Çocuktuk. Bir tarafımız hep denizdi. Okulda yönleri öğrenirken “Deniz güney, dağ kuzey” diye ezberletirdi öğretmen. Şehrin yolları mutlaka denizde son bulurdu. Akşam gezmelerinin ilk durağı, nemli yaz gecelerinin yegâne tesellisi deniz kenarlarıydı. Çocukluktan kalan anıların belki de tamamında deniz başrolde idi.
Bazı günler “Limana bir gemi geldi!” diye, mahalle aralarında konuşmalar başlar, herkes işini gücünü bırakır, çoluğunu çocuğunu yanına alır, nereden geldiğini bilmediği koca demir yığınını ziyaret etmeye koşardı. O muazzam yapının karşısında herkes hayretle karışık bir saygı ile onu izlerdi. Bu seremoni şehre her gemi gelişinde aynı heyecan, aynı ritüel ile tekrarlanır, gece olur, herkes evine geri dönerdi.
Ben hayatımda gemiye hiç binmedim. Tanışıklığımız uzaktan. En fazla üzerinden dumanlar çıkan, ucuz pastel boyalarla boyadığım resimlerde can bulan ya da defter yaprağından yapılma, ufacık bir rüzgârda tersine dönen kağıt maketlerle hayatımda idi.
Kendi içinde bir dile sahip bu dünya... Öyle sözlükten ezberlenerek söylecenek kelimeler değil bunlar. Yaşadıkça, içinde oldukça yerleşiyor dilinize geminin dili. Lumbuz, alabanda, küpeşte, tornistan... Bu dile alışmak için orda nefes almak, onu hissetmek gerekiyor. Ezbere çalışmanın herhangi bir yararı olmayacak bir kültür, bir hayat...
Sema Özevin’in “Tersane” serisi izleyicileri bu dünyada yaşamaya, orada nefes almaya çağıran karelerden müteşekkil. Sanatçı bizleri alıyor, henüz bitmemiş gemilerin dünyasına, insan elinin maharetinin bu yaratıma hayat verdiği aşamalarına götürüyor.
Seri siyah-beyaz. Grafik anlatımların başrolde olduğu, insan-mekan-eşya ilişkisinin ise ustaca komposizyonlarla bu başrole omuz verdiği kendi kendini anlatan bir seri. Büyük metal parçalar, zincirler, iş makinaları, baretler, eldivenler... Bir fabrika için alışılagelmiş figürler. Özevin’in fotoğraflarında herşey yerli yerinde, olması gerektiği gibi.
Ancak bu seride esas olan ve atlanılmaması gereken, Sema Özevin’in, örnekleri onlarca kez yapılan bir üretim süreci için yaratmış olduğu seriye kattığı yorumda gizli: Özevin, başlangıcı asırlar öncesine dayanan simya bilimini serisinde yeniden ayağa kaldırıyor. Tersanenin simyacıları, elleriyle dokundukları herşeyi altına çeviren ve hünerleri ile binlerce çalışanının ekmek kapısı, çocukların resimlerinin ilhamı, limana “Yeni gemiyi görmeye gitmişler”in” saygı abidesi gemileri üretenler: İşçiler! Özevin’in fotoğraflarında bu modern zaman simyacılarının yaptıkları işin yüzlerine yansıyan gururu, ürettikleri devasa yapıların azameti ile ne kadar da benzeşiyor.
Fotoğraf zamanı durdurur derler, durdurmuyor. Duyarlı yüzeyine aktardığı hayatları, başka bir evrende tekrar canlandırıyor, kaldığı yerden devam ettiriyor.
Gemiler geliyor, gemiler geçiyor, kulağımda yan sokaktan fısıltılar:
“Limana gemi gelmiş!”