yansımalarını gösterdiği Untitled Film Stills (Başlıksız Film Kareleri) ile başlıksız kelimesi görüntülerin soysal doğasının altını çiziyor. Richard Prince de 1989 Untitled (Cowboy) / Başlıksız (Kovboy) gibi eserlerini bulunmuş benzer imgelemler üzerinden başlıklandırıyor. Onun durumunda “başlıksız” kelimesi aynı zamanda kendisini resmin üretiminden kaldırışına da vurgu yapıyor. Untitled (Cowboy) vahşi batı arketipindeki bir kovboyun maçoluğuna dayanan reklam amaçlı bir fotoğraf niteliğinde.
Yeazell, kurumlar tarafından şekillenen ve dil tarafından yönetilen bir sanat dünyasında, kasıtlı olarak başlıksız bırakılmış eserlerin bile bir şekilde duvarlara yayılan yazıların yanı sıra sayfalar dolusu pek çok akademik eleştiri ve yazı tarafından da eşlik edilmeyi başardığını not ediyor. Görünüşe göre dil gerçekten de kaçınılmaz bir olgu. Marcel Duchamp’ın meşhur sözünde de dediği gibi “başlık görünmez bir renktir – ve öyle bir renktir ki, iyi ya da kötü, en dirençli sanat eserinde bile yolunu bulur”.
*Hristiyanlık’ta Cebrail’in Hz. Meryem’e gelerek Hz. İsa’nın tekrar dirileceğini haber vermesi anlamına gelen İncil’de geçen terim.
**Kelsey Ables’ın Artsy’ye yazdığı yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
***Çeviri: Abdullah Ezik