Bu sefer atölye ziyaretimizde sizi Paris'e götürüyoruz. 1965 yılından beri farklı ülkelerden sanatçılara ev sahipliği yapan sanat kurumu Cité Internationale des Arts'ta, IKSV tarafından düzenlenen Türkiye Atölyesi'nin şimdiki konuğu Çağrı Saray'la şimdiki atölye deneyimleri, üretimleri ve sanatsal pratiği üzerine biraz konuştuk. 3 aylık bu süreç içerisinde neler yaptığını dinleyip, geri dönüşünde üreteceği işleri merakla ve heyecanla beklemek kalıyor bize.
Bize biraz işlerinin doğasından genel olarak bahsedebilir misin? Motivasyonların neler?
İşlerim içerik bağlamında değişkenlik gösterebiliyor, o süreçte ilgilendiğim konular neler ise üretimim de bu yönde gelişiyor. Kendi sürecime baktığımda, aslında üretimlerimin tümünün bellek, kimlik ve kişisel tarih ekseninde gerçekleştiğini söylemem mümkün. İşlerimin bütününde dizgesel bir izlek olmasına dikkat ediyorum, bu yüzden yaptığım işlerde bir oto-kontrol her zaman mevcut. Sanırım makro düzeyde olan bir gerçekliği ya da sorunsalı; savaş, ayrımcılık, kimlik ya da her türlü toplumsal olayın karşılığını yine kendimi merkeze alarak çalışma eğilimindeyim, bu; benim kişisel özelliklerimle ilgili olsa gerek.
Şu anda bulunduğun Cité des Arts’a belirli bir projeyi gerçekleştirmek için mi gittin? Yoksa oradaki süreçle birlikte gelişen bir üretim mi olacak?
Cite Des Arts’a giderken özellikle bitmiş bir proje önerisi sunmak istemediğimi ve yeni bir projeyi Paris’te gerçekleştirmenin benim için daha çekici olacağını belirtmiştim. Bana böylesi daha doğru geliyor, daha organik.. Yani zaten İstanbul’da da yapabileceğim bir işi paketleyip Paris’te yapıp bitirmenin benim için bir anlamı yok. Ben 2 ay boyunca Paris’te yaşadım, gezdim ve çalıştım. Sonunda da sadece Paris için üretilmiş işler ortaya çıktı; benim orada bulunma durumumla, benim kişisel tarihim ve o coğrafyanın tarihinin kesiştiği işlerdi bunlar. Cite Des Arts’taki sergimde bu işler sergilendi. Banu Dicle’nin davetiyle gerçekleştirdiğim diğer sergide ise daha önce ürettiğim, fakat hiç sergilemediğim bir seriyi sergiledim.
O sergiden de memnunum, çünkü iş, sergi mekanının kimliğiyle birlikte mekana özgü (site-spesific ) bir projeye dönüştü.
Orada yaşadığın süreç malzeme kullanımını değiştirdi mi? Yeni bir malzeme arayışın var mı?
Ben uzun süre multidisipliner (çok-disiplinli) bir üretim pratiği izledim. Video, fotoğraf, hazır-nesneler, enstalasyonlar ve desen. Son 4 yılda bu üretim desen ağırlıklı oldu. Fakat Paris’teki süreçte yine eski alışkanlıklarıma geri döndüm; fotoğraf, yine desen ve mekansal işlerin daha baskın olacağı projeler üzerinde çalışıyorum.
Senin için atölye ne demek? Uygulamadan önce yaşadığın düşünsel süreçle üretim yaptığın zaman dilimi arasındaki ilişki nasıldır, mekanizması nasıl işler?
Ben çalışırken dağınık ve pasaklı bir adamım. Benim için atölye hem düşündüğüm, hem çalıştığım, yemek yediğim, sigara içtiğim, müzik dinlediğim, kısaca ‘yaşadığım’ mekandır. Çalışırken tüm yaşantım-konsantrasyonum aynı mekanda devam etmeye başlıyor. Çalışma sürecinde işi üretmek üzere bir mekana kapanmadan önce sürekli notlar alıyorum; evim ve atölyem bir sürü küçük kağıt parçasıyla dolu -defter alışkanlığım oluşamadı ne yazık ki- sonra bir araştırma süreci oluyor; malzeme, görsel ve işime yarayabilecek her türlü enformasyona ulaşmaya çalışıyorum ve yapılması gereken okumaları yapıyorm, en sonunda işi oluşturmak üzere atölyeye kapanıyorum.
Daha önce başka bir residency deneyimin oldu mu? Herhangi bir sanatsal pratik değişikliği yaşadın mı?
Evet, New York’ta bir residency deneyimim olmuştu, hatta son 4 yıldır biçimsel olarak süreklilik gösteren desen pratiğime orada başlamıştım. Aslında bu oldukça enteresan bir durum; çünkü New York’a giderken yanımda çok fazla ekipman yoktu ve gittiğim yerde de imkanlar kısıtlıydı, ben de en temel alışkanlığıma geri dönmüş oldum; kağıt ve kalem. Yani bazen şartlar ve olanaklar üretimi doğrudan etkileyebiliyor.
Dönünce neler yapacaksın, planların neler?
Gitmeden önce aslında bir süre dinlensem mi diye düşünüyordum, belki 1 sezon.. Ama fikrim değişti; döner dönmez çalışmaya başlayacağım, kafamda herşey net. Yapacağım işler büyük ölçüde belli, tüm yaz atölyede çalışmayı düşünüyorum. Tabii ki bu, şu an İstanbul’un durumuna-direnişe bağlı, belki çalışmak yerine sokaklarda olmak gerekecek.
Hem akademide olmak hem de aktif olarak üretme durumu nasıl yürüyor?
Akademisyenlik başlı başına zor bir alan. Aslında hakkını vererek yapmak için belki de sadece akademisyen olmak gerekiyor. Bu açıdan sanatla benzeşen yönleri var; ikisi de çok fazla zaman alan, süreklilik gerektiren ve hayatınızın
tamamına yayılan ve şekillendiren alanlar. Benim fikrim şu yönde; bir sanatçı akademisyen olmak zorunda değildir, fakat sanat okulunda bir akademisyenin aynı zamanda sanatçı olması bence kesinlikle önemli bir unsur. Aktif üretim yapmayan ve sanat alanında varolmayan bir sanat hocası, sürecin bu bölümüne ilişkin hangi bilgiyi öğrenciyle paylaşabilir ki? Kısaca sanat üretimimin akademisyenliğime katkısı mutlaka var.
Sence, şu anda yaşanan Gezi Parkı direnişi gibi toplumsal olaylar sanatçıların işlerini nasıl etkiler? Senin üretimlerini etkiler mi? Etkilerse nasıl etkiler?
Tabii ki doğrudan etkileyecektir. Kentteki konformist ve steril hayatlarımızın içinde bu yaşananlar tam anlamıyla “gerçek”in kendisi. Yaşananlar, sanatçıları etkilerken sanat da eylemleri yaratıcı ve etkili bir hale getiriyor. Bu süreçte belki hepimizin algısı biraz değişmiştir; Orta Doğuda olanlara, yeni toplumsal hareketlere, devrimlere ve sıcak savaşa bakışımızı kastediyorum. Gerçekliğin yankısı değil de ta kendisi bize temas ettiği anda kimyamız isteristemez değişecek. Ben sürecin bir bölümünde dışarıda bulunduğum için belki olanları farklı gözlemlemiş-hissetmiş olabilirim. Umuyorum ki, bu dışarıdan bakışın getirdiği fark, işlerime de yansıyacaktır.