Caitlind r.c. Brown ile Wayne Garett öncelikle merhaba. Sizleri tanıyabilir miyiz?
Biz, Caitlind r.c. Brown and Wayne Garett. Calgary, Kanada’da birlikte çalışan iki sanatçıyız. Pratiğimiz,yerel nesneleri yeniden anlamlandırmaya dayanıyor. Seçtiğimiz bu nesnelerden genellikle büyük ölçekli, ışık-temelli yerleştirmeler inşa ediyoruz. İşlerimiz sırasında ışığın sosyal etkileri, halkla olan etkileşimi, toplulukla işbirliğine girme, oyun oynama gibi durumları da keşfetmiş oluyoruz.
İzleyicileri şaşırtmak için çalışmalarınızda ışık oyunları, illüzyon etkisi yaratan yansımaları kullanıyorsunuz. İnsanlara bambaşka bir deneyim yaşatmak için üretime geçiyorsunuz. Cloud, New Moon, Solar Flare enstalasyon çalışmalarınızı bize anlatır mısınız?
Geçmişteki birçok çalışmamızda evrensel görüntülere odaklandık – Cloud, New Moon, Solar Flare , tüm bu çalışmalarımızda başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz doğal, göksel formları referans olarak kullandık; bulutları, ayı ve güneşi... Tuhaf, hatta bazen karikatüristik olsa da bu formlar dil engelini, kültürel farklılıkları, coğrafyaları aşarak dünyanın her yerinde kolayca insanlar tarafından tanındı ve fark edildi. Aynı şekilde, ışığı bir aracı gibi konumlandırmamız; parlak nesnelerin insanlar üstündeki sezgisel ve aklı baştan alan etkisine dayanıyor: Hem fizyolojik hem de psikolojik olarak, insanoğlu büyülenmiş gibi bu görsel şölene kendini kaptırıyor. Birçok işimizde tanıdık formları kullanıyoruz ve işlerimiz birbirini hiç tanımayan yabancılar arasında samimi bir sosyal alışveriş ortamı oluşturmada da aracı durumunda. İnsanların deneyimlerini paylaşabilecekleri bir geçit yaratıyoruz. Umuyoruz ki sonunda daha güçlü ve daha bağlı topluluklar oluşturabiliriz.
İnsanlara gizemli ve ışıklı bir dünyaya yolculuk bileti hediye ediyor gibisiniz. Bu fikir nasıl doğdu? Ortak bir karar mıydı? Ekip olarak mı çalışıyorsunuz?
Pratiğimiz geliştikçe, doğal olarak biz de ışık-temelli işler üretmeye doğru yöneldik. İlk iş birliğimiz film-temelliydi, projeksiyondan yanstılan filmleri kristaller ve aynalarla manipule ediyorduk. (genişletişmiş sinema) Daha geniş bir ortam yaratma fikri, bizim halkla yakınlaşmak, yenilikler için alanlar yaratmak, bakış açısının eleştirel yönleri için bir girişimizdi. İzleyiciyi fiziksel olarak işinize davet ettiğinizde, bu güçlü bir bağ kuruyor, izleyici işinizle karşılaştığında artık işinizin ayrılmaz bir parçası durumuna geliyor – bir çeşit performans sanatı. Cloud, New Moon gibi interaktif işlerimiz de izleyiciyle olan bu süreci kapsıyor; gözlük, şarap şişeleri, ampül gibi materyalleri kullanarak izleyiciyi işlerimize dahil ediyoruz.
Biz bir takım gibi çalışıyoruz, bunun yanında ikimiz de farklı proje ve alanlarda da yer alıyoruz. Çünkü ikimizin bambaşka geçmişleri var. Wayne; bir müzisyen ve makinist, Caitlind; bir ressam ve küratör. Aslına bakarsanız benzerliklerimizden çok bu farklılıklar bizi birlikte çalışmaya yöneltti. Yıllar sonra fark ettik ki birbirimize benzer yönlerimiz farklılıklarımızdan daha çok - ama hâlâ farklı özelliklerimiz bizim en büyük varlığımız.
İşlerinizi mekâna göre mi tasarlıyorsunuz? Yoksa mekânı sonradan mı belirliyorsunuz?
