28 NİSAN, SALI, 2015

Kan ve Gözyaşı: Volkan Yıldırmaz röportajı

Çalışmaları ile farklı sanat mekânlarında karşılaştığımız sanatçı Volkan Yıldırmaz ile 311artworks’teki son kişisel sergisi ‘I’m Turkish’ üzerinden sanatsal üretimine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kan ve Gözyaşı: Volkan Yıldırmaz röportajı

Öncelikle bize biraz kendinden bahseder misin?

İstanbul’da doğdum. İstanbul’un hemen hemen her yerinde yaşadım, Kadıköy’deki atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum. Yeditepe Üniversitesi Resim Bölümü’nde eğitimimi sürdürürken değerli hocalarla çalışma fırsatı buldum. Özellikle eğitim sürecimde Özdemir Altan’ın desteği sanatsal üretimimin devamlılığı konusunda katkı sağladı.

2003 yılında Kiplast Sanat’ta ilk kişisel sergimi açtım. Sergi öncesi Artist dergisinde hakkımda çıkan yazıda "referanssız bir usta" tabiri beni çok motive etti. Bunu takiben on yıl boyunca yeni figuratif olarak tanımlayabileceğimiz dışavurumcu birçok eser ürettim.

2002 yılında, Royal Talens tarafından gerçekleştirilen üniversiteli öğrenciler arasında yağlı boya kategorisinde ‘’Kusçu’’ isimli çalışmam ile ödül aldım. Resim dışında heykel ve yerleştirmelerle de uğraşıyorum. Birkaç sokak sanatı festivalinde büyük boyutlu duvar işleri yaptım. Çocukluğumdan bu yana tutkuyla bağlı olduğum kaykay sporu sokaktaki bu alt kültürün içine dahil olmamı sağladı. Fakat kendimi bir sokak sanatçısı olarak görmüyorum. Daha önce kullandığım kaykaylar 311 Artworks’deki son kişisel sergim ‘I'm Turkish’de malzeme olarak serginin büyük bölümüne hakim oldu. Üç, dört senedir uğraştığım soyut araştırmalarımın son geldiği nokta bu diyebilirim.

Volkan Yıldırmaz ©Korhan Karaoysal

Sanatsal pratiğine bakınca figüratif resimden, soyut resme geçişlerin süreç içerisinde baskın farklı kimlikler olarak karşımıza çıkıyor. Bu değişimi neye bağlıyorsun? 

Aslında benim figüratif resmimin içinde hazır malzeme ve soyutlamalar hep vardı. Belirli yaşlarda insan doğası dışavurumcu ürünler vermeye müsait oluyor. Bu figürlerin söylemleri sertti. Dilleri sivri, dünyaları karanlıktı. Yani bunlarla dövüş tutanları yaralayıcı özellikleri vardı. Yalın ve direkt… Bir takım figüratif resimlerle uğraşıyorum, bunları bir araya getirip izleyici karşısına ne zaman çıkartacağımı bilmiyorum fakat şunu söyleyebilirim artık; ne zaman dövüşeceğimi biliyorum.Temkinli ve sabırlı davranıyorum bir yandan da soyut üretimimdeki sonsuz yolculukta bulguların yüzeye çıkartılması her iki yapı türünün de vazgeçilmezi. İyi bir gözün bu ikisi arasındaki kardeşliği görmemesi söz konusu değil. Kısacası kat edilen yolda, sanatın kendisinde de böyle bir  kısıtlama yoktur, davanın işine yarayacak hiçbir yapı, form, teknik, söylem, kurgu, değişikliğinden ya da malzemeden kaçmıyorum. Hayalini kurduğum işler bunları bana söylüyor, ben de aktarımı konusunda bir o kadar samimiyim. Bir örnek vermem gerekirse tarihi Sümerbank binasında yapılan Emre Zeytinoğlu’nun yazdığı ‘My name is CASPER’ karma sergisinde bir yerleştirme yaptım. Burada duvarın içinden geçiyormuş gibi gözüken bir kaykaycı vardı. Bu heykeli duvardan geçirirken daha önce hiç yapmadığım gibi tamamı gerçek malzemeden yani kendi pantolonumu, ayakkabımı, kaykayımı vs. kullandım ve  ismini serginin genel ismi olan “My name is Casper” koydum. Orada buna ihtiyaç duydum. Bu sonuçta gerçekci bi heykeldi. Sonrasında gerçekci bir heykel daha yapmadım. Bu bir daha hiç yapmayacağım anlamına gelmiyor tabii ki de. 

