Hem ulusal hem de uluslararası platformda izlediğimiz Kezban Arca Batıbeki, önümüzdeki günlerde Contemporary İstanbul’da yepyeni çalışmalarıyla sanatseverlerle buluşuyor. Biz de bu vesileyle kendisiyle sanatından 14. İstanbul Bienali’ne, Türkiye’de güncel sanatın durumundan Contemporary İstanbul’a dek pek çok şey konuştuk.
Sizi Türk çağdaş sanatının güçlü kadın figürlerinden biri olarak biliyor ve izliyoruz. Fotoğraf, resim ve yerleştirme gibi farklı ifade biçimlerini kullanarak hem çok sesli hem de çok özgün, kendine münhasır bir duruş sergiliyorsunuz.
Öncelikle görüşünüz için çok teşekkürler. Başladığım güne göre kıyaslayacak olursak tüm dünyada sanata bakış açısı çok değişti, bu gelişmelere ayak uydurmak gerekiyor. Aksi takdirde günden güne yenilenen güncel sanat ortamından elenmek çok kolay. Sanatla uğraşan insanlar olarak bilgilerimizi, dünya ve sanat görüşümüzü sürekli yenilememiz, gelişmeleri yakından izlememiz gerektiğine inanan biriyim. Tüm bunları yaparken, kendim olmaktan uzaklaşmamak için de bayağı bir çaba göstermek durumundayım. İlginç, farklı akımlara kapılıp, bambaşka yollara sapmak çok kolay, ama o zaman beni ben yapan ögeleri kullanmadığımda, diğerlerinin arasında kaybolacağımın farkındayım.
Öncelikle farklı ifade biçimlerine yönelmenizin nedenleri nelerdir? Kanımca bu duruşunuz sizin sanat üretiminize ve izleyici ile ilişkinize bir dinamizm katıyor. Farklı anlatım biçimlerinin size ve üretiminize katkıları nelerdir?
Kişilik olarak yenilikçi ve gelişmelere açık bir yapım var. Aynı işler üzerinde uzun süre çalıştığımda, kendimi tüketiyomuşum gibi bir duyguya kapılıyorum. Kendimden, yaptığım işlerden, her şeyden sıkılmaya başlıyorum. Bunu önlemenin en iyi yolu da farklı bir alan üzerinde çalışmaya başlayıp diğerini bir süre dinlenmeye bırakmak. İşte o zaman, yeni alanlara başlamanın verdiği heyecan o dediğiniz dinamizmi yaratıyor.
Çalışmalarınızda ortak bir figür olarak kadını görüyoruz. Eserlerinizde kadın figürünün bir odak noktası haline gelmesi neden kaynaklanıyor? Kadınlar eserlerinizde nasıl bir karakterde, hangi duygular ve ifadeler içinde yer alıyor?
Bir kadın olarak, en iyi tanıdığım varlık üzerine çalışmak doğru geldiği için konularım hep kadınlar üzerinedir. Türkiye’de itilip kakılan kadınlara; ayağa kalkmalarını, didişecekleri yerde birbirlerini desteklemelerini, her şeyi babalarından, eşlerinden beklemeden kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmalarını öneren işler yapıyorum. Ve bunları mümkün olduğunca klişelere bel bağlamadan, ironik bir dille anlatmak hoşuma gidiyor. Görevim ders vermek değil, anlamak isteyen işlerimin altındaki altyazıları gayet iyi okuyabilir.
Özellikle bazı resim çalışmalarınızda farklı materyalleri kullandığınızı görüyoruz. Resimde materyal kullanımına yönelik tutumunuz nedir?
İşlerimde farklı malzemeler kullanmak çok hoşuma gidiyor, hepsi bende bir çeşit kendimle yarış duygusu uyandırıyor. Bu malzeme bazen eski bir duvar halısı, bazen ahşap bir TV sehpası, gerçek bir televizyon ya da kağıt kolaj olabiliyor. Belli bir konu üzerinde işleri düşünmeye başladığımda ona en uygun malzeme ya da materyaller kendilerini bir şekilde hatırlatıyorlar.