Bu koşullara göre değişir. Yeni bir işe başladığımızda alan ve temanın üzerinde bölgeye özel olarak, tüm detaylarıyla çalışmayı tercih ediyoruz. Örneğin Pera Müzesi, bu imtiyazlı müzeyi bir yıl boyunca ziyaret ettik; sea/see/saw işine başlamadan önce mimari formları gözlemledik, sosyolojik yapıyı anladık, coğrafi konumunu inceledik, çevresel özelliklerini keşfettik. Heykeli bu parçalarla birlikte, hayal ettik. Hayal gücü sonsuzdur ve onu oluşturan parçalar çevremizdedir.
Bir mekâna özgü enstalasyon çalışmalarındaki sınırlamalar hayal gücümüzün alt yapısını oluşturuyor. Bu sınırlamalar belirgin hale geldikçe, bambaşka hipoteteik sanatları kavramsallaştırmak daha kolaylaşıyor.
Elbette, bütün işlerimiz daha önceden belirlenmiş bir mekân için tasarlanmıyor -örneğin, Cloud bir düzine farklı ulusu ziyaret etti. İnteraktif işlerde izleyici de heykele dahil oluyor, çevresi insanlarla çevrili olduğu zaman ister istemez heykel de değişiyor.
Pera Müzesi ile yollarınız nasıl kesişti?
Pera Müzesi bundan bir yıl önce, kuruluşunun 10. yılı için bir kilometre taşı niteliğinde yeni bir iş tasarlamamız için bize ulaştı. Bu davet karşısında oldukça heyecanlandık. Neler yapabileceğimizi görmek için bir çok kez toplanıp konuştuk. Haziran 2014’te Kudüs’te başka bir işimiz sergilenecekti, böylece İstanbul’da da bir kaç gün geçirdik, bu bizim şehirle olan ilk deneyimimiz oldu.
Pera Müzesi’nin kuruluşunun 10. yılında özel bir proje hazırlandınız. sea/see/saw prrojesinin adı nereden geliyor?
sea/see/saw bir yanıyla kelime oyunu bir yanıyla da hem malzeme referansı hem de konsept hakkında bir ipucu taşıyor. Bu heykelle suyun gözle fark edilmeyen hareketini yakalamak, görünür kılmak istedik. sea/see/saw işinin “sea” kısmı bu bölümde anlatılıyor. “see” ise bu işin malzemesine dikkat çekmek için kullandığımız kısmını oluşturmakta. 14,000 gözlük camı kullanıldı bu iş için. “see” halka bambaşka, temiz bir bakış açısı sunmayı hedeflerken, “saw” gördüğümüz ve algılarımız hakkında ne düşündüğümüzün yansıması anlamına geliyor. Ne gördüğümüz algı, perspektik ve vizyonumuzu şekillendiriyor ve ne düşündüğümüz hakkında bilgi veriyor. “see-saw” da tıpkı çocuk parkındaki oyuncakların analog hareketi gibi, gözlük camlarının rüzgardaki hareketidir. “see-saw” aynı zamanda günümüz ve geçmiş zamana arasında gözlükleri kullanarak bir köprü kuruyor. İnsanların kullandığı objelerle derdini anlatıyor.
Haliç’in pırıltısını Pera Müzesi’ne nasıl yansıttınız? Bu çalışmayı nasıl hayata geçirdiniz? Çalışmanın pratiğini bize anlatır mısınız?
İstanbul’u ilk ziyaretimizde şehri tek bir nefeste göz kamaştırıcı, zengin, cezbedici, büyüleyici, korkunç, renkli, çok sesli, güzel, cesur, davetkar, maksimum, aşırı uçlarda bulmuştuk. Güzelim Haliç’in sakin ve dingin hareketi, güneşin üstünde yarattığı zarif ışık oyunları, insanı şehrin karamaşası ve sürekli deviniminden uzaklaştırmak için biçilmiş kaftandı. Biz de Haliç’in bu insana huzur veren hareketinin bir simülasyonunu yaratmak istedik. İzleyici bu simülasyonun bir parçası olacak ve kendini Haliç’in bu doğal hareketinin içinde kaybedecek, bir anlık da olsa şehrin dinamiklerinden kendini uzaklaştırma şansı elde edecekti. İzleyicinin de dahil olduğu, interaktif, basit bir kinetik bir yerleştirme yapmayı planladık. Kanada’ya geri döndük ve basit maket çalışmaları yaptık. Ancak bu eskiz, rüzgarın oluşturduğu dalga formlarını gözlemlemek için yeterince büyük değildi. Nihai heykel oluşturulurken çevresel faktörler gözetildi ve böylece iş zenginlik kazandı. Rüzgar tarafından oluşturulan zarif dalgalanmalar hassas bir ışıltı yarattı. Rüzgar ile hareket eden gözlük camları sayesinde cephenin detayları ve tüm incelikleri başka bir açıdan ortaya çıkmış oldu.
İstanbulluların kullanmadıkları gözlükleri bu proje için bağışlamalarını nasıl sağladınız?
Açıkçası, İstanbul’da bu gözlükleri toplamak Calgary’de toplamaktan daha zordu. Çünkü Calgary’de tanınmış kişileriz ve gizli bağlantılarımız sayesinde tuhaf malzemeleri daha kolay bir şekilde toplayabiliyoruz. Ayrıca Calgary çok daha küçük bir şehir (1.1 milyon nüfusa sahip) ve Kanada Lions Gözlük Geri Dönüşüm Merkezi (CLERC) adındaki kuruluş gözlükleri onarıyor ve uluslararası olarak 79 ülkedeki insanlara dağıtımını sağlıyor. Biz birer küçük hafiye gibi araştırarak CLERC’i bulduk ve küçük bir bağışla binlerce gözlük elde etmiş olmaktan büyük bir mutluluk duyduk.
İstanbul Pera Müzesi bu çalışma için bütün angarya işleri üstlendi, lobilerine gözlük bağış kutusu yerleştirdi. Küçük bir grup bağışta da bulundu. Bu çapraz-kültürel malzeme değişimi haline döndü ve sonunda iki şehirden de destek gördüğümüz için çok mutluyuz.
Metafor olarak “gözlük” neyi simgeliyor?
Bahsettiğimiz bağlamda, gözlüklerin değişkenlik gösteren perspektifleri ve kolektif görüşleri simgelediğini düşünüyoruz. Gözlükler dünyayı daha net görmek için kullanılmanın ötesinde derin kişisel “kalıntılar” “hatıralar” da taşır. Pera Müzesi gibi kültür kurumları bize birbirinden farklı persperktifleri çok çeşitli bir yelpazede sergileme fırsatı sunuyor. Bambaşka perspektifler sunulduğunda, ürettiğiniz işe halkın bambaşka bir yerden bakmasına şans verilir. Kullandığımız her gözlük camı eşsiz, bu demek oluyor ki binlerce farklı bakış açısı bir araya gelerek büyük bir hareketi oluşturuyor. Bu kavram, bizim İstanbul ile olan ilişkimize dayanıyor; şehrin özünde yatan tüm farklı unsurlar birleşerek çeşitliliği oluşturuyor, tüm taşlar yerine oturduğunda ise fikir doğuyor.
“Yeni bir keşif için, yeni yerler değil, yeni bir bakış açısı gerekir” diyor Marcel Proust. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Haklı mı?
Yeniden keşif hakkında çok düşünüyoruz, daha net bir bakış açısı kazanmak için çok benzer yerleri, mekânları ve nesneleri eğip-bükme fikri. Günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız nesnelere başka işlevsellikler katıyor; sıradan gibi görünen, aşina olduğumuz görüntüleri yeniden anlamlandırıyoruz. Bir ampulü yeniden-hayal edip onu kullanmak kadar kolay; metruk ya da terk edilmiş bir binanın potansiyelini yeniden-keşfetmek kadar karışık bir yapı.
Başkalarının bakış açılarını bilmeden, öğrenmeden, birbirinden farklı bakış açılarına ulaşmak çok zor; kolektif bir vizyona nasıl ulaşacağız? Netliğin, odak noktasının, bulanıklığın rolü nedir? Etrafımızda sürekli olup bitenleri yeniden nasıl göreceğiz, bunu yaparken kendimizi nasıl güçlendireceğiz? Pek çok farklı bakış açısını birleştirdiğimizde daha net bir resme ulaşabilecek miyiz?
Belki de Proust’un demek istediği “ Bir başkasının gözünden, yüzlerce başka insanın gözünden evreni gözlemlemek; her birinin gördüğü, her birinin olduğu yüzlerce evreni gözlemlemek.” (Marcel Proust, The Prisoner [and] The Fugitive: In Search of Lost Time)
Not: Caitlind r.c. Brown & Wayne Garrett'in sea/see/saw isimli enstalasyonu 5 Haziran-16 Ocak tarihleri arasında Pera Müzesi'nde görülebilir.