Paula Rego’nun eserleri “Hikâyelerin Hikâyesi” başlığıyla Türkiye’de ilk kez Pera Müzesi’nde sergileniyor. Serginin küratörü Alistair Hicks ve Rego’nun oğlu Nick Willing’in katkısı serginin, “bir hikâyeler evi” olarak tanımlanan Paula Rego’nun anlaşılmasında büyük önem taşıyor. Sanatçının olağanüstü hayal gücüyle tanıştıran “Hikâyelerin Hikâyesi” sergisi üzerine bir yazı.
Yaşadığınız ilişkileri, karmaşaları, farklı taraflardan dinlediğinizde değişen bakış açılarını bir düşünün… Hiçbir hikâye tek başına görünürdeki o hikâyeyi açıklamaya yetmez, özüne ulaşana dek katman katman yapraklarla örtülüdür hikâyelerimiz. Paula Rego işte en çok bu yüzden 20 ve 21. yüzyıl kesişimindeki en önemli sanatçılarından biriydi, çünkü kendi karmaşık öyküsünü sanatı yoluyla özüne ulaştırmaya çabalarken Batı Avrupa’nın ve kadınlık tarihinin de bir bölümüne aynısını yapmakla meşguldü. Bu nedenle “Hikâyelerin Hikâyesi” kusursuz bir isimlendirme.
Pera Müzesi’nde bugüne dek birbirinden unutulmaz sergiler gezdik; Akira Kurosawa, Frida Kahlo, Grayson Perry, Miro… Bunlar hatırladığım ve hafızama mıhlanmış olanlar yalnızca, Paula Rego da bu sönmeyen yıldızlarından biri olarak Pera Müzesi tarihinde yer alacak elbette. Alistair Hicks’in küratörlüğünü yaptığı sergi, Rego’nun sıra dışı yaşamını izlemek, bu esnada faşist hükümetlerden, Britanya siyasal ve sosyal tarihine bakmaya fırsat veren, kadın olmanın karmaşık doğasına ve haklarına uzanan dikenli yollara göz atmaya yardım eden koca bir “hikâye”.
1935’te Salazar yönetimindeki Portekiz’de varlıklı bir ailede dünyaya gelen Paula’nın çok fazla ilgi ve özenle büyütüldüğü, özellikle büyükannesinin anlattığı masallar, mitler ve hikâyelerle beslendiğinin altı çokça çiziliyor. Bu denli çok sevilen bir çocuğun nasıl bu kadar depresif ve karanlık dönemler yaşayıp resmettiğini anlamak başta zor gelse de sergide izlenebilen, oğlu Nick Willing tarafından çekilmiş 92 dakikalık belgeselde, oğlunun “Annenle yakın mıydınız?” sorusuna, Rego, “Hayır, annem bana karşı her zaman çok mesafeli ve sertti,” yanıtını veriyor. Diğer yandan babası da oldukça depresif olduğundan küçük Paula’nın babasını teselli etme görevini sıkça üstlendiğini de biliyoruz. Hâliyle hayatını esir alan duygu durum bozukluğu ve inişli çıkışlı dönemlerin ardında özenli bir çocukluktan ziyade duygusal yoksunluk çeken bir yalnızlık ve baskıcı bir ülke ikliminde hırpalanan o nesle ait bir çocukluk olduğunu anlıyoruz. Ülkenin, Avrupa’nın ve ailenin üzerindeki kara bulutların çocukluğuna, gençliğine ve resmine bu kadar sinmesi hiç şaşırtıcı değil. Bu nedenle bugün bile hala zor bir konu olan kürtaj konusunda üretim yapması ve dikkatleri politik olarak oraya çekmesi hikâyesinden doğan isyan gücünü de sembolize ediyor.
Resimlerindeki sembol yoğunluğu örtük bir haykırma gibi. Yardımcısını model alan ve resimlerde ne anlatırsa anlatsın onun yüzünü kullanan Rego, tanınmış bir ressam olan yatağa bağlı kocasıyla yaşadıklarını ise hayvan figürleriyle dışa vuruyor.
