21 EKİM, ÇARŞAMBA, 2015

(Öz)-Bellek: Bellek Öznesini Bulduğunda...

Sevil Saygı’nın mahremiyetini yeniden kazanmış, anonimleşmiş ve kendi üzerinde düşünümselliğini elde etmiş eyleyen modern bir zihnin dışavurulduğu işlerden oluşan, modernlik deneyimi üzerinde bizleri yeniden düşünmeye, bilhassa bilen bir özne olarak kendimiz ve egomuz üzerinde 'düşünüme' davet eden işleri, 31 Ekim 2015 tarihine kadar Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi’nde sergilenecek.

 (Öz)-Bellek: Bellek Öznesini Bulduğunda...

Uzaktan bakıldığında simetrik iki parçadan oluşan ancak kütleselliğini hissedebildiğimiz beyaz ve sarı dikdörtgenler ya da kareler gibi duran duvara iliştirilmiş kimi nesneler... Yakınına geldiğimizde üzerinde birtakım kabartıların, yazıların, kuş yuvasını andıran bir deliğin, asma bir kilidin, bir takvim parçasının, gazetelerin üst üste gelip dışarıya patlamış bir görüntüsünün, sargı bezini ya da yara bandını andıran nesnelerin, yırtılmış, kırpılmış, hırpalanmış kitap sayfalarının, sayfaların üzerindeki şeffaf tabakaların, mors alfabesini ya da terzilerin kullandığı çizgili-noktalı süreklilik içeren patronlarını anımsatan şekillerini içeren bir takım işler... Sanatçı dosyalar, günlükler ve kitaplar adını verdiği serilerinin toplamına “Bellek” ismini vermiş...

Tüm müdahale edilmiş nesnelerin belleği çağıştırması nedensiz değil. Bir anlam vermek üzere yolumuzu çizebilmek umuduyla, Popper’in Dünya 1, Dünya 2, Dünya 3 adını verdiği kavramsal çerçevesinden yola çıkmak makul görünüyor. Onun evrenimizi kavramlaştırmasına göre, Dünya 1 etrafımızdaki doğal olsun (çiçekler, ağaçlar, kayalar, balıklar vb.) ya da kültürümüzün maddi dışavurumları olsun (arabalar, uçaklar, klimalar, parklar vb.) kendimiz dışındaki nesnel dünyayı anlatmaktadır. Dünya 2, Dünya 1’i algıladığımız ve yorumladığımız dünyadır ve her birimiz kendi öznelliğimizle nesnel dünyadan çıkarımlar yaparız. Dünya 3 ise yaptığımız çıkarımlar sonucunda elde ettiklerimizin dışavurumları ile oluşan, insanlığın manevi boyutunun dışşallaştırılması ile kitaplar, günlükler, yaşam öyküleri, raporlar, makaleler biçimini alarak nesnel dünyanın parçası haline gelen, kütüphanelerimizi ve kitaplıklarımızı dolduran kısımdır. Bu kavramsal çerçeveyi, Saygı’nın işlerine vurduğumuzda Dünya 3’te yer alan kimi kültürel ve dışa vurulmuş manevi bilgi birikiminin somut ürünlerine Dünya 2’nin yeniden müdahale ve yorumu olduğunu görürüz. İşte tam bu noktada “bellek” kavramı gündeme gelmektedir, çünkü Dünya 3, Dünya 1 üzerine bilgilerimizdir ve sanatçının yeniden üzerinde düşünmesi ve müdahaleleri ile şimdi Dünya 3 yeniden Dünya 1 haline gelmekte ve Dünya 2’nin süzgecinden geçmektedir; buradaki zamansal gecikmişlik duygusu anımsama sürecidir ve ortada anımsadıklarımız kadar unuttuklarımız, göz ardı ettiklerimiz de vardır.[1] 

Karmaşayı basite indirgemek uğruna kütüphanelerimizi dolduran kitaplarımızın, günlüklerimizin, dosyalarımızın, raporlarımızın, makalelerimizin bir yanıyla insanlığın kültürel dolayısıyla toplumsal belleğinin ürünü, diğer yanıyla ise onları üretenlerin öznel yaşantısının sonucu ortaya çıkan yazılı ürünler olduğunu akılda tutmamız gerekmektedir. Kütüphaneler dolusu bilgi birikimi yazılı kültürel ürünlere dönüşürken birilerinin, bazen anonim bazen de gerçek kişilerin öznel süzgecinden geçmiştir. İşte bu noktada karşımıza çok ilginç bir olgu çıkmaktadır; kitaplar, raporlar, makaleler, gazeteler, biyografiler, öz yaşam öyküleri vb. başkaları okusun diye yazılmışken; günlükler, hatırlatma yazıları, kişisel planlar kendimize yazılmıştır. Sevil Saygı’nın işlerinde üzerinde çeşitli müdahalelerde bulunduklarının her iki türe de girdiğini akılda tutmamız gerekir ki böylece hem nesnel bir dünyaya, hem de öznel bir dünyaya ilişkin ikili hatta paradoksal göndermelerde bulunduğu anlaşılsın. Gerçekten de bir günlük geçmişin bir hatırasının belleğimizde şimdi anımsanmasının bir kaydı iken, bir kitap pek çok okuyucuya hitap eden ancak biz onu okuduğumuzda yani sadece o an için bizimle öznel bir bağlantıya giren nesnelleşmiş bir kültürel üründür. Sanatçı tüm bunlar üzerine 'yeniden düşünmekte', düşünümselliği ile günümüzde ortadan kalkmaya yüz tutmuş etken bir fail ve 'özne' olmanın yolunda ilerlediğini göstermektedir bize.[2]  

