Zorlu Performans Sanatları’nda 12 Haziran’da son bulacak olan teknoloji sergisi “Digital Revolution” çatısı altında düzenlenen Digi.logue Paneli moderatörlüğünü üstlenen yeni medya sanatçısı Refik Anadol ile her geçen gün daha sık karşılaştığımız dijital sanat yapıtları, yeni medya sanatı ve teknolojinin yeni medya sanatıyla nasıl etkileşime geçtiği hakkında konuştuk. “Yeni medya sanatı bilimi ve teknolojiyi nasıl harmanlıyor? Yeni medya sanatı hangi disiplinlerle işbirliğine giriyor?” gibi sorulara yanıt aradık.
“Yeni medya sanatı”nın kökeni yakın geçmişe, 19. yüzyılın sonralarına; hareketli fotoğrafın buluşuna dayanıyor. Günümüzde hızla gelişen teknolojiyle ise çok katmanlı bir hale dönüştü. Sosyal medyada paylaşılan animated gif de yeni medya sanatı’nın içinde değerlendirilebilir mi? Loop eden ya da hikayesi olan tüm video çalışmalarını bu çatı altında toplayabilir miyiz? Çok “yeni” bir sanat anlayışı olduğu için biz yeni medyayı nasıl konumlandirabiliriz?
Kanımca meta-veri seviyesinde sanatçı tarafından betimlenen her sayısal artifakt sanat eseridir. Gif’ler anlatım biçimi olarak özellikle günümüz teknoloji olanaklarının getirdiği dikkat genişliği sıkıntılarına da bir çözüm buluyor. Erdal İnci bu konuda çok başarılı işler üretiyor, bu alanda üretim arayışında olanlar için Erdal’ın işleri çok değerli bir ilham kaynağı olacaktır.
Yeni medya, yeni medya sanatı, medya sanatı, medya tasarımı, yeni medya araştırmaları gibi pek çok bölüm ve program açılıyor. Bu bölümlerde okuyan, eğitim gören öğrenciler nasıl bir disiplinden geçiyor?
Son birkaç yıldır çok yakından akademik gelişmeleri izleyemiyorum. Fakat gördüğüm kadarıyla özel kurumlar finansal güçlerin pozitif yardımıyla muhakkak daha iyi olanaklar sağlıyorlardır diye düşünüyorum. Bir yandan maker kültürü ve Türkçe bilgi paylaşım platformlarının ekstra-curriculum için çok yardımcı olduğunu düşünüyorum. Son Digi.logue oturumumuzun sonunda bir söyleşi gerçekleştirdik. Orada en çok sorulan soru teknik becerilerin kazanılması için gereken pratik alanların eksikliğiydi. Bu noktaya çözüm nasıl hızlıca ve eksiksiz bulunabilir ben de düşünmeye devam ediyorum.
Peki yeni medya sanatı farklı disiplenlerle işbirliğine girer mi, girmeli mi? Yeni medya sanatını bu anlamda nasıl tanımlayabiliriz?
Yeni medya veya eski medya tartışması özellikle son on yıldır çok sert seviyede. Bu yüzden mesela yüksek lisans mezunu olduğum departmanın adının da “Medya Sanatları” olarak değişmesi ve hatta sadece “Sanat” kelimesi üzerine odaklanması konusunda anlaşan onlarca akademisyen mevcut bu noktada. McLuhan’in mecraya dair söylemleri ilk dayanak gözüküyor. Bana ise en çok yine McLuhan’ın da bahsetmiş olduğu; ilk uydunun yörüngeye yerleştiği gün evrimimizin hızını tamamen değiştirmiş olması ile bahsetmiş olduğu nokta tıpkı sanat akımlarının isimlere ihtiyacının bağlılığı arasındaki ilişki gibi geliyor.
Yeni medya sanatı yapay zekayla ne kadar ilgili?
Artık çok yakından ilgili. Bu konu Google’ın “DeepDream” projesinin kaynak kodlarını ve üretim biçimlerini açık olarak paylaşmasıyla tamamen ilgisini pekiştirmiş durumda. San Francisco’da yer alan Gray Area’da açılan yapay zeka/derin nörol ağlar ile üretilmiş işlerin sergilenmesi de bunu sanatçı/küratör/koleksiyoner seviyesinde ortaya çıkardı.
Çalışmalarınızın mekânla olan ilişkisini nasıl belirliyorsunuz?
Genelde süreç küratör ile ilerliyorsa önceden kullanılacak mekân belli oluyor veya proje bir yarışmaysa stüdyoda bunun üzerine düşünerek taşınarak ilerliyorum. Fakat post-mimari üzerine söylemlerimi taşıyabildiğim her platform ve üretim biçimine mekânla ilişkimizi konu alan deneyimleri eklemeye çalışıyorum.
Mekânları algılayış ve deneyimleme biçimlerimiz üzerine çalışıyorsunuz ve üç boyutlu video haritalama gibi sıra dışı işlerinizle tanınıyorsunuz. Mekân bir işi üretme konusunda nasıl bir etkiye sahiptir?
Mekân zaman ile yorumlandığı vakit, bu kavramsal güçlerin birlikteliği sonsuz bir ilham kapısı aralıyor. Geleceğe dair söylemleri mekân üzerinden deneyimleme süreci bir işi üretirken çoğu zaman ilham veriyor. Mühendis Charles Kettering’in de dediği gibi “Hepimiz gelecek hakkında kaygı duymalıyız, çünkü hayatımızın geri kalanını yaşayacağımız yer orası!”.
Los Angeles’ta yaşamak üretiminizi nasıl etkiliyor?
Los Angeles, sanki büyük bir otelde birçok ziyaretçi ile geçici ev hissiyatı ile yaşadığım bir şehir. Beni büyüleyen bir kültürel zenginliği var. Tarihsel olarak çok eskiye gidemese de kültürel tarihleri olan 92 dilin konuşulduğu bir şehir. Ayrıca ışık ve mekân akımının, James Turrell, Robert Irwin ve LACMA Sanat ve Teknoloji laboratuvarının çıktı şehir. Hollywood endüstrisinin etkileri, güçlü ve köklü akademik kurumlar araştırmaları bir hayli hızlandırıyor. Kısacası üretimime son derece pozitif katkısı olduğunu düşünüyorum.
“Akustik Formasyon” sergisinde yer alan Beyoğlu’nun Sesi adlı dijital işinizde mimar Alper Derinboğaz ile çalıştınız. Bu sürecin akışını, işbirliği aşamasını anlatabilir misiniz?
Medya sanatları ve mimari arasındaki ilişki üzerine ilgim ve kişisel araştırmalarımın yoğun olduğu bir dönemde Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nden özellikle Tülay Güngen’in küratörlüğünde bir sergi fikri ortaya çıkmıştı. Bu projede hep hayalini kurduğum, hali hazırda bir yapıyı kanvas olarak değil de bir mimarla ve onun üretim sürecinin tamamında beraber çalışabilme fırsatını buldum. Bunun “medya mimarisi” kavramını tam anlayabilmek için çok önemli olduğunu düşünüyordum. Alper Derinboğaz ile de UCLA’de mimarlık yüksek lisansını yaptığını bildiğim, Los Angeles’a taşınmadan önceden de işlerini yakından takip ettiğim biri olarak bu işbirliği için iletişime geçtim. Onun da medya sanatlarının mimari ile ilişkisi üzerine mimar olarak çok benzer düşünceleri mevcuttu. Ve projeye bu şekilde başladık. “Aktif Strüktürler” projesi geleneksel mimari formların ötesinde bulunan mekânları anlamak ve yeniden yaratmak amacıyla yenilikçi inovatif teknikler deneyen bir sanat ve mimarlık projesi. “Şehrin ses belleğini araştıran / fiziksel gerçekliği olmayandan ilham alınabilir mi?” sorusuna cevap arayan bir proje. Süreç Yapı Kredi Kültür Sanat ekibinin özverili yaklaşımıyla başarıyla tamamlandı. İlk aşamada İstiklal Caddesi’nin üç farklı gününden (cuma/cumartes/pazar) binaural mikrofon ile ses belleğini kayıt edip ortalama desibel verisini ortaya çıkardık. Daha sonra bu verilerle 40 metreye 40 metre büyüklüğünde üç boyutlu parametrik bir cephe oluşturduk. Bu cephe sergileme boyunca çoklu projeksiyon ile bir kanvasa dönüştü.
İstanbul Bienali paralel etkinlikleri kapsamında, Zorlu PSM, artnivo.com işbirliğiyle düzenlenen “40 Metre 4 Duvar 8 Küp” sergisine ev sahipliği yapmıştı. Sizin de aynı sergide Infinty Room/Sonsuzluk Odası adında bir çalışmanız izleyici ile buluştu. Bu çalışmanızın hikayesini ve üretim aşamasını dinleyebilir miyiz?
Aslında proje yüksek lisans çalışmalarım sırasında “geçici zahiri mekânlar araştırması” sırasında ortaya çıktı. Fakat öğrenci bütçesi ile projeyi tamamlayamadığım için rafa kaldırmıştım. Artnivo’nun sekiz küp mekan için sekiz sanatçı ile ortaklaşa çalıştığı bu projede küp fikrinin bu rafta bekleyen projeye uygun olduğunu düşünüp ilerledik. Tahminimin çok ötesinde hem sosyal ağlarda hem de fiziksel olarak projeyi deneyimleyen birçok kişiden araştırmaya dair keyifli ve amacına ulaştığını kanıtlayan birçok geri dönüş aldım. Toplam yedi algoritmanın 14 dakika içerisinde odanın içerisindeki değişim/dönüşüm/evrim sürecini betimleyeme çalıştım. Kısaca alışılagelmiş sinema deneyiminin arkitektonik düzlemde yeniden oluşumuna tanıklık etme hikayesi diye tanımlayabiliriz.
Zorlu Center’da gerçekleştirilen İstanbul Light Festival’de Liminal Room adlı çalışmanızı sergilemiştiniz. Bize bu çalışmanızdan bahsedebilir misiniz?
Bu proje aslında Infinity/Sonsuzluk projesinin devamı niteliğindeydi. Hayalim mekânın tamamını LED TV’ler ile kaplayabilmekti. Tabii bu hem ısı hem de maddi olarak problemleri olan teknik bir fikirdi. Sonrasında içinde bulunduğumuz teknoloji ile dijital devrim öncesi hislerin kodlu olduğu DNA’mızın hissel olarak içinde bulunduğu araf hissiyatına odaklanmak istedim. Proje tam burada şekillendi. 30 kanallı izleyiciyi çevreleyen bir proje ortaya çıktı. Kavram olarak “araf”ı seçtiğim bu projede, çağdaş algoritmalar vasıtasıyla klasik düz sinema projeksiyon ekranını üç boyutlu kinetik ve arkitektonik bir görselleştirme uzamına dönüştürmek amacıyla sözkonusu yanılgısal mekân altyapısını parçalarına ayırmaya ve izleme deneyiminin sınırlarını aşmaya yönelik radikal bir çaba sarf ettim. Bu projede tamamen yerli üretim teknoloji ile çalışıyor olmak ayrıca çok heyecanlıydı. Normal şartlarda benzer bir proje için ihtiyacınız olan teknik gereksinimleri tamamlayabilmek çok zor. Zorlu Holding’in buradaki değerli katkılarına hem işim hem de Light Festival adına tekrar teşekkür ediyorum.
“Microsoft Research” ve “Research at Google” gibi bir çok ödüle sahipsiniz. Bu ödülleri hangi çalışmalarınızla kazandınız? Çalışmalarınızın hikayelerini öğrenebilir miyiz?
İlk Microsoft Research ödülünü yüksek lisans çalışmam Ethereal ile kazandım. Projenin yazılım ve geliştirme sürecine maddi ve manevi bir destekti. İkinicisi ise önümüzdeki haftalarda başlayacağım “Phenonema” projesi. Geçtiğimiz sezon mimar Frank Gehry ve şef Esa-Pekka Salonen ile gerçekleştirdiğimiz görsel/işitsel performans projesinin başarılı olmasının ardından bu sefer 100. yıl kutlamaları için UCLA çatısı adlı araştırma ve geliştirme laboratuvarını yine Microsoft Research ve Google’ın desteğiyle kurduk. “Bu araştırmada ise müziği bir fenomen olarak beyin ve vücudumuzdaki etkilerini nasıl ölçebilir ve anlayabiliriz?” “Eğer bunu anlayabilirsek duygularımızı yapay zeka hesaplamalarıyla eş zamanlı bir mimari performansa dönüştürebilir miyiz?” sorularına cevap arıyoruz. Ekibim ile bir yıllık bir araştırma sonucu; beyin aktivitesi, kalp atışları, vücut ısısı ve fizyolojik ölçüm sensörleri ile, yapay zeka tabanlı derin öğrenme teknikleri kullanarak bir performans tasarımı üzerine çalışıyorum.
Dünyanın ilk mimari görsel data heykeli olan 20x40 metre büyüklüğündeki Virtual Depictions adlı heykeli ABD'nin San Francisco şehrinde sergilediniz. Bu işinizden de bahsedelim mi?
Bu projede yola çıkma sebebim iki temel soruma cevap aramaktı. 21. yüzyılda kamusal alanda sanat ile nasıl hikayeler yaratabiliriz? En önemlisi ise kamusal alan sanatının zekası, hafızası ve kültürü olabilir miy? İçinde bulunduğumuz bilgi çağında arama motorlarının duygu ve anılarımız dışında hemen her şeyi bildiği bir yüzyılda kamusal alanda insan olabilme çabasını ilham edinmeye karar verdim. Projede yüzden çok kişinin bir arada koordine olduğu yaklaşık bir yıllık bir süreçte, kamusal alanda toplantılardan belediye ile açık kaynaklı verilerin toplanmasına, proje için özel yazılım geliştirilmesinden mimari ve mühendislik gerektiren birçok problemi çözme deneyimini edindim. Tabii bunun için gerekli olan altyapı ve koordinasyon sürecinin de öncesinde planlanması gerektiğini San Francisco’da yakından görme fırsatı buldum. Açık kaynaklı veri paylaşımının şehir ölçeğinde toplanılıp paylaşılabilme platform tasarımı tam 17 yıl sürmüş. Umuyorum şehirlerin gelişimine dair ufuk açıcı bu yaklaşımı büyük şehirlerimizde de görebiliriz. Ve yine umuyorum birgün İstanbul için benzer, İstanbul’a ait verilerin şiirsel bir deneyime dönüşüm sürecine dair şehir ölçeğinde projeler görebilmek dileğiyle.
Zorlu PSM’deki “Digital Revolution” sergisini nasıl buldunuz? Serginin ayaklarından biri olan Digi.logue Workshop-Semineri’nde moderatördünüz. Katılımcıların tepkileri, size yöneltilen sorular, cevaplar nasıldı? Bize atmosferden bahsedebilir misiniz?
Sergiyi ve sanatçılarını çok öncesinde yakından takip ediyordum ve kanımca çok başarılı bir sergi oldu. Sergi ismi gibi mekanik/analog üretim tekniklerinin sayısallaşmasına dair ilham verici birçok esere sahip. Ayrıca ülkede böyle bir etkinliğin çok az veya hiç yapılmıyor olduğunu varsayarsak Digi.logue’un çok değerli bir proje olduğunu düşünüyorum. Ücretsiz ve katılımcıların hayal ettiğimiz gibi mimar, tasarımcı, sanatçı, yazılımcı gibi yaratıcı/üretici bir gruptan oluşuyor olması da tartışmanın derinliğine büyük katkıda bulundu. Umuyorum benzer tartışma platformlarında medya sanatlar ve teknoloji üzerine böyle fırsatlat yakalayabiliriz.
Son olarak, 1985 doğumlusunuz ve şimdiden adı dünyaca duyulan işlerin sahibi oldunuz. Hızlı üreten bir sanatçı mısınız?
Çok teşekkür ederim. Bir Afrika atasözü: “Hızlı gitmek istiyorsan tek başına, uzağa gitmek istiyorsan hep beraber git!” Son yıllarda daha da uzağa gitmek istiyorum. Bu yüzden hızım değişmiş olabilir.