Fotoğraf çalışmalarınız da eserleriniz arasında bir çeşitlilik sağlarken izleyiciye oldukça farklı bir deneyim sunuyor. Kullandığınız materyaller, kurgularınız farklı bir bütünlüğe sahip. Biraz fotoğraf çalışmalarınızdan ve fotoğraf dilinizden bahseder misiniz?
Okulda grafik eğitimi alırken fotoğraf eğitimi de aldım. Sonra yıllarca fotoğraf çektim, zaman zaman magazinlerde fotoğraf editörlüğü yaptım, ama çektiğim fotoğraflarla sergi açmak aklıma bile gelmedi. Fotoğrafta herkesin kendine özel bir dili olması gerektiğini düşünüyordum, ama bende henüz öyle bir dil oluşmamıştı. Yaptığım her iş gibi o da diğer işlerimle ilişkili olmalı, benden bir parça taşımalıydı ki bana ait ve samimi olabilsin. Yoksa çok iyi fotoğraf çeken onca fotoğrafçının arasında kendime bir yer oluşturmam mümkün olamazdı. Bu nedenle doğru zaman kendini belli etti zaten. Konularımı, kendimde, evimde, objelerimde buldum ve ne zaman ki fotoğrafta kendi dünyamı yakaladım, işte o zaman sergileme zamanı geldiğini anladım.
Geçen yıl kasım ve aralık aylarında “Manzarasız Bir Oda” isimli kapsamlı bir sergi yaptınız. Orada babanız Atıf Yılmaz’ın ünlü filmi “Aaahh Belinda” için çektiğiniz filmin 9 dakikalık yeni bir versiyonuna yer verdiniz. Daha önce sinemaya yönelik deneyimleriniz de söz konusu. Kısa veya uzun metrajlı film projeleriniz var mı?
Evet, geçmişte, Atıf Yılmaz’ın üç filminin sanat yönetmenliğini, pek çok filminin afişlerini, jeneriklerini yaptım, set fotoğraflarını da çekmiştim. Bu sergi üzerinde çalışırken, üzerinde çalıştığım tüm alanlardan örneklerin de sergide yer almasını istedim. Kısa film bu alanlardan biriydi. O zamana kadar sadece home-made/ev-yapımı video işleri yapmıştım. “Ahh Belinda!..”, konu olarak, sergide anlatmak istediğim, dışlanmışlık, yalnız bırakılma, ötekileştirme gibi konulara bir başka açıdan, eşcinsel bir erkeğin gözünden bakabilecek bir format için de çok uygundu. İkisi o kadar örtüşüyordu ki olaya bir de onların gözünden bakmalıydım. Benim her zaman projelerim vardır, ancak neyi ne zaman yapacağımı hiç bilemem. Zamanı geldiğinde bir şey beni dürter ve düşünmeden işin içine dalarım.
Türk çağdaş sanatına yönelik değerlendirmeleriniz, hem dışarıda hem içeride yer alan bir sanatçı olarak gözlemleriniz neler?
Türk güncel sanatında, son yıllarda çok büyük ilerlemeler kaydedildiğini görüyoruz. Ama Türk sanatçılar olarak dünya güncel sanatında henüz ciddi bir yer ne yazık ki edinemedik. Ancak bienallere katılan bazı isimlerin, yurt dışında ufak bir çevrede tanındığını gözlemliyorum, bu çevre de zaten güncel sanatın kaymak tabakası. Fakat arada doğru ilişkiler yoksa, bu isimlere yabancı müzelerden, koleksiyonerlerden, ne yazık ki, büyük bir talep geldiğini düşünmüyorum. Türkiye daha yeni yeni kendi sanatçılarını yurt dışında destekleyecek SAHA Derneği gibi bazı formüller üretmeye başladı. Bu oluşumlar sayesinde, gerekli finans ve ilişki sağlandığında, Türk sanatçılarının yurt dışında tanınmalarını sağlamanın çok da zor olmadığını zamanla göreceğiz.