Günümüz çağdaş sanat eserleri dünyasında gezinirken neon ışıklarla yazılmış tek tümcelik hatta tek sözcüklük farklı tipografik karakterde, bazen kendisini yineleyen yazılarla karşılaşırız. Bazen bir toplumsal olaya ya da olguya göndermede bulunan fotografik bir hafızaya müdahaleler söz konusudur. Ancak tüm bunlarda ortak olan noktanın zaten içine bulunduğumuz maddi bir dünyanın aşırı sanallaşmış görüntülerinden oluşan fenomenlerin dünyası olduğunu algılamakta gecikmeyiz. Bu dünya bir yönüyle aşırı nesnelleşmiş bir gerçekliğin dünyasıdır ve üzerindeki müdahaleler de o dünyadan alınmıştır. Oysa Saygı’nın işlerinde farklı bir noktaya, öznenin yitip gittiği değil kendisini ortaya koyduğu kamusal bir alana kapılar aralanmıştır. Bu anlamda bir direniş, karşı çıkış ve isyan olanağı ile öznenin ve belleğinin açığa çıktığı görülmektedir. Kişisizleşmiş ve insansızlaşmış bir evrende piyasanın çarkları içinde güçsüzleşen, yitip giden, anonimleşen, dağılıp giden bir toplumun toplulukçu parçalarına kapanıp geriye çekilen, şiddete, savaşa ve bunalıma maruz kalan insanların görüntüsü ya da salt bir haz dünyasına dalarak mutluluk peşinde koşan, maddi refahları içinde duygusuzlaşan bencil bireylerin görüntüsü hakimdir sanat ortamına. Uzunca bir süre toplumsal bütünlüğün kurallarla, normlarla, sıkı yasalarla, eğitim ve aile kurumları ile sağlandığı bir evrenden dağılmaya, kural dışılığa, norm dışılığa, suça batan bir toplulukçu evrende tutunacak neyimiz kaldı ki derken bir anda bunun kendimiz olduğu aklımıza gelmelidir. Kendimiz ama bir toplumsal aktör olarak, bir kimlik olarak, bir öteki olarak, bir toplumsal rol üstlenicisi olarak değil salt kendimiz, egomuz, eyleyen bir özne olarak, etkin bir fail olarak kendimiz. Bu nasıl olacaktır? Gözlerimizin önüne yeniden sergiyi getirmeliyiz. Burada belli bir toplumsal ya da şahsi olaya ve olguya göndermede bulunan bir bellek durumu söz konusu değildir; kişisel anımsamaların hiçbir belirli olay ya da olguyu anımsatacak bir izine rastlamayız. Kabartılmış yazılara dikkatle baktığınızda bile okunması zordur, kendini yineleyen kısımlar olduğu görülür ancak yinelenenin ne olduğu bilinmez, bir takım kitapların anımsanmayan kısımları şeffaf bir örtü ile ortadan kalkmıştır ancak kitaplar nedir bilinmez, bir dosyanın sırtı ile karşılaşırsınız ama dosyanın içeriğini bilemezsiniz, birtakım yazılar çerçeve içine alınmış ve oklarla başka bir yere göndermede bulunulmuştur ama neyi imlediğini göremezsiniz, bir asma kilit vardır, bir boşluk şüphesiz kendi kişisel ve içgüdüsel anlamları içinde gidimlidir ancak mahremiyetin duvarlarına çakılıp kaldığından kendini ele vermez. Tek algılayabildiğiniz kendi üzerinde düşünen anonim bir öznenin varlığıdır. Düşündüğünü size göstermekte; ancak ne düşündüğünü, neyi anımsadığını, neyi unuttuğunu bilmemekteyiz. Edimin kendisi ön plana çıkarken nasıl eylendiği, neyi eylediği, neden eylediği ortadan kaldırılmaktadır. Sigmund Freud’un Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları’nda dile getirdiği gibi, aslında unutuş diye bir şey toplumsal bellek için pekala mümkün iken kişisel bellek açısından “ruhsal yaşamda bir kez ortaya çıkan hiçbir şeyin ortadan kalkmadığını, her şeyin bir şekilde korunduğunu ve uygun koşullarda (örneğin gerileme yeterince eskilere gittiği zaman) tekrar gün ışığına kavuşturulabileceğini” söyleyebiliriz. Bu anlamıyla özne “varolan hiçbir şeyin ortadan kalkmadığı ve eski gelişim evrelerinin tamamının en son evrelerle birlikte varlığını sürdüğü bir bütünlük”[3] olmaktadır.  

Bu temaların izini Saygı’nın işlerinde de görmekteyiz. Geçmişte okunmuş bir kitap oradadır, o kitabın orada olması insanlığın nesnel bir ürününün varlığı kadar öznel bir seçimin ürünüdür. Geçmişte okunmuş, bitirilmiş ve hafızada bir iz bırakmıştır. Ancak hatırlanmaktan azade bölümler şeffaf kısımlara ayrılmış, kimi kısımlar parçalanmıştır. Böylece elimizde kalan öznel bir müdahalenin içinden geçirilmiş bir nesne haline geldiği biçimiyle bir kitaptır. İlk baştaki geçmiş anlamındaki kitap, Huyssen’in doğru bir biçimde betimlediği gibi “belleğin içinde yalın bir halde bulunmaz, anı haline gelmesi için dile getirilmesi gerekir. Bir olayı yaşamak ile onu bir temsil içinde anımsamak arasında bir yarığın oluşması kaçınılmazdır.”[4] Okunduğu andaki kitap ile şu anda anımsanan bir geçmişin esetetik bir biçimde müdahalede bulunulduğu ve temsil edildiği andaki kitap arasındaki farklılıklardan doğmuştur Saygı’nın işleri. Benzer bir olguyu ilk tutulduğu andaki günlükler ile estetize edilmiş günlükler ya da ilk anda tutulan dosyalar ile müdahale edilmiş dosyalar arasındaki farkta da dile getirmek mümkündür. Tüm bunlarda geçmişe müdahale eden, onu şimdiye uyarlayan ve geçmişi şimdinin gözünden güncelleyen modern bir bireyin izini sürmek mümkündür.

En mahrem anların cinsellikle örülü olduğu düşünülen bir dünyada zihnin ve aklın en ussal yanlarından birisi olan hafıza ve belleğin aslında daha mahrem ve kişiye özgü olduğunu düşündüren bir modern birey tasarımının geri döndüğünü algılamaktayız. Zihnin kıvrımları içinde anımsanan olgular arasında nesnel olan tek ayrıntı işlerin üzerinde atılan tarihlerdir yalnızca. Ama o tarihte ne olmuştu? Belki de o işin tamamlanış tarihidir ancak öyleyse niye bir kaç kez tekrar etmektedir? Çok önemli ancak bize kapalı şahsi bir olay gündemdedir ancak ne olduğunu bilemeyiz. İşte bu mahremiyet duygusu, cinselliğin bile bir gizem olmaktan çıktığı, ekonomik bir eyleme indirgendiği ve aşağılandığı bir evrende, “dünyanın büyüsünün kaçtığı” bir noktada yeni bir büyülenme ve merak nesnesidir. Bilgi nesnelerinin hele ki yazılı olanlarının çoktandır sıkıcılıkla özdeşleştirildiği, dışlandığı ve ötelendiği bir dünyada, yeni bir gösterime, müdahaleye, temsile ihtiyacı olduğu çok açıktır. Bunu toplumsal alan dağıldığına göre, ortaya koyacak olan özne fikridir, hatırlamaları, unutuşları, acıları, sevgileri ile gündeme getirmelidir; ancak belli bir gösterime sahip olsa idi, çok kolayca kitsch’leşebilir, oradan oraya çekilebilir ve anlamsız bir boşlukta salınıncaya kadar tüketilebilirdi. Mahremiyetini yeniden kazanmış, anonimleşmiş ve kendi üzerinde düşünümselliğini elde etmiş eyleyen modern bir zihnin dışavurulduğu işlerden oluşan, modernlik deneyimi üzerinde bizleri yeniden düşünmeye, bilhassa bilen bir özne olarak kendimiz ve egomuz üzerinde 'düşünüme' davet eden  işleri, 31 Ekim 2015 tarihine kadar Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi’nde izleyebilirsiniz. 


[1] Karl Raimund Popper and John C. Eccles, The Self and Its Brain, Berlin: Springer International, 1977, p.30-50.

[2] “Özne fikri”nin yeni bir paradigma olarak geliştirilmesi üzerine Bknz. Alain Touraine, Bugünün Dünyasını Anlamak İçin Yeni Bir Paradigma (Çev. Olcay Kunal), İstanbul: YKY Yayınları, 2007.

[3] Sigmund Freud, Uygarlık, Din ve Toplum, “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları” (Çev. Selçuk Budak), İstanbul: Öteki Yayınları, 1995:252-253.

[4] Andreas Huyssen, Alacakaranlık Anıları (Çev. Kemal Atakay), İstanbul: Metis Yayınları, 1999:13. 

1
12796
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Murat KARAGÖZ
21.10.15
16:45
LOVE IT
Geldanlage