Bu serginin çıkış fikri neydi? Neden I'm Turkish...

Gezi sürecinden önce Borusan ArtCenter sanatçılarından biriydim. Bu programa hem figuratif hemde soyut çalışmalardan oluşan bir dosyayla başvurdum. Necmi Sonmez’in başında olduğu seçici kurul tarafından kabul gördüm ve ‘Söylenmemiş Yazılmamış’ sergisine büyük boyutlu non-figuratif bir pentür ‘pink is not dead’ ile katıldım. Necmi Sönmez’in hakkımdaki sergi yazısında “2013 yılında tuval resmi kendini dijital algıya karşı konumlandırabilmek için nasıl bir duruş geliştirmelidir? Yıldırmaz bu sorunun cevabı olarak yorumlanabilecek olan çalışmasında sayısız rengin üst üste bindirilmesiyle kurgulanmış olan bir "over-all" tekniği geliştirerek, duygulara hem açık hem de kapalı anlam adacıkları kuruyor. Siyah bir duvar üzerinde sergilenen bu çalışmadaki hareketlilik olgusu, video tekniğinin yardımıyla değil de, sıcak ve soğuk renklerin birbiriyle olan ilişkisine göre gündeme geldiği için özellikle dikkat çekicidir’’ yer alır. Bunu belirtmemin sebebi son sergimdeki işlerin yapısal olarak ilk örneklerinden olmasıdır. Daha sonra ArtCenter kapatıldı. Akabinde Gezi olayları patlak verdi o sırada Alman uyruklu kız arkadaşımla Elmadağ’da yaşıyorduk. Olayların göbeğindeydik. Bu duruma dayanamadığımız için Berlin’e taşındık ve orada bir sergi yaptım. ‘When the wood turns into plastic’ adlı sergide Gezi sürecinde yaşananlara göndermelerde bulunan çalışmalar bulunuyordu. Örneğin ‘plan for a non-shoping center’ adlı heraketli soyut algısının baskın karakterini gösteren çalışma Alman izleyicsinin ilgisini çekti. Sonraki süreç içerisinde Türkiye’ye döndük ve İstanbul yerine önce Ege’de bir karavan bölgesine yerleştim. Hemen hemen her gün denize çıkıyordum. Kıyıya vuran plastik atıkları toplamaya başladım. Renkleri pastelleşmiş bu sanat elemanlarını doğada bir araya getirmeye başladım. Burda yine armoniye yönelik soğuk sıcak renk kompozisyonları yer alıyordu. Bunların ismini de ‘denizden gelen’ koydum. İstanbul’a döndükten sonra Kadıköy’deki atöyemi tuttum.

Eskiden kalan bir çok kaykay tahtamı atölyenin ortasına yığdım. Hayalim bunları parçalara bölerek yeniden kugulayarak yeni bir formda birleştirmekti.Yeni serim için daha çoğuna ihtiyaç duydum ve o camiada tanınan ve sevilen bir kaykaycı olmanın avantajıyla bir çok kişiden eski kırık kullanılmayan kaykay tahtalarını topladım. Bunlar yedi kat akça ağaçtan oluşan bir yüzleri zımparadan diğer yüzleri de serigrafi baskıdan oluşan rengarenk paletlerdi benim icin. Hem sokağın izleri hem de eski sahiplerinin karekterlerini barındırıyordu. Yekten bütüne gitmek için biçilmiş kaftandılar. Daha sergi ismi yoktu. İlk olarak serginin major parçası olan filika ortaya çıktı. Bu bir kurtarma botuydu benim için. Bunları kesim ve birleştirme esnasında kullandığım mobilya atölyesinde yaptım. Bu heykel aynı zamanda bir çağdaş mozaikti. Peşi sıra rolyef ve mozaik olarak adlandırabileceğim izleyicinin de gözünden kaçmayan oryantel işler ortaya çıktı. Bambaşka bir kültürün ürünü olan kaykaylar artık Türkler’indi. Hatta içlerinde bu toprakların doğrusal olmayan haritalarını barındırıyorlardı. Sanat ortamındaki kimlik ve aidiyet kavramı birdenbire karşımdaydı. Irkçı olmayan yapımla tezatlık içeren serginin ismini bu nedenle ‘I’m Turkish’ koydum. Sanatın karşıtlıklardan doğduğuna inanırım.