Teknik, Biçim ve Ötesi
Eskizler, kuklalar, pastel, akrilik, mürekkep, operalar, kürtaj, hayvanlar… Paula Rego bir galaksi gibi sayısız hissi, düşünüşü ve rengi içinde barındıran, yaşadığı dalgalanmalara ve dünyanın, ülkenin içinden geçtiği dönemlere göre bunları sırasıyla dünyamıza fırlatan karanlık bir uzay gibi. Sergiyi gezerken metinlerin ve dönemsel çalışmaların içinden dikkatle geçmek gerekiyor. Kronolojik anlatımı dikkatle inceledikten sonra sergiyi sil baştan yeniden görmek, Rego’yu anlamayı kolaylaştıracak bir yol belki. Eskizlerin beni dev pastellerden daha çok etkilediğini, kolajlara sakladığı küçük hileleri merakla takip ettiğimi belirtmem gerek. 80’lerde akrilik çok daha sembolik ve renkli bir dünyadayken 90’larda koyulaşan pastellerde her daim modeli olan yardımcısı üzerinden geçmişe bir bakış atıyor sanki.
Köpek, Maymun, Tavşan ve Diğerleri
Karısı Kızıl Maymun’un Kuyruğunu Kesiyor adı gibi kendisi de insanı ürküten, gözlerin yerini koyu noktalara bıraktığı hayvanlarla rol değişilen resimleri içindeki azabı, ikircikliği izleyicisine derinden yansıtıyor. Sergide izleme şansı bulduğum belgeselde verdiği her şeyle yüzleşmiş, geride bırakmış olgun kabullenişinden yansıyan huzurlu hâli ise şaşırtıcı. İçindeki ürkek, ürkütücü, karanlık yanını çizerek öyle akıtmış ki sonunda sükuna ermiş bir hâli var. Bu bana korku filmlerinden, gerilim türlerinden asla hazzetmediğim hâlde bir öykü için oturduğumda hep korkunç olaylar yazıyor olduğum gerçeğini hatırlatıyor ve o acımasız hikâyeleri yazdıkça gündelik hayatımda git gide nasıl daha sakin, huzurlu biri hâline dönüştüğümü fark etmemi.
Afet, Politika, Sanat
Rego’nun aile geçmişine ve kendi hikâyesine sinen Salazar fonu nasıl resminde yankı bulduysa, son 10-15 yılda yaşadıklarımızın bugünün genç ve sıra dışı sanatçılarında da karşılık bulacağını ve önümüzdeki on yıllarda böylesine güçlü eserler ortaya koyarak tarihe ve sanat tarihine iz düşeceklerini umuyorum. Thomes Hobbes’un “Doğa Durumu” tanımına son derece uygun bir ortamda kaldığımız, bizi birbirimizden koruyacak gerçek bir “Leviathen” bulamadığımız bu yıllarda ardı ardına gelen depremler, seller, yangınlarla sarsılmanın; değişen yaşam tarzı ve toplum alışkanlıklarının; bastırılan duyguların, düşüncelerin plastik ve elbet dijital sanatlarda kuvvetle karşılık bulacağını ve pek çoğumuzun yerine tıpkı Rego gibi bu yolla dışa vurum sağlayarak bizi biraz huzura erdireceğini düşünmek haksız bir beklenti olmasa gerek…
Sanatçının 2009’da tamamladığı İbadet Odası, serginin ve belki de bu dönemin en can acıtan, güçlü işlerinden. Terk edilmiş çocuklar için açılan bir müze için üretilen bu eser insanın göğsünde bir ağrı ve ensesinde bir soğukluk yaratacak denli üzücüydü, İbadet Odası’nı depremden önce değil de deprem sonrasında görmüş olsaydım sanırım çok daha sarsıcı duygularla izlerdim. Çocukların, annelerin çaresizliğini, kimsesizliğini, ortada bırakılmışlıklarını kapakları açılıp kapanabilen bir odaya sığdıran sanatçı sanki sosyal medya çağında olan biteni ve gündemi ne hızla unutup ne hızla tekrar hatırladığımızı da göstermiş farkında olmadan. Göz açıp kapayıncaya dek…
Haziran 2022’de aramızdan ayrıldığı için İstanbul’daki sergisini görememiş olan Paula Rego’nun “Hikâyelerin Hikâyesi” sergisi 30 Nisan 2023’e dek Pera Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor.