Yeni medya sanatçısı Pınar Yoldaş, mutasyona uğramış insan ve hayvan formları üzerine düşünüyor ve çalışıyor. Işın Önol'un, Eylül ayında İstanbul'da bir sergi açacak olan sanatçıyla gerçekeştirdiği söyleşinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
Speculative Biologies’den söz edelim biraz...
Speculative Biologies’de hermofrodit yaratıklar ve cinsiyetin kültürel tanımı üzerine çalıştım. “Queer” kavramı, belirsiz bir alanda yer alıyor, bu alanda formal olarak birşey üretmek istedim ve Speculative Biologies böyle başladı. Eğer dişilik ve erkeklik bedende başlıyorsa ve tarihsel ve kültürel çerçeve içinde tanımlanıyorsa, ben cinsiyet ve queer kavramıyla nasıl çalışacağımı düşündüm.
Yaptığım iş, 60’larda,70’lerde aktivist performans ve feminist hareketin bir araya geldiği işlere paralel aslında. Diğer taraftan, oldukça da farklı: 60’lar, 70’ler kültürün her alanında büyük değişimlerin yaşandığı bir dönem. 90’larda ise Carol Schnemann ya da Judy Chicago gibi sanatçıları tekrar etmenin bir anlamı yok.
Zaten şu anki problemin de o değil...
Sürekli gündemimde olan, içimi karartan birçok sorun var; çevresel sorunlar gibi. “Queer art” da, bu sorunların içinden çıkıp geliyor biraz. Şu an biyoteknolojiyle yeni bedenler üretebiliyoruz. Biz doğaysak, içinde bulunduğumuz doğayla ve kendi doğamızla oynayabiliyoruz. Değişen doğa ve kültür tanımını uca taşımaya çalıştım. Örneğin, sadece göğüsten (süt bezi) oluşan bir yaratık yaptım. Bir cinsiyeti yok aslında.
Bu üretimi sanat pratiğine nasıl aktarıyorsun? Hangi malzemeleri kullanıyorsun?
Sözünü ettiğim bu yaratığın görüntüsünü ve temsilini yaratıyorum. Polimer kille çalışıyorum. Kullandığım ana malzeme, plastik. Supermammal adındaki yaratığı, aslında yaşayan bir doku olarak üretmek istiyorum. 2014-2015’te Avustralya’ya gideceğim. Orada, Symbiotica adındaki labaratuvarda çalışacağım. Böyle projeleri destekliyorlar.
Eğer incision (cerrahi biçimde deşmek) dişiyi sessizleştirmenin bir yoluysa, ben buna nasıl ses verebilirim diye düşündüm. Afrika’daki kadın sünneti örneğin, dişi organı tamamen kazıyarak ve dikerek, hayvansı ve kontrol edilemez kabul edilen dişi cinsin terbiye edilmesi, yok edilmesi. Ben ise kazımak ve kesmek dişi cinsiyetin kontrol altına alınmasıysa, eklemek ve çoğaltarak yeni ve bastırılamaz, susturulamaz bir dişilik üretilebilir mi diye sordum. Neolabium örnegin abartılı olmak üzere tasarlanmış bir neo-organ. Speculative Biologies ise genel olarak, cinselliği yeniden tanımlayabilir miyiz sorusuna 3 boyutlu bir yanıt.
Bu yanıtı, yarattığın görselliği ve üç boyutlu nesneleri nasıl sergiliyorsun?
Ben bu yaratıkları yaşayan ve biyolojik nosyonlarımız hakkında soru sorduran varlıklar olarak düşünüyorum. Genelde cam, sıvı ve hava pompaları kullanarak hareket eden, yaşayan bir ortam yaratıyorum. İnsanlar sergilenen türlerin canlı olup olmadığını soruyor.
Feminist performans sanatından söz ettin. Aslında, senin pratiğin belki yine buna paralel bir bakışıyla, bugünkü meseleler üzerinden gelişiyor. Yarattığın figürler için ise romantize edilmiş olduklarını söyleyebilir miyiz biraz?
Evet, bu çevresel sorunlardan veya cinselliğin toplumsal algısını altüst etmeye yönelik noktalardan yola çıkıyorum. Estetizasyon elbetteki oluyor.
Manga karakterlere ya da figürlere de benziyorlar...
Manga’dan etkileniyorum. Elisabeth Grozs’dan konuştuk, Grosz’a göre doğadaki sexual selection da bir aşırılık biçimi. Çiçekler ya da tavuşkuşunun tüyleri doğada hep karşı cinsi çekmek için abartılan organlar, yapılar. Yine Grosz’a göre sanat da bu aşırılık üzerine kurulu. Eğer güzellik kavramı doğanın aşırılığından geliyorsa, ben de bunu fütursuzca kullanıyorum.
Bunun “queer” duruşla bir ilişkisi olduğunu söylüyorsun. Bu ilişkiyi nasıl kuruyorsun?
Çok doğrudan bir iliski yok. Queer’in uçlarına gitme düşüncesiyle yola çıktığım Speculative Biologies biraz burada bitiyor. Lab’daki işlere devam edebilirim ama yerleştirmesi, sergilemesi çok uzun süren ve çok zor bir iş Speculative Biologies. Bunun kitabını çıkarmayı düşünüyorum bu yaz ve sonra bitecek sanırım.
Şu an ne üzerinde çalışıyorsun?
Şu an The very loud chamber orchestra of endangered species adlı bir iş üzerinde çalışıyorum. Oldukça büyük ölçekli ve bütçeli bir iş. Nesli Tükenenlerin Yüksek Sesli Oda Orkestrasi olarak çevrilebilir belki. Bu iş çevre kirliliği ile ilgili bilimsel verileri ve istatistikleri sese dönüştürüyor. Yüksek ses buradan geliyor. Nesli tükenen kutup ayısı, deniz kaplumbağası, Afrika aslanı, orka gibi hayvanların kafatasları bu sesi dışarı veriyor. Şu an 15 kafatasımız var. Cok ilginç ve yeni bir iş. 9 Mayıs’ta Durham’da, sonbaharda da çesitli bilim müzelerinde konserlerimiz olacak.
‘Ecosystem of Excess’ten (Aşırılıklar Ekosistemi) söz etmedik.
Ecosystem of Excess, okyanustaki plastik atıklardan doğdu. Türkiye gündeminde ne kadar işlendi bilmiyorum ama şu an Pasifik okyanusunun ortasında 15 milyon kilometrekare büyüklüğünde bir plastik atık yığını dolaşıyor. Plastik okyanusa düşünce güneş etkisinde zamanla nano partiküllere dönüşüp okyanusa karışıyor.
Milyonlarca yıl önce hayat okyanuslarda doğdu. Eger hayat bugün, şu an, şimdi, bugünün plastik okyanuslarında başlasaydı ne gibi canlılar ortaya çıkardı? Bir aşırılık ekosistemi insan atığındn ve kirlilikten doğan yeni yaşam biçimlerini araştırıyor.
Transmediale’nin devamındaki projelerin neler?
Bienal’e paralel, Ekavart’ta kişisel sergim olacak. Speculative Biologies’i göstereceğiz orada. Sydney’de bir sergim olacak, yine Speculative Biologies. ICA Sydney’de gösterilecek. Bu kafatası projesini birkaç konferansta tanıtıyorum. Bu başarılı biterse, ‘ölü hayvanlar orkestrası’ konserleri vermek istiyorum.