©Korhan Karaoysal

Yaygın olarak güncel sanattan bahsedersek eğer; ortak dilin çoğunlukla İngilizce olduğunu görüyoruz. Bu serginin başlığının İngilizce olmasının bu durumla ilişkilendirdiğin bir noktası var mı? Yurt dışındaki başka farklı dönemlerde yaptığın projelerde, bir Türk sanatçı olarak kendini farklı dilde anlatmaya başladığında kişisel bir sıkışma yaşadığın anlar oldu mu?

Kişisel bir sıkışma diyemeyiz. Figuratif resimlerimin hemen hepsi Türkçe isimlere sahipti. Basit isimler; tuvalet, zehir, ayna vs gibi… Resim zaten söyleyeceğini söylüyordu. Sergide veya katologda çevirisi yapılıyor ve sıkıntı yaratmıyordu. Daha sonraki soyut çalışmalarımda kullandığım kavram veya göndermelerde İngilizce bazen Almanca yani kendi anadilim olmayan isimler kullandım. Örnek vermem gerekirse bu sergide ‘der lile reiter’ isimli bir çalışma var. Almanca bir isim terchim aslında  sanat tarihinden  ‘der blaue reiter’dan etkilenmiş olmam ile ilişkili.

Daha önceki sergi isimlerinden ‘le fauve’ burada vahşicilik akımıyla serginin ana figürü olan bir canavar ve akımla benzerlik gösteren vahşi çiğ renklerin kullanımıyla bağdaşıyor. Bu bakımdan evrensel olmasının dışında dikkatli izleyicinin farkına varabileceği, göndermeler içeriyor bu isimler, özellikle tercih ediyorum bunu. ‘I'm Turkish’i de böyle planladım.

Sergiyi ne kadar bir zamanda ortaya çıkardın?

Yaklaşık bir sene belki biraz daha fazla. Bunlar tek başlarına bir sene sürmedi tabii başka işler de ortaya çıktı. Burada gördüğünüz benim sergi için yaptığım seçki. 

Volkan Yıldırmaz ve Mehmet Kahraman ©Korhan Karaoysal

Bildiğim kadarıyla doğrudan bir galeriyle, temsil üzerinden çalışmıyorsun. Bağımsız bir sanatçı olarak bu tercihinin artıları ve eksileri nelerdir? 

Yaklaşık on beş  senedir sergi yapıyorum. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Devamlı bir galeriyle çalışmadım. Bunun sebebi işlerimin birbirinin replikası olmaması. Bu kaygıyı yaşamak istemiyorum. Bu doğrultuda çalışacağım bir galeride de hissetmeliyim. Serilerimin değerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini hissedebilecek birileri ile, daha fazla seyirciye ulaşmak için ilerideki zamanlarda tabii ki çalışmak istiyorum. 

Önümüzdeki süreç içerisinde yapmayı düşündüğün çalışmalar ya da planladığın başka projeler var mı?

Bu sergi sonrası İzmir Urla’da bir sörf ve kaykay okulu oluşumu içerisinde yer alacağım. Orada bana sağlanacak imkânla yeni heykel ve resimler üretme olanağım oluşacak. Öncesinde birkaç yer ile görüşeceğim. Önümüzdeki yıl nerede, ne zaman karşınıza çıkacağım şu an kesin degil…

0
9594
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage