Genç yöneticilerinin hayalleri ile büyüyen galeri iki yıllık geçmişine rağmen Setenay Özbek’ten İbrahim Örs’e ve Bilal Hakan Karakaya’ya dek nice yerli sanatçının ve Jacques Tange’dan Bert Stern’e ve Ruth Biller’e dek nice yabancı sanatçının sergilerine ev sahipliği yapmış oldukça sade ve konuksever bir sanat galerisi. Kısacık geçmişine müzikle de beraber çok şey sığdıran Art 350 girişte bizleri karşılayan piyanosundan galeri bölümünde beyaz duvarlarını saran yapıtlara, mütevazi kütüphanesinden davetkar toplantı masasına dek özgün yapısıyla sanat izleyicisine sosyal bir ortam vaad eden nitelikli bir girişim. Bu nedenle Bağdat Caddesi üzerinde yer alan farklı konsepti ile göz dolduran Art350’yi merak ettik ve Artful Living okuyucuları için genç ekibiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.
Önce sizleri tanıyalım?
Ferhat Yeter: Adım Ferhat Yeter. 1981 yılında Berlin’de doğdum ve orada büyüdüm. Berlin’de Uygulamalı Bilim Üniversitesi’nde Uluslararası Medya ve Enformatik eğitimimi tamamladıktan sonra sanat ve medya sektöründe çalıştım. 2006 yılı itibariyle, Almanya ve Türkiye arasında, sanat sektörünün içindeyim ve bu süreçte ilgili bağlantılarımı geliştirdim. 2013 yılından itibaren de kardeşim Binnaz ile birlikte ART350 Sanat Galerisi yöneticiliğini yapıyorum.
Binnaz Gül Yeter:
Ben de 1989’da Berlin’de doğdum. 2013 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldum ve eşzamanlı olarak çeşitli sanat kurumlarında deneyim kazandım. 2013 itibariyle ağabeyim Ferhat ile ART350 Sanat Galerisi’nin yöneticiliğini yapıyorum. 2014 Eylül ayından beri de Londra’da Küratörlük ve Koleksiyonlar alanında yüksek lisans programına galeri yönetimiyle birlikte devam ediyorum.
Gizem Gedik:
1990 yılında İstanbul’da doğdum. 2013 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden ikincilikle mezun oldum ve sonrasında Edinburgh Üniversitesi’nde Modern ve Çağdaş Sanat: Küratörlük, Eleştirmenlik ve Sanat Tarihi yüksek lisans programını bitirdim. Öğrencilik hayatım boyunca çeşitli sanat kurumlarında iş deneyimi kazandım ve Türkçe-İngilizce sanat makaleleri ve eleştirileri yazdım. Eylül 2014’te ART350 ekibine ortak yönetici olarak dahil oldum.
Art 350 nasıl doğdu? Bize kurulum sürecinden ve hikayenizden bahseder misiniz?
ART350 2012 yılında Anna Laudel tarafından kurulmuştur. Bayan Laudel Düsseldorf’tan gelmiş ve oradaki sanat ortamının etkisiyle, beraberinde tekstil ve sanat okumanın getirdiği ilgi ve sanat ortamının içinde yer almasının vesilesiyle, uzun süredir iş için yaşadığı Türkiye’de böyle bir girişimle sanatçılara destek olmak istemiştir.
Art 350'nin sanat politikası ve yönetim politikası nedir?
ART350, hem Türkiye hem de yurt dışında çağdaş sanat üreten, özgün, modern ve çağdaş sanatçıları destekleyen ve uluslararası ilişkilerini geliştirerek Türk çağdaş sanat ortamına katkıda bulunmayı amaçlayan bir galeri. Yönetimde söz sahibi olan herkes bir araya gelerek tartışır, önerilerde bulunur ve bunların yorumlanması sonucunda sergi düzenlemeleri, yönetim biçimi ve görev dağılımı konularında ortak bir karara varılır. En önemli amacımız galerinin sanatçı isim ve eserlerini ön plana çıkarması, kendisinin ise bir aracı mekân olarak konumlanmasıdır.
Art 350 sanatçı seçiminde veya sergileme süreçlerinde hangi kriterleri göz önünde bulunduruyor? Ne tür sergilere yer vermeyi tercih eder?
ART350’nin en önemli amaçlarından birisi yerli ve yabancı sanatçıları bir araya getirmek, ilişkilerini geliştirmek ve aynı zamanda İstanbul’daki sanat ortamına dahil olmalarını sağlamak. Hem bilinen ve tanınmış sanatçılar, hem de genç ve yeni yükselmeye başlayan sanatçılarla sergiler gerçekleştiriyoruz. Bu alanda, daha çok, heykel, resim ve fotoğrafa odaklanıyoruz. Bir anlamda geniş kapsamda işler üreten sanatçılarla çalışmaktayız. Sergi programı genellikle bir yıl öncesinden belirleniyor, detaylar bu süreç içerisinde düşünülüyor. Bizimle çalışan sabit sanatçılarımız her iki yılda bir sergi gerçekleştiriyorlar. Öncelikle sanatçıyla iletişime geçiliyor, sergilemek istediği koleksiyon ve teması belirleniyor. Daha sonra bu parçalar galeriye getiriliyor ve mekana göre bir sergileme tasarımı yapılıyor.
Pek siz sanatçılara nasıl ulaşıyorsunuz veya onlar size nasıl ulaşıyorlar? Bağlantılar nasıl gerçekleşiyor?
Genelde biz ulaşıyoruz. Gelen ve bağlantı kurmak isteyen sanatçı da çok fazla oluyor. Çevremiz, tanıdıklarımız sayesinde ve bizim de araştırmalarımız sonucunda sanatçılara kendimiz ulaşıyoruz. Ortak bir fikirde buluşabilirsek bir sergi söz konusu oluyor.
En önemli sergileriniz nelerdir? Sizin için Art 350’yi anlatan, en iyi ifade eden sergilerden ve sanatçılardan konuşalım.
Tabii ki sergilerimiz arasında bir kıyas yapmak pek mümkün değil, çünkü ‘önemli’ kavramı kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir. Daha tanınmış mı demek, daha iyi eser üretilen mi demek? Ve bunun da kriteri nedir? Ya da daha özgün mü demek? Bunlar hep cevapları değişken olan sorular. O nedenle diyebiliriz ki genç sanatçılarımız hem günceli ve dönemi, hem de hızla değişen şehir hayatı ve kültürünü takip etme konusundaki potansiyellerinden dolayı gerçekten ön planda. Örneğin Ekin Su Koç, Bilal Hakan Karakaya, Görkem Dikel ve Emre Doğrusöz gibi isimleri bu açıdan sayabiliriz. Ancak, öte yandan, oturmuş bir tarzı olan tanınan sanatçılarımız da kendi imzalarıyla ve duruşlarıyla galerimizin yapıtaşları. Türkiye’den İbrahim Örs ve Ercan Yılmaz, yurt dışından ise Elvira Bach, Alfredo Garcia Revuelta ve Bert Stern bu açıdan örnek verilebilir. Dediğimiz gibi galeri aslında sadece bir mekân, yani sanatçı ve eserler olmadan tamamlanamayacak boş bir mekân; bizim de amacımız işlevsel olarak onları görünür kılmak ve tanıtmak. Bu yüzden aslında sergiler galeriyi ifade etmiyor, galeri sergilerden beslenerek bir kimlik kazanıyor.
Art 350 konum olarak kentin diğer yakasında, bir anlamda sanat piyasasının merkezinden uzakta konumlanıyor. Bulunduğunuz lokasyon ile galeriniz arasındaki ilişkiyi anlatır mısınız? Bunun size olan avantajları ve dezavantajları neler?
Avrupa yakası 1990’ların başından beri hızla gelişen bir galeri sektörünün merkezinde duruyor. Özellikle Tophane-Karaköy-Taksim üçgeni, son on yıldır da Nişantaşı-Teşvikiye, hem alternatif hem ticari faaliyet gösteren sanat merkezleri, banka galerileri ve özel galeriler, serbest girişim ve insiyatiflerle bezenmiş durumda. Ülkemizdeki en büyük çağdaş sanat merkezi de İstanbul Modern Sanat Müzesi; o da bu hattın içinde olunca Asya yakasındaki sanatseverler mecburen karşı tarafa geçiyor ve kültürel etkinlikleri takip etmek için her zaman oralara gitmeleri gerekiyor. Dolayısıyla günlük aktivitelerini yaşadıkları yakın bir bölgede gerçekleştirirken bir müzeye veya bir galeriye girip bir sanat deneyimi yaşayamıyorlar. Aslında Avrupa yakası da bir sanat merkezi değil, sadece belli semtlerde sanat mekânları var, belli bir hatta odaklanmış yerler olduğunu söyleyebiliriz.
Bizi de öyle düşünmek lazım. Asya kıtasında olmamız burada yaşayan bir kitleyi sanat ile bir araya getiriyor, sürekli izleyiciler yerine daha farklı ve yeni izleyiciler kazanıyoruz. Aslında burada da bir kitle var ve galerilerin konumu sanat piyasasındaki ilişkileri etkilememelidir. Ne yazık ki şu anda İstanbul’da belli bölgeler sanat konusunda daha duyarlı ve sanat mekânları da oralarda; bu kıtalarla değil merkezlerle ve kültürel duyarlılıklarıyla alakalı bir durum.
Peki, Anadolu yakasında bir galeri yönetmek nasıl bir deneyim?
Anadolu yakasında ya da Avrupa yakasında olmak yönetim açısından pek bir fark yaratmıyor, yani biz sadece aracı bir mekânız. Sanatçı seçimimizden sergi düzenlememize kadar her konu, olduğumuz bölgeyle alakalı değil; sanatseverlere ve sanatçılarımıza neler sunabileceğimizle, onların beklentilerine nasıl karşılık vereceğimizle alakalı. O nedenle, evet, bazen trafik sorunlarıyla ya da karşı taraftaki davetlerle, açılışlarla ve etkinliklerle ilgili sıkıntılarımız olsa da konumumuz yönetim biçimimizi, bakış açımızı ve galerideki günlük işlerin düzenlenme biçimini etkilemiyor.
İstanbul’daki sanat piyasasını ve fuarlarla hareketlenen bu yeni süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Gözlemleriniz ve değerlendirmeleriniz sonucunda, sizce Art 350 bu alanda nasıl konumlanıyor veya konumlanmak ister?
İstanbul sanat piyasası özellikle son on yıl içinde gerek özel sektörün desteği ve sponsorluğu, gerekse İstanbul Modern’in açılmasıyla birlikte, 2006’da ilk kez Contemporary Istanbul Fuarı’nın başlaması ve 2013’te Art International’ın ilk kez İstanbul’da açılması ile hareketlenmiş ve ivme kazanmış durumda. Çağdaş sanat ise hem güçlü bir yatırım alanı, hem de uluslararası sanat piyasasına açılmak için bir araç konumunda. Öte yandan 1989 itibariyle başlayan İstanbul Bienalleri, çok önemli ve başarılı uluslararası sanatçılarla birlikte küratörlerin de Türkiye’ye gelmesini ve buradaki sanat ortamında bulunmasını sağlıyor. Art Basel ve Frieze London gibi uluslararası fuarlar ve eş zamanlı fuar ve etkinlikler de artık sanat piyasasının ne kadar büyüdüğünü ve çağdaş sanata nasıl büyük bir yatırım yapıldığını göstermekte. Biz hem galeri olarak çok genciz, hem de yaş itibariyle çok genç bir ekibiz. O nedenle henüz İstanbul çağdaş sanat ortamı içinde sağlam bir şekilde konumlanmış olduğumuzu düşünmüyoruz. Ama Contemporary İstanbul Fuarı’na katıldığımızda tanımlandığımız gibi ‘genç ve yükselen’ bir galeri olarak büyümeye ve yerimizi sağlamlaştırmaya çalışıyoruz.
Yurt dışından galeriler veya sanat kurumları ile ortak girişimler söz konusu mu?
Yurt dışı bağlantılarımız, hem ekibimiz hem kurucumuz hem de kişisel ilişkilerimiz sayesinde oldukça güçlü. Ekibimizde herkes bir dönem yurt dışında yaşamış ya da eğitim almış durumda. Yabancı dil bilmek ve farklı kültürlerle etkileşim içinde olmak bu anlamda bize çok büyük avantaj sağlıyor. Şu anda yurt dışı fuarlarıyla iletişim halindeyiz; Berlin, Amsterdam, Londra, Edinburgh’da hem sanatçılarla, hem de sanat kurumlarıyla bağlantılarımız var. Zaten yıl boyunca en az dört beş tane yabancı sanatçıyla sergi gerçekleştiriyoruz, yabancı yayınlara yazılar ve tanıtımlarımızı veriyoruz.
Gelecek projeleriniz neler?
Öncelikle bir sonraki sergimiz için çok heyecanlıyız. Nisan ayında İspanya’dan Alfredo Garcia Revuelta adlı çok keyifli işler gerçekleştiren bir sanatçımız gelecek. Bunun için Cervantes ile de ortak bir açılış etkinliği düzenliyoruz. Bunun dışında yaz ayları için bir karma sergi planımız var. Eylül ayından itibaren ise yurt dışı sergi ve fuar planlamalarına başlayacağız. Özellikle genç Türk sanatçılarımıza yurt dışında pop-up sergi olanakları sunmak istiyoruz. Bir yandan da galeri mekânında yan etkinliklere, söyleşi ve workshoplara yer vermek istiyoruz.
Galeri girişinizde bir bar var? Biraz burayı konuşalım. Bu bar her zaman açık mı yoksa sadece sergi dönemlerinde mi açık?
Galerimiz gündüz saat 11.00’de açılıyor, gece 02.00 ve 04.00’e kadar açık olabiliyor. Ama galeri kısmı saat akşam 19.00’da kapanıyor. Bar kısmı daha yoğun. Haftada üç gün, Perşembe, Cuma ve Cumartesi akşamları saat 21.00 ve 22.00 civarı canlı müziğimiz başlıyor. Kerem Görsev ve İlhan gencer gibi sanatçıları ağırladık. Caz grupları çıktı. Aylık ve haftalık olmak üzere programlar hazırlıyoruz. Çok beğendiğimiz bir sanatçı olduğu zaman veya olumlu tepki aldığımız zaman o santçılarla beraber çalışmaya devam ediyoruz. Beraberinde yeni gruplara da yer veriyoruz. Daha çok müzik grubu odaklı bir yaklaşımımız var.
Barın varlığı bölgedeki insanların sanat izelemeye gelmelerinde teşvik edici bir rol üstleniyor mu?
Barı görüp gelen insanlar içeri girdiği zaman -her zaman gelen soru bu- şaşkınlıkla karışık “Burası galeri mi?” diye soruyorlar. Biz de buranın öncelikle bir galeri olduğunu belirtiyoruz. Bar, bunun yanında, onu keyifli bir mekân haline getiren bir bölüm. Genelde yurt dışında bu konsept çokca görülüyor, burada ise pek olmaması onu dikkat çekici kılıyor. Bize katkısı galerinin daha iyi tanınması ve aynı zamanda daha keyifli ve sosyal bir ortamın oluşmasına aracı olması. Çünkü sosyal ortam olmayınca insanlar galeriye girmekten de korkuyor. Burada her zaman çok fazla insan oluyor, bu da burayı keyifli bir mekân haline getiriyor. Barın düzenli bir müzik programı var, bunun için genelde herkese hitap edebilecek müzikler yer alıyor.
Peki, bar ve galeri birlikte mi açıldı, yoksa bar sonradan mı dahil oldu?
Bar hep vardı. Ama biraz daha büyüttük.
Barın varlığı galerinin satışlarını etkiledi mi peki?
Evet, buradan geçerken eserleri görüp beğeniyorlar ve satın alıyorlar.
Varlığınız bu yakada yaşayan sanata ilgili kimselerin galeri gibi girişimlerde bulunmalarına bir teşvik oldu mu, buna ilişkin gözlemleriniz neler?
Galeri F ve Olcay Art burada daha önce vardı, Galeri Ark yeni açıldı. Pop-art Galeri açıldı, ancak malesef kapandı. Buradaki olay aslında Tophane-Karaköy’deki gibi birbirini teşvik etmek üzere ilerlemiyor. Bu bölgede de galeri açmak üzere bir girişim var ama birbirinden çok örnek alınarak gerçekleşen bir süreç yok.
Bağdat Caddesi bölgesi Nişantaşı gibi biraz ekonomik düzeyi yüksek bir alan. Sizlerin de varlığı bu bölge için umut verici. Siz buradaki temel aktörlerden biri olarak burada bir galerileşme öngörebiliyor musunuz?
Zor, çünkü alışık değiller. Sevseler bile burada bir sanat merkezi görmeye alışık değiller, ilerde nasıl olur bilemiyorum. Ancak, iki yıldır, burada yaşayan sanatseverler için buranın varlığı çok güzel ve anlamlı. Sonuçta evinden çıktığında bir insan sanatsever ise bir sergiye veya bir müzeye gitmek isteyebilir. Karşı tarafta bunu herkes yapabiliyor. Bu bölgede bunu herkes yapamadığı için tabiki burada bir kaç galerinin olması çok büyük avantaj. Daha da fazla olması gerekir.
Kadıköy’de bir takım girişimler oldu. En önemlisi, kanımca, Yeldeğirmeni’ndeki hareketlilik. Kadıköy bölgesinde yer alan bir galeri olarak, mesafe olarak yakınlığınızı da düşünürsek, Anadolu yakasındaki sanat etkinliklerini güçlendirmek ve bölge bazında ilişkileri sağlamlaştırmak adına oradaki girişimlerle ortak bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz? Veya bölgesel anlamda projeleriniz var mı?
Biz de çok genç ve yeni bir galeri olduğumuz için önce kendi içimizdeki yapıyı sağlamlaştırmaya çalışıyoruz. Bu tür girişimleri bundan sonraki aşama olarak düşünebiliriz. Tabii ki Bilal Hakan Karakaya gibi orayla bağlantılı sanatçılarımız var. Mesela o orada yaşıyor ve üretiyor. Elbette bunları takip ediyoruz; ama şu an için kendi işlerimizi rayına sokup, ondan sonraki aşamada onlara destek verebiliriz.
Şu an galeride var olan sergiden konuşalım isterim. Serginin konusu nedir?
Şu an Brigette Spiegeler isimli Hollandalı bir sanatçının fotoğraf sergisine yer veriyoruz. Bu fotoğrafların her biri farklı ülkelerin farklı şehirlerinde çekilmişler. Sanatçı bir mekândan diğerine, yerin ruhunun arayışında ve aynı zamanda ‘yer-olmayan’ mekânların izinde bir yolculuk sürüyor. Fotoğrafların hepsi iğne delikli kamerayla çekilmişler. Zoomlanmamış, olduğu gibi olan fotoğraflar. Burada yer alan şehirlerin hangileri olduğunun bir önemi yok. Çünkü ‘yer-olmayan’ kavramı içinde insanların her zaman geçip gittiği istasyonlar, meydanlar, otel odaları var. Sanatçı bunları yakalıyor; bu mekânlar aslında insanların iletişim kurduğu mekânlar, fakat yer olarak çok ön planda olmayan alanlar. Sergide hem küçük boyutlu hem de büyük boyutlu fotoğraflar var. İstanbul’dan da bir kare var. Sanatçı kimi fotoğraflarda yerden çekim yapıyor, kiminde havadan çekim yapıyor. Bunlar da çok değişken.
Peki sergileriniz sırasında eserlerin yerleştirimi konusunda bir destek alıyor musunuz? Burada karar mekanizması nasıl işliyor?
Bir destek almıyoruz, kendimiz yerleştiriyoruz. Hepimizin sanatla ilişkili bir geçmişi ve konuyla ilgisi olduğu için ortak bir adımla hangi eser nereye olur diye karar verebiliyoruz.
Peki sergilere ilişkin etkinlikler var mı?
Sanatçıları zaten her zaman davet ediyoruz. Yemek organizasyonu da yapıyoruz, koleksiyonerleri de davet ediyoruz. Yabancı sanatçılar söz konusu olduğu zaman nasıl şeyler yapabilirz diye konsolosluklarla da görüşüyoruz.
İletişim faaliyetleriniz nasıl gerçekleşiyor?
Instagram, Facebook, Twitter gibi soyal medya araçlarını kullanıyoruz. Kimlerle bağlantı kurabileceğimiz kısmında araştırmalarımızı yapıp ona göre bir belirleme yapıyoruz, bu kişilere e-mail, telefon, bazen posta ile ulaşıyoruz.
Peki bu sergiye ilişkin bir etkinlik var mı?
Bu sergi ile ilgili 24 Mart 2015 tarihinde kokteylimiz olacak. Bu organizasyon sırasında büyük ihtimalle sanaçıyla burada soru-yanıt şeklinde gelişecek bir söyleşi olacak.
Dikkatimi çeken son bir ayrıntı var, sanatçı katalogları. Her sergi için yapılıyor mu?
Evet, önce sanatçının biyografisine, sonra sergi hakkında bir yazıya yer veriyoruz. Kataloğun kalan kısmında ise bütün eserlerin görsellerini künye bilgileri ile sunuyoruz.