14. İstanbul Bienali’ne ilişkin değerlendirmeleriniz neler?
Bu bienali, öncelikle çok yaratıcı bulduğumu belirtmek isterim. İzleyiciden, izleyiciden öte katılımcıdan, interaktif ve yaratıcı olmasını bekleyen ilginç bir düşünce yapısı var. Aslında kendisi işin bir parçası olup, iş içermeyen bölgeleri, adresleri bienale eklemek fikri çok yaratıcı gerçekten de... Zaten Carolyn Christov-Bachargiev küratörlüğündeki Documenta’yı da çok beğenmiştim. Ancak eleştirilerim de yok değil. Seçilen bazı işleri fazla tekrar, yeni bir şey söyleyememiş, garantici ve fazla handcraft bulduğumu söyleyebilirim. Ana mekânlardan favorilerim; Rum Okulu, Büyükada ve Küçük Mustafa Paşa Hamamı. Ve bütün, aslında orada olmayan işler....
Contemporary İstanbul’da sergilenecek çalışmanızdan bahseder misiniz? Nasıl bir çalışmayla sizi izleyeceğiz?
Nadir bulunan, büyük boy antika anatomi posterlerini buldukça alırım. Ama ne yazık ki istediğim gibi, resimsel tat oluşturabileceğim gibi olanlara çok az rastlıyorum. Tıp okulları için üretilmiş, yaklaşık 100 yıllık posterlerden söz ediyorum. Daha önce bulduğum iki tane üzerine çalışıp sergilemiştim. Geçen yıl bu şahane materyallere yeni arkadaşlar geldi. Onları mahvetmemeye çalışarak, üzerlerinde kolajlarla, kendi ağızlarından bir takım öyküler anlattırmaya çalıştım. Zaten çok değerli bir şey üzerinde çalışmak ve onun çalışma sırasında yok olma olasılığı bayağı gerilmeme neden oldu, ama benim açımdan sonuç tatminkar. Bu işlerde; geçmiş, gelecek ve tabii ki bana özgü, kadın-erkek durumlarına ironik bakış açıları bulacaksınız. Bu arada istediğim sonucu alabilirsem bir de küçük yerleştirmem olacak.
Art Miami, Abu Dhabi, Dubai Art Fair, ve INN London gibi nitelikli fuarlara katılan ve yurt dışında eserlerini sergileyen bir sanatçı olarak İstanbul’un “sanat fuarları” kapsamında nasıl bir konuma sahip olduğunu düşünüyorsunuz? Özellikle Contemporary İstanbul’un sürecini ve ARTINTERNATIONAL gibi diğer sanat fuarlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Her ikisinin de çok başarılı olduklarını düşünüyorum. Ama bence Contemporary İstanbul’un çok ayrı bir yeri var. Türkiye’ye gerçek anlamda, dünyaya açılabilecek nitelikte ve kapasitede bir fuar kazandırdılar. Dünyadaki yeri ve tanımı giderek gelişiyor ve bu fuarda çok da iyi satışlar gerçekleştiriliyor. Galerici, koleksiyoner ve sanatçı üçgeni memnun. ARTINTERNATIONAL ise zaten tecrübeli ve yurt dışında defalarca bu oluşumu yineleyip, başarılı olmuş yabancı bir fuar. Bence koleksiyonerler; yabancı sanatçıların işlerini almak için ARTINTERNATIONAL’ı, kendi sanatçılarının işlerini almak için de Contemporary İstanbul’u izliyorlar. İzleyici için her ikisi de büyük zenginlik.
Yakında gerçekleştireceğiniz projeleriniz var mı? İzleyiciyi ne tür şeyler bekliyor?
Bence sürpriz olsun. Ama ilk işim farklı bir fotoğraf projesi